‘Mezar’ kelimesi ‘ziyaret edilen yer’ demektir. Lügatlerdeki bu mânâya küçük bir ilâve yapmak isterim: ‘Mezar: [Herkes tarafından eninde sonunda] ziyaret edilen yer.’
Bu bayram, o kadar istediğim halde babamın ziyaretine gidemedim. Dünya türlü türlü gaileleri ile, ne bayram ne mübarek gün dinliyor. Mezardakileri geçip gittiğimiz gibi, hayattakileri de unutuveriyoruz bazen. Oysa Fatiha bekleyen bir kabir ehli kadar, merhaba bekleyen ne ahbablar var. Umarım kusurunu görmek bir pişmanlık tövbesi sınıfına girer de, tutunacak bir dal olur bize. Bayramlar böyle, bir yandan kanayan yaralarımıza merhem sürerken, bir yandan da hâlâ acıyan bir yaramız olduğunu hissettiriyor. Geriye kaç bayram kaldı dersiniz? Kimbilir...
Eğer geride bıraktıkları candan sevenleri varsa, mezardakileri daha şanslı gördüğüm oluyor bazan. Çünkü sevenlerinin ettiği dualar, yaptıkları hayırlı işler mezardakilere de ulaşır. Bizim ölülerle böyle bir ortaklığımız vardır. Onların amel defterlerinin sevap sayfaları hep açık kalır.
Hz. Peygamber (sav) bir hadislerinde “Kim bir kabristandan geçerken üç defa; ‘Yâ Rab! Peygamberimizin (sav) şefaati hürmetine, bu kabristanda yatan mevtaların, kabir azapları var ise, kaldır.’ derse, Allah o kabristandan kırk yıl kabir azabını kaldırır.” diyor. Aklımız bir anda böyle bir rahmeti kavrayamayabilir. Ama söyleyen Resulullah, affeden de Rabbimiz olduktan sonra, akıl anlasa da anlamasa da ne gâm. Allah affetmek için bahaneler yaratır. Biz kendimize şunu soralım: Bu kolay duayı kaç kabristandan geçerken ettik?
Mezar taşlarında sıklıkla rastladığımız bir dua vardır: “Yolcu, ziyaretten maksat bir fatihadır.” Geçenlerde bir sohbet sırasında, “ölülerin ardından edilen duaların, dua edene de bir faydası var mı?” diye sordu sevdiğim bir dost.
“Elbette” dedim. Okunan dualar, yalvarışlar, o nurlu Fatihalar, okuyanın kalbinde ve ruhunda manevî bir zevk bırakıyor. Şöyle düşünün: Birisine bir hediye verdiğinizde kendinizi hoşnut hissetmez misiniz? Ölülerimize ettiğimiz dualar da onlar için hediyedir. Üstelik bizim verebileceğimiz, onların da alabileceği yegâne hediye..
Dünyanın yolları ölümle bitiyor, mezarda birleşiyor. Götüreceğimiz tek şey yaşadıklarımız ve iyiliklerimiz. Gerisi burada kalıyor. Bazen hiç ama hiç, duaya istekli bir hâlim olmamasına rağmen, kabirdeki dostlarımızın mânevî ihtiyaçları hatırıma geliyor, bari onlara bir faydam dokunsun diye, dilim mırıldanmaya başladığında, içimde bir duygu seli coşup, akıyor. Emin olun en sıkıntılı haller yerini feraha ve sevince bırakıyor. Bundan da duaların adresine ulaştığına inanıyorum. Onların yaşadıkları hâl, dalga dalga kabir âleminden kalbimize doğru yansıyor, yayılıyor.
Hz. Peygamber bizi vefat etmiş dostlarımıza duaya teşvik için: “Sevdiklerinize ettiğiniz dualar, onlara nurdan bir tabak içinde takdim edilir.” diyor. Dilimizi her halde ve her şartta, duadan kesmemek gerek. Duada, hiçbirimizin tahmin edemeyeceği müthiş sırlar var. Rabbimize karşı görev bilinci içinde âcizliğimizi ve zayıflığımızı ilân ederken, kıvrana kıvrana kıvamın zirvesine ulaştığımız bir güzelliktir dualar.
“Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” sırrınca, madem bizim hatırımıza sevdiğimiz dostlarımız için dua etmek, onlar için hayır istemek duygusu veriliyor; bu istemenin karşılığı mutlaka yine isteten tarafından verilecektir. Yeter ki, biz en saf ve en temiz duygular içinde Rabbimize yönelmiş olalım. Bugün bana, yarın sana. Kabrin arkasında milyarca insan bizden dua bekliyor, tek ümitleri sevdiklerinin kalplerinde yaşattıkları hayırlardır.
Evet, dua yaşayanlar için de, kabirdekiler için de bir fırsattır. Dua, tutunacak bir daldır. Şimdilik yaşayanlar olarak bu son fırsatı kaçırmamak, bu dala sıkıca tutunmak dileği ve duası ile hepimizin Hicrî yılı mübarek olsun, yeni sayfalar, yeni hayatlar ve yeni başlangıçlar dolsun hepimiz için..