“MUTLULUK NE ALÇAKTA NE YÜKSEKTE, İNSANIN BOYU HİZASINDADIR.”
Şu dünyada mutluluktan çok, mutluluğun umuduyla yaşarız belki de. Evlendikten sonra, bir çocuğumuz doğduktan, hatta ardından bir tane daha olduktan sonra hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi. Sonra çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar, onlar büyüyünce mutlu olacağımıza inanırız. Bakın, Murathan Mungan bu gerçeği hangi veciz cümleler ifade ediyor:
“Mutluluk yoldur. Sahip olduğunuz her anın kıymetini bilin. Unutmayın, zaman hiç kimse için beklemez. Öyleyse, okulu bitirene kadar, 100 milyar kazanana kadar, çocuklarınız olana kadar, çocuklarınız evden ayrılana kadar, işe başlayana kadar, evlenene kadar, Cuma gecesine kadar, Pazar sabahına kadar, yeni bir araba ya da ev alana kadar, borçları ödeyene kadar, ilkbahara kadar, yaza kadar, sonbahara kadar, kışa kadar, maaş gününe kadar, şarkınız söylenene kadar, emekli olana kadar, ölene kadar... mutlu olmak için, içinde bulunduğunuz “an”dan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin.
Mutluluk bir varış değil, bir yoculuktur.
Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta...
Oysa, mutluluk insanın boyu hizasındadır.
Unutmayın, yarın kimseye vaad edilmemiştir.”
***
“Taş Devri taşlar bittiği için değil, mantıklar değiştiği için bitti!”
— Deniz Gökçe bu sözüyle kimleri hedef alıyor bilinmez ama, kelimenin ilk anlamının ötesine geçemeyen ‘zeki’ birilerine taş attığı belli.
***
İNSANLIK BUGÜN DE PARA KARŞISINDA DEĞER KAYBETTİ.
***
“Dilden başka uzun süre zindanda tutulmayı hak eden başka bir şey yoktur. Allah onu iki dudağın ve dişlerin arasında yarattığı halde, yine de kapıyı açar ve uzun uzun fuzuli yere konuşur.”
— Muhyiddin Arabi’nin bu sözüne, kapağıyla yaratılan başka bir organı, gözü de eklemek herhalde mümkün.
***
Tümer: “Bu Benim Son Şansım”
Onu, ilkin maç sonlarında neredeyse bir teknik direktör kıvamında demeçler verdiğinde farkettik. Pek çok futbolcunun maç sonrasında yüzüne uzatılan mikrofona sanki bant kaydı intibaı veren “İyi oynadık kazandık.” ya da “Bu maç bitti, bir sonraki maça bakacağız.” türü iki üç kelimelik ezber cümlelerinden farklı cümleler kuruyordu.
Ve bu haliyle, bir umut ışığı çakmıştı gönüllere. Sanki, Türkiye’de pek alışık olmadığımız farklı bir ‘futbolcu tipi’nin ilk habercisiydi: Düşünen ve ne konuştuğu bilen futbolcu!
Asıl yıldızının parlamasıysa, Dünya Kupası eleme maçlarına rast geldi. Ersun Yanal ayrılmış, Fatih Terim başa geçmişti. Çok zorlu üç dört maçlık bir seri öncesiydi. En küçük bir hata, finalleri ulaşılmaz bir noktaya taşıyabilirdi. İşte, o günlerde, Tümer Metin bir basın toplantısı düzenledi ve şunları söyledi:
“31 yaşımdayım. Milli Takımımız benim de oynadığım dönemlerde Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası finallerine katıldı. Ancak ben hayatımda hiç Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası maçı oynamadım. Belki de bu futbol hayatımdaki son şans olacak. Dünya Kupası finallerine katılmayı herkesten daha fazla istiyorum ve gideceğimize yürekten inanıyorum.”
Hayatta iki kelime,—‘son şans’ ve ‘inanç’—ancak bu kadar mükemmel şekilde bir araya gelebilirdi. Tümer, oynadığı üç maçta da hayatî goller atarak, hem inancının meyvesini topladı, hem de son şansını çok iyi kullandı.
İşte inancın gücü!
İşte inancın insana kattığı!
Eğer her birimizin kalbi de, Tümer’inkisi gibi, samimi bir arzuyla dilinin tam arkasında durabilse, Kudret Eli, geleceği, aynen dilin söylediği şekilde yaratmaya elbette muktedir.
Görebilene ne mutlu!
***
Bugünlerde...
Bugünlerde, evlerimiz daha büyük, ama ailelerimiz daha küçük.
Konforumuz arttı, ama zamanımız daraldı.
Uzmanlıklar arttı, ama sorunlar çoğaldı.
İlaçlar çoğaldı, ama hastalıklar arttı.
Harcadığımız para arttı, ama gülümsemelerimiz azaldı.
Tanıdıklarımız arttı, ama dostlarımız eksildi.
Çabalarımız arttı, ama mutluluklarımız azaldı.
Akşam geç yatıyor, ama sabah yorgun kalkıyoruz.
Az kitap okuyor, ama çok televizyon seyrediyoruz.
Daha çok plân yapıyor, ama daha az sonuç alıyoruz.
Varlığımızı artırdık, ama değerlerimizi yitirdik.
Tribünleri doldurduk, ama gönülleri boşalttık.
Para kazanmayı öğrendik, ama yuva kurmayı beceremedik.
Atomu parçaladık, ama önyargılarımızı yıkamadık.
Acele etmeyi öğrendik, ama sabırlı olmayı öğrenemedik.
Hayata yıllar ekledik, ama yıllara hayat katamadık.
Havayı temizledik, ama ruhları kirlettik.
***
ÇOCUKTAN, ANNE BABAYA ÖĞÜTLER
Bana her istediğimi verme. Bazen yalnızca neler koparabileceğimi görmek için isterim.
Emredip durma.
Emretmek yerine tavsiye edersen daha çabuk yaparım.
Benden neler istediğine dair fikrini değiştirip durma.
Bir karar ver ve ona sadık kal.
Sözünü tut.
İyi de kötü de olsa tut.
Bir ödül söz verdiysen onu alayım.
Ceza ise vaad ettiğin, onu da uygula.
Beni başkalarıyla karşılaştırma.
Hele kardeşlerimle asla.
Benim daha iyi ve akıllı olduğumu söylersen öbürü alınır.
Kötü ve aptal olduğumu söylersen ben incinirim.
Bırak kendim başarabildiğim kadar yapayım.
Ancak bu şekilde öğrenebilirim.
Benim için her şeyi sen yaparsan, kendim için hiçbir şey yapmayı öğrenemem.
Hatalarımı başkasının yanında düzeltme.
Yanımızda kimse yokken anlat bana doğruları.
Bana bağırma.
O zaman benim de içimden bağırmak geliyor.
Halbuki ben bağırmak istemiyorum.
Benim önümde yalan söyleme ve seni kurtarmak için yalanlarına katılmamı bekleme.
Bu sana yardım gibi gözükse de, ben kendimi aşağılanmış hissediyorum.
Yanlış bir iş yaptığımda, bana niçin yaptığımı sorup durma.
Bazan bilmiyorumdur.
Yanıldığın zaman hatanı kabul et.
Bu, senin hakkındaki düşüncelerimi zedelemez.
Benim de hatalarımı kabul etmemi kolaylaştırır.
***
BİR DUA
“Ey Rabbim! Ben hakkında bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum.”
***
KİTAP OKUMA KILAVUZU
Kitap, ‘kâinat’ın akıl ve kalp süzgecinden geçirilerek yeniden üretilmiş başka bir formudur bir bakıma. Kendisi de bir tür ‘kâinat’tır o yüzden; hatta bildiğimiz kâinattan fazlasıdır.
Başka bir ifadeyle, kitap kâinatın yazıya geçirilmiş şeklidir. Kitap ile kâinat arasındaki bu geçişlilik, kitabın da aynen kâinat gibi durmadan yenilenmesini ve tazelenmesini icap ettirir.
Anlam nedir denirse, kitabın ruhudur o. O ruh, kendisine beden giydirmesi için daima bir sanatkâr arayışı içindedir. Ancak o anlamı göğüsleyebilecek kadar şiddetli ona ihtiyacı olan bir “ihtiyaç sahibi” bu işi başarabilir. Bu iş başarıldığında ise, anlam mürekkeple buluşmuş, satırlara düşmüş, sayfalara dönüşmüş, iki kapağın arasında muhafaza olmuş olur.
İşte kitap böyle bir şeydir. O sebeple, onu okumak için kılavuz yazmak hiç de fuzulî sayılmamalıdır:
- Kitapların çeşit çeşit olduğunu fark edin. Kimi vardır tenden içeri girmez; kimi vardır ruha işler. Ruha işlediğinde, satırlar üzerinden kayıp giden yazıya kaptırıverirsiniz kendinizi. Sonra yazı da yok olur, yazıya bakan göz de... Artık biri insan öteki kitap bedeni giyinmiş iki ruhun halleşmesi kalmıştır geriye.
- Kitaplar arasındaki bu çeşitliliğin (farkın), onların okunuş biçimlerini de değiştirdiğini görün. Meselâ, bazı kitaplar okunmaz sadece gözle taranır; bazı kitapların sadece içinden seçilen bir bölümü okunur; bazı kitaplar da vardır ki, her bir cümlesi üzerinde pek çok kez durulur, düşünülür.
- Kitap okumanın risklerine hazırlıklı olun. Çünkü kitap bir kâinatsa, tıpkı kâinat gibi bir an gelir meydan okur, bir an gelir şefkatli bir anne gibi sarar, bir an gelir aklınızı başınızdan alır, bir an gelir yere çiviler. Ama iyi bir kitap, daima, okuyucunun kalp ve akıl dünyasında yepyeni çalkantılar meydana getirir ve bu çalkantılar sonrasında onu yeni mertebe ve makamlara eriştirir.
- Kitap okumanın kendine göre bir ölçüsü olduğunu unutmayın. Okumak ne yalanlamak ve reddetmek; ne inanmak ve her şeyi kabullenmek; ne de konuşmak ve nutuk çekmek için olmalıdır. Okumanın olması gereken ölçüsü, sadece tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için okumaktır. Sağlam bir kitabın karşısında, sağlam bir kişilikle durmak lâzımdır.
- Kitaplarda olup insanlardan öğrenemeyeceğiniz, insanlarda olup kitaplardan öğrenemeyeceğiniz şeyler olduğunu bilin. Yalnız kitapların insanlardan farkı, onu yalnız başınıza okursunuz. O yüzden, bir insana bakarken ondan çekinebileceğiniz ya da ona öfkelenebileceğiniz gibi, kitaptan çekinmez ya da ona öfkelenmezsiniz. Kitap, araya nefsinizi koyacağınız bir ortamın oluşmasına imkân vermez. En azından bu yönüyle, insan-insan iletişiminden daha sorunsuz bir iletişim sağlar.
- “Çok satanlar” listesinin, her zaman “çok okunması gerekenler” listesi olmayabileceğinin farkında olun. Okumak bir moda değil, bir hayata katılım biçimidir. Kitabı okutan şey, bu katılımı ne ölçüde kaliteli kıldığıyla ilişkilidir. Gerçek bir kitap, okuyucuyu, mevcut halinden alır, onu bir üst düzeyde hayata yeniden katar. Asıl okunması gereken kitaplar da bunlardır. O yüzden, okumak için bir kitap seçmeniz gerektiğinde, bilboardları değil, inandığınız bir dostunuzun tavsiyesini dikkate alın.
- Kitap okumayı asla bir fetiş hale getirmeyin. Hayat, bir yere kapanıp sadece kitap okumakla tüketilecek bir şey değildir. Eğer bir insan kendisini bir odaya hapsedip hayatının geriye kalanını kitap okumakla geçirmeyi deneseydi, en başta, hareketsizlikten ölürdü. Kitap okumak insan için, nefes almanın, bir dostla halleşmenin, çalışmanın, ziyaret etmenin, uyumanın, yemek yemenin.. dışında yapılan ve yapılması gereken bir şeydir. Çok şeydir, ama asla her şey değildir. Kitap okuyan insan, her şey bir tarafa, okuduklarıyla amel etmek için kitabın dışındaki dünyaya adım atmalıdır.
- Her şeyin kitaplarda yazmadığını bilin. İnsan için okumanın pek çok türü vardır. Kitap okumak onlardan sadece biridir. Dolayısıyla değişik okumaları öğrenin: beden dili okuması, yüz okuması, mimarî okuması, tabiat okuması...
- Ve aslında bütün kitapların tek bir Kitabı okumak için olduğunu asla unutmayın. Tüm kitaplar kâinatın tazeliğini yakalamaya çalışır, onun ardından gider. Fakat Kur’an-ı Kerim’in kendisi tazedir. Sanki kâinat onun tazeliğini göstermek için yeniden yeniye yaratılmaktadır. O bakımdan, bir okuyucu olarak okumalarınızı er ya da geç ‘Kur’an okumaları’ düzeyine çıkarmaya gayret edin.
***
“Bilginizi bilgisizlik, inancınızı şüphe haline sokmayın. Bildiniz mi tutun; inandınız mı yapın.”
— Hz. Ali’nin bu sözünde, ameli olmayan bilginin bilgisizliğe, yine ameli olmayan inancın da şüpheye dönüşeceği isabetle vurgulanıyor.