TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

Klonlamanın sonu, ‘insan çiftlikleri’ mi?

Son zamanlarda bilim-kurgu gerçekten çağ atladı. Eskinin abuk sabuk teknoloji çağrışımlı tenekelerinden kotarılan bilim-kurguların yerini, son yıllarda aklı başında senaryolara dayalı versiyonları aldı.

Geçen yıl Steven Spielberg’in Azınlık Raporu’nda yaptığı gelecekte olması muhtemel gerçeklere dayalı futurizmi, bu defa Michael Bay ‘Ada’ (The Island) filminde yapıyor.

İpin ucunu koyun, kurbağa üzerinde yaptıkları çalışmalardan yakalayan klon araştırmacılarının son sürat çalıştığı klon teknolojisinin nasıl bir neticeye doğru koştuğunu merak edenler için Ada filminin çizdiği resim çok net: ‘insan çiftlikleri’.

Filmin senaryosu, dünyanın en zengin insanları için klonlanan insanların, daha doğrusu ‘ürün’lerin, dış dünyaya kapalı fabrika gibi bir yerde kendilerine ihtiyaç duyulacak vakte dek ‘bekletilmeleri’ üzerine kurulu.

Senaryonun asıl başarısı ise, klonların o mekânda ne tür bir yalan sarmalı içinde yaşatılabildiğinde netleşiyor.

Klonlar ya da yedek parça insanların zihinlerine, en başta, sanal bir hafıza ekleniyor. 8-10 çeşitten oluşan bu hafıza sayesinde klonlar, çok güzel bir çocukluk yaşadıklarını, ama sonra büyük bir âfet sonucunda dünyanın insanın yaşayamayacağı ölçüde büyük bir ‘kirlenme’ye maruz kaldığını sanıyorlar. Hatta kendilerine, sürekli diğer insanlardan daha şanslı oldukları, ‘özel insanlar’ oldukları gazı veriliyor.

Bu sayede klonlar bulundukları yeri terketme arzusu duymuyorlar. Ama sürekli de orada durulmaz ki! Bu klonlara bir de hedef lâzım. Onun da çaresini buluyorlar: Her gün yapılan bir piyango çekilişi sonucunda, klonlardan biri, güya dünyada kirlenmemiş tek yer olan bir adada yaşama hakkına kavuşuyor.

Asıl trajedi de, tam bu noktada yaşanmaya başlıyor. Çünkü bir klonun piyangoyu kazanması demek, kendisi için bekletildiği zengin insanın yaşadığı bir sağlık problemi nedeniyle, onun ameliyathaneye (‘kesimhane’ye mi demeliydim) gönderilmesi anlamına geliyor.

Filmin geriye kalanında iki klonun tutuldukları merkezden kaçması, senaryoya hareketlilik kazandırması ve izlenirliği artırması dışında, doğrusu, ana fikre büyük bir katkı yapmıyor. Fakat kaçan klonların, kendi asıllarını bulmaları ve onlarla yüz yüze gelmeleri, yine de, oldukça ilginç bir görüntü oluşturuyor.

Senaryo yazarının çok isabetle tespit ettiği gibi, bu şirketin başındaki kişilere göre, klonlar insan olmadıkları gibi, bir ruha da sahip değiller. Yalnızca ama yalnızca bir üründen ibaretler. Bu bakış açısı, insan çiftliklerini, bir hayvan çiftliğinden farksız kılmaya yarıyor. Ne ki onların bu yaklaşımı, klonların da kanlı canlı bir insan oldukları gerçeğini değiştirmiyor.

Doğrusu, dünya, endüstri devrimiyle insanın manevî anlamda bir yedek parça gibi kullanılmasına tanık oldu; ama filmdeki insan çiftliği gibi fiziksel anlamda da yedek parça oluşuna hiç tanık olmadı.

Eğer klonlama üzerinde devam edegelen çalışmalar bu hızla sürerse, yakın bir gelecekte dünyanın farklı bölgelerinde ne yazık ki Ali Baba’nın Çiftliği’ne artık insanların da dahil olması hiç de uzak bir ihtimal değil!

 

***

 

“Eğer bir insan üniversiteden çıktıktan sonra, öğreneceği daha çok şey olduğunu öğrenebilmişse, yüksek öğrenim yapmanın bir zararı yoktur.”

— W. Longfellow’un biraz mizah kokan bu uyarısı, özellikle yığınla gencin üniversite kapısına dayandığı ülkemizde ciddiye alınmalı.

 

***

 

Televizyon seyretme klavuzu

Eskiden sadece çamaşır, bulaşık makinesi gibi ürünlerin kılavuzu olurdu. Şimdilerde her şeyin bir kılavuzu var. Başarılı, mutlu ya da konsantrasyonu yüksek birisi mi olmak istiyorsunuz; o zaman kişisel gelişimcilerin hazırladığı kılavuzlara bir göz atın. Ama kendinizi çok kaptırmayın. Çünkü her kılavuz her şeyi kuşatamayabilir. Şimdi sizin için hazırladığımız ‘televizyon seyretme kılavuzu’na da bu gözle bir göz atabilirsiniz:

- Televizyon bir seyir âletidir ve seyretmek insan için pasif bir faaliyettir. Televizyonun karşısına bunu bilerek oturun, hatta mümkünse oturmayın.

- Mekân ile algı arasındaki ilişkiyi hatırlayarak, onu asla salonunuzun baş köşesine koymayın. Çünkü zamanla istesek de istemesek de, televizyon zihinlerimizin baş köşesine oturur.

- Aksiyonuyla, anlık facia görüntüleriyle, duygusallıklarıyla.. televizyon her nerede olursa olsun dikkatleri kendi üzerine çekmeyi başaran afacan bir çocuk, bıçkın bir delikanlı ya da kıskanç ve ihtiraslı bir kadın gibidir. Onun olduğu yerde, diğer kişilerle insanî bir ilişki geliştirme imkânı yoktur.

- Televizyondan en olumsuz etkilenenler, televizyon dışındaki hayatında da ‘seyirci’ olmayı sürdürenlerdir. Gün içinde okulda, evde, sokakta, işyerinde ne kadar kaliteli ilişkiler kurulmuş ve yaşanmışsa, televizyonun olumsuz etkisi de o kadar az olur.

- Televizyon etrafında dönen efsanelere karşı dikkatli olun. Belgesellerin en çok izlenilmesi gerektiği biçimindeki bu tür efsanelere uyduğunuzda, seyrettiğiniz tek şeyin, sadece günün büyük bölümünü uyuyarak, az bir bölümünü de avlanmayla geçiren aslanlar olmaya başladığını hayretle fark edebilirsiniz.

- Mümkün olduğunca televizyonu da, müzik dinleme kurallarına göre seyretmeye çalışın. Nasıl günün farklı saatlerinde ruh hallerine göre farklı müzik türleri dinlenmesi uygunsa, televizyon programlarını da ruh halinize göre seçmeye çalışmalısınız. Söz gelimi, beden ve zihince çok yorulduğunuz bir günün akşamında, soluk alarak asla seyredemeyeceğiniz bir aksiyon filmi, sizin yorgunluğunuzu tükenme noktasına taşımaktan başka bir işe yaramayacaktır.

- Haber programları arasında şuursuzca zapping yapmaktan özellikle kaçının. Çünkü haber, özünde, yolunda giden pek çok şeyin arasında yolunda gitmeyenler arasından derlenen bir seçkidir. Sürekli bu tarz haberlere maruz kalmak, sizi en iyi ihtimalle kötümserliğe, en kötü ihtimalle intihara sürükler.

- Televizyonun karşısında tek başınıza mı, arkadaşlarınızla mı, ailenizle mi olduğunuza muhakkak dikkat edin. Tek başınıza iken uygun olabilen bir program, ailenizle birlikte olduğunuzda pek tabii ki uygun olmayabilir.

- Son olarak, televizyonun kontrol dışı bir biçimde sürekli açık olmaması hususunda çok dikkatli olun. Özellikle evde aile içinde seçilen bir programı ya da filmi o günün bir faaliyeti olarak seyretmeniz uygun olabilir. Ama kararlı bir şekilde düğmeyi açmaya uzanan elinizi, aynı kararlılıkla düğmeyi kapatmaya da uzatmayı unutmadan...

 

***

 

Bildiğini bilenin arkasından gidiniz,

Bildiğini bilmeyeni uyarınız, 

Bilmediğini bilene öğretiniz,

Bilmediğini bilmeyenden kaçınız.

 

— ‘Bilgi’ ile ‘şuur’ arasında kurulan ilişki sayesinde dört ana insan grubuna işaret eden bu sözde, günümüzde yeterli görülen ‘bilme’nin, ‘bildiğini bilmek’le taçlandırılmadıkça eksik kalacağı ferasetle vurgulanıyor.

 

***

 

Okumanın ölçüsü

“Yalanlamak ve reddetmek için okuma!

İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma!

Konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma!

Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku!”

 

— F. Bacon, ‘okuma’nın ardında olması gereken ‘doğru niyet’ ve ‘duruş’u gayet yerinde ifadelerle belirtiyor.

 

***

 

Bir Dua

“Zihnimle yaptığım zorbalık için,

Sözle yaptığım zorbalık için,

Bedenimle yaptığım zorbalık için

Senden af diliyorum Allahım!”

 

***

 

Herkes Bilmeli...

“Pek çok şeyi tecrübeyle öğrenir insan.” denir ki, doğrudur gerçekten. Ama bunun için insanın kendi üzerinden zamanın öylesine geçip gitmesine izin vermesini anlamamak gerekir. Tecrübe, biraz da, yaşanılanın önünden yapılan zihinsel hazırlıkla ilişkilidir. Aşağıdaki gibi incelikli sözleri zihninin bir tarafına kazıyan kimselerin hayattan edindikleri tecrübe ile böyle yapmayanlarınki elbette bir olmaz. Tıpkı derse ön hazırlık yaparak gelen öğrenci ile hiçbir hazırlık yapmadan gelen öğrenci gibi. İyisi mi siz hazırlıklı olun; şimdilik bunun için yapmanız gereken sadece aşağıdaki ‘kulağa küpe’ sözleri, zihninizin bir tarafında kayıt altına almak:

Geleceğe bakınca hiç gelmeyecekmiş gibi ama geçmişe bakınca bir göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş gibi gelen şu ömürde, herkes bilmeli;

Hiç kimsenin başkalarının kendisini sevmesini sağlayamayacağını, sadece başkalarının kendisini sevmesine izin verebileceğini...

Affetmeyi öğrenmek için bol bol affetmek gerektiğini...

Sevdiği dostlarının kalbinde büyük bir yara açmasının birkaç saniyelik iş olduğunu, ama onu tedavi etmenin yıllar alabileceğini...

Zenginliğin ‘en çok şeye sahip olmak’ değil, ‘en az şeye ihtiyaç duymak’ demek olduğunu...

Kendisini gerçekten seven insanların varolacağını, ama bunu nasıl göstereceklerini bilmiyor olabileceklerini...

İki insanın aynı şeye bakıp farklı şeyler görebileceklerini...

Bir kimsenin diğerini affetmesinin yeterli olmadığını, aynı zamanda kendisini de affetmesi gerektiğini...