TR EN

Dil Seçin

Ara

Sıcak Haberler!

Sıcak Haberler!

Geçerli olan habercilik anlayışı, haber yapmak için uçağın düşmesini yahut bir adamın köpeği ısırmasını bekler. Çünkü, düşmeyen bir uçağın veya bir adamı ısıran köpek haberinin ilgi görmeyeceğini ve okunmayacağını düşünür.

Gerçekten yolunda giden şeyler dikkatimizi çekmez mi? Aksamayan, hayatımızı olumsuz yönde etkilemeyen şeyler bizim için önemsiz midir? Acaba yolunda giden şeyler kimse okumak istemeyeceği için mi haber olmaz ya da haber olarak sunulmadıkları için mi bunlara kimse dönüp bakmaz? Yoksa neyin ilgimizi çekip neyin ilgimize değmeyeceğine bizim adımıza birileri mi karar veriyor?..

Şimdi haber diye sunulan şeylere şu açıdan bakalım: Bir bir savaş çıktığında, bir uçak düştüğünde, arabalar çarpıştığında veya bir cinayet işlendiğinde aslında böyle bir şey ilk defa cereyan etmiş olmaz. Herkes böyle haberlerin yüzlercesini okumuştur. Hatta bu haberleri bir form haline getirip sadece olayın kahramanları, olay yeri, günü gibi unsurların yerlerini boş bıraksanız, o günkü haberlerin çoğu, bu boşlukları doldurarak kolayca yazılabilir. 

Peki, sadece değişen kahramanlarla sürekli tekrarlanan şeyleri her defasında yeni haberler olarak okumak veya dinlemek bize ne kazandırır?..

Biz ömrümüzü böyle sürekli tekrarlanan haberleri izleyerek tüketirken, öte yanda dünya, yeni yeni yaratılışların sahnesi oluyor. Ancak habercilik denilen anlayışta bunlar, insanlara duyurulacak haberler olarak görmüyor.

Her gün yeni bir güneş doğuyor, her an yenilenen harika manzaralar ve eşsiz çiçekler, ağaçlar, böcekler, canlılar sürekli yaratılıyor. Her gün yepyeni bir gün, her gece yepyeni bir gece yapılıyor. Günler, geceler ve içindekiler, hiçbir ânı kaçırılmayacak güzelliklerle gelip geçiyorlar…

Peki tek tek sayılmayı hak eden bu güzellikler, asıl düşünülmeyi, çok çok konuşulmayı, her gün haberler yapılmayı gerçekten hak etmiyor mu!?

Biraz durup düşünsek, asıl hayatımızda yer vermemiz gerekenin bu güzellikler olduğunu göreceğiz. Ayette bahsedilen o dikkatli ve hassas insanlardan olmak için, bu ömrün hakkını vermek için işte yapmamız gereken şey: “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve ‘Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru.’ derler.” (Âl-i İmran, 3/191)

Bir de işin diğer yönü var: “Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki, insanlar onlara sırt çevirir de yanlarından geçip giderler.” (Yusuf, 12/105)

Haberciliğin önemsiz gördüğü şeyler birer ayet… Ya ayetlere sırtını çeviren, yanından geçip giden ne yöne gitmiş olur; ve gittiği bu yolda ne bulur?..

İşte her iki hayatımızda başarı rehberimiz olan Kur’ân, bize hak haberlerini verir, gerçek ihtiyaçlarımızı söyler. Yüzlerce âyetinde, birilerinin ‘haber’ değeri bile vermediği nice olaylara tekrar tekrar dikkatimizi çeker. Bunlar güneş, ay, yıldızlar, gece, gündüz, denizler, bulutlar, yağmur, bahar, doğumlar, koyun, deve, zeytin, hurma, arı, sinek gibi hepimizin gördüğü, bildiği şeylerdir. Birileri bunlara ‘sıradan şeyler’ dese de, Kur’ân bunlara ‘âyet’ der. Bunlar yanından geçilip gidilmeyecek, sırt dönülmeyecek şeylerdir… Bunlar Allah yolunu bulmak ve o yolda kalmak için trafik levhaları gibidir.

İnsanlar hep sorarlar ya: Neden daralıyorum, neden bunalıyorum, içim niçin sıkılıyor?.. Aslında bu durum bir sonuçtur. Göklerin ve yerin âyetlerini görmezden gelen, onlara sırt çeviren bir insan, kendini beşeriyetin duvarları arasına hapsetmiş olur. Hayatımız, her şeyimiz, âlemlerde bir toz zerresi gibi olan bir gezegenin üzerinde, bir anlık bir ömür gibi küçülüyor, anlamını yitiriyor. Bunun faturasını da dünyamızı daraltmak, karartmak ve sonuçta sıkılmak ve bunalmakla ödüyoruz.

Peki ne yapalım? Öncelikle, kâinat kadar geniş bir varlık âleminin bir parçası ve ebedî âlemin yolcusu olduğumuzu unutmayalım. 

İkinci olarak, ‘ayetlere’ ve Allah’ın ayet olarak yarattığı eserlerine yoğunlaşalım. Bunlar trafik işaretleri gibi hak olanları, asıl değerli olanları bize gösterecekler. Böylece bütün âlemlerde haşmetle görünen rahmet ve cemal tecellileri bizim âlemimize de yansıyacak. Ferahı, huzuru yaşayacağız.

Yoksa dünyanın kısır boğuşmalarını âlemimize taşırsak, bu adeta sera etkisi yapacak ve Kur’an nurunu, rahmet tecellilerini görmemizi, duymamızı engelleyecek… 

Huzur arayan, mutluluk arayan, geniş bir âlemde teneffüs etmek isteyen buraya kulak vermeli, yeryüzüne, gökyüzüne dikkat kesilmeli. Ayağımızın altındaki toprakta bitmez faaliyetler var; bakteriler, solucanlar, köstebekler ve nice canlı her an görevleri başında çalışıyorlar. Yerin üstü de öyle, sayısız canlılarla şenlendiriliyor. Her daim yeni yaratılışlar cereyan ediyor gözümüzün önünde. Cansız topraktan canlar fışkırıyor; kupkuru iskeletler gibi ağaçlara can veriliyor, yapraklarla, çiçeklerle bezeniyor. Yeryüzü cennet bahçeleri gibi süsleniyor… Bu manzara karşısında Kur’ân’ın sadâsını işitmemek mümkün mü: “Bak Allah’ın rahmet eserlerine!..” 

Evet asıl haber, sıcak haber Kur’an’da: “Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O her şeye hakkıyla kàdirdir.” (Rûm Sûresi: 50)

Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor: “Sohbette insibağ (boyanmak) vardır.” 

Madem, kiminle beraber olursak onun rengine boyanıyoruz, haber kaynaklarımızı ona göre seçelim.