“Bir düşünür için bütün haberler dedikodudan ibarettir.” diyor Thoreau. Bir adamın soyulması, öldürülmesi veya kazada ölmesi, bir evin yanması, bir teknenin batması—bütün bunlar, ünlü düşünüre göre, bir defa okunmakla yetinilecek şeylerdir. Prensibi bir kere kavradıktan sonra, onun bir yığın uygulamasını ayrı ayrı okumanın bir anlamı yoktur. Hattâ, kafası çalışan bir adam, bu haberleri on iki ay veya on iki yıl öncesinden büyük bir isabet yüzdesi içinde yazabilir. Ne var ki, insanlar aynı hadiseleri her gün biteviye dinlemeden yapamaz. Birisi yarım saat öğle uykusuna yatacak olsa, uyanır uyanmaz sorduğu ilk soru “Haberlerde ne var?” olur.
Thoreau bunları bir buçuk asır önce yazıyordu. Haklılığı ilk bakışta kendisini belli ediyor; çünkü dünya hâlâ aynı dünya. Teknoloji değişti, devrimler birbirini izledi, çağlar atlandı; ama insanlar yine aynı şeyleri yapıyorlar. Vak’alar her gün tekerrür edip duruyor; insanlar da aynı vak’aların yüz milyar sekiz yüz elli milyon dokuz yüz yetmiş beşinci versiyonunu hiç dinmeyen bir merakla izlemeye devam ediyor. Anlaşılan o ki, ünlü düşünür, bugünün haberini yüz elli sene önce yazmış; ve yine anlaşılan o ki, biz bugün değil de bin beş yüz sene sonra yaşıyor olsaydık, yine aynı satırlara bakarak “Thoreau bizi anlatıyor.” diyecektik. İsterseniz, son birkaç saat içinde izlediğiniz haberlerden herhangi bir tanesini örnek olarak alın, kahramanlarının adlarını metinden çıkararak önünüze koyun. Bu haberin ömrünüzdeki kaçıncı tekrar olduğunu çıkarabilecek misiniz?
Tekrarlara böylesine dalıp gitmişken, kaçırdığımız o kadar çok orijinal hadise var ki! Lâkin gariplik bu kadarla kalacak gibi değildir. Biz tekrarları merakla izlerken, orijinal olana tekrar gözüyle bakarız—hattâ dönüp de bakmayız bile.
Güneş her gün doğar; fakat yeni bir âlemle beraber doğar ve herkesin âlemine ayrı ayrı doğar. Eğer insan dikkatini toplayıp da onu bütün yetenekleriyle izleyecek olsa, o doğuşun her dakikasında değişen ve yenilenen bir şeyler keşfeder: ufuktaki bulutlar, buluttan süzülen huzmeler, denizde veya ovada hâle hâle yayılan renkler, eriyen karlar, çatlayan buzlar, kanatlarını ısıtan kelebekler, uçuşa hazırlanan arılar, ötüşen serçeler, uçuşan kırlangıçlar, güneşe yönelen çiçekler, daha yüzlercesi, daha binlercesi, daha milyonlarcası... Her sabah, güneşin doğuşuyla beraber, bir dünya yaratılır, yahut büyük haşrin bir provası yaşanır. Her sabahın mahsulâtı da, ebedî bir âlemde gösterime girmek üzere, itinayla saklanır.
Gün doğumunu seyretmek demek, ufukta bir sarı tepsinin yükselişine bakmak demek değildir. Öyle olsaydı, gün doğumu üzerine yazılan şiirler, tıpkı bir haberin çeşitli gazetelerdeki versiyonları gibi birbirine benzerdi. Bir insan, altmış yıllık ömrünün her gününde gün doğumunu seyredecek olsa, yirmi bininci seyrinde yine yeni bir şeyler keşfedebilir. Bütün bu seyirlerin sonunda, eğer bir gün doğumunda bir kâinat yaratılışını görebiliyorsa, insan işte o zaman bu manzaranın nasıl seyredileceğini öğrenmiş demektir. Bu muhteşem manevranın her gün ayrı bir tazelikle gözlerimizin önünde cereyan edip durmasındaki amaç, bize bunu öğretmekten başka nedir ki? Lâkin insanlardan gün doğumu seyri için ücret istenmez; insanlar da para harcamadığı şeye değer vermez. Onun için, bir konsere veya sinemaya gider gibi bir gün doğumu seyrine gitmek, kültürümüzün bir parçası olamamıştır.
Gün doğumu, sadece bir başlangıçtır. Onu izleyen gün, günü izleyen gurup, onun ardınca gelen akşam ve gece âlemleri, her ânıyla, gören ve düşünen insanlara yeni haberler taşır, doyumsuz hazlar yaşatır. İnsanın bütün duyu ve yetenekleriyle bu olaylar üzerinde yoğunlaştığı an, yaşamaya başladığı andır. Bunun dışındaki zamanların hayattan nasibi var sayılsa bile, bu insanî bir hayat olarak nitelenmeye çok da lâyık olmasa gerektir; çünkü öyle zamanlarda insanın hayat belirtileri bedensel fonksiyonlarla sınırlıdır. Nur’un birinci talebesi Hulûsi Yahyagil “O Nurlarla iştigal etmediğim zamanlar keşke enfâs-ı mâdûde-i hayattan olmaya idiler (keşke yaşanmış olmasalardı).” derken, bu hakikati bütün zerreleriyle yaşamış olmalıdır.
İnsanlar hangi haberin kaçıncı tekrarıyla uğraşırsa uğraşsın; gün doğumları yine her sabah taze bir tebessümle onları hayata çağırmaktan geri kalmıyor. Üstelik bugünlerde onun tebessümünde daha başka gelişmelerin haberi de okunuyor. Bir de kardelenle aralarında bir muhabbet sürüp gidiyor ki, hiç sormayın!
Dünyanın en önemli gelişmelerine gebe olan günlerdeyiz.