Depremde vefat eden tüm şehitlere, Fatiha’larla...
Ölümlü dünyada ölümsüzlüğü arıyoruz. Belki kimimiz gayet ciddi, kimimiz umutsuzca, ama hepimiz ölümsüzlüğün izini sürüyoruz. Bunca insan yaşamış dünyada, hiç şüphesiz bizden daha akıllı ve daha gayretli olanları vardı içlerinde. Hepsi bir şekilde bu ölümlü dünyada ölümsüzlüğün yollarını aradılar: Keşifler yaptılar, şiirler, romanlar yazdılar, savaşlar kazandılar... Ama ölüm kimseye ayrıcalık tanımadı, tanımıyor. Vakti geldiğinde gitmemek olmuyor.
Hayat, hep bir yerden kanatıyor içimizi; ne kadar unutmaya çalışsak beyhude, biliyoruz ki o tükeniyor. Günler günlere, yıllar yıllara ekleniyor; yaşadığımız onca şey güzelliklerinin yanısıra, ömrümüzün nasıl azalmakta olduğunu da hatırlatıyor. İnsanız sonuçta ve göz göre göre hayatın elimizden kaçıp gitmesine razı olamıyoruz.
Bilemiyorum! Otuz yıldır ölüm üzerine düşündüğüm ve yazdığım halde bu sırrı hâlâ tam anlayabilmiş değilim. Şair Orhan Veli’nin dediği gibi, ‘belki çok şeyler hissediyoruz da anlatamıyoruz.’ Ölüm bir perde ve kendimizi güçlü hissettiğimiz zamanlarda o perdeyi aralamaya çalışmaktan, o sırrı kurcalamaktan zevk alıyoruz. Güçsüz anlarımızda ise düşünmekten kaçıyoruz. Hz. Peygamber (sav) “Ölüm büyük şey.” diyor. Yine, “İnsanın, canını Rabbine hediyesidir.” diyor ölüm için. Bunları hatırladığımızda bir çiçek yüzümüze gülüyor, karanlıkta bir yıldızın bize göz kırptığını görüyoruz. Bir çiçekte cennetin renkleri açıyor, bir yıldızda ötelerin müjdesi parlıyor ışıl ışıl. Ölüm hayatı, hayat ölümü sevdiriyor böyle zamanlarda. Ama ne kadar az hatırlıyor ve ne kadar az yaşıyoruz böyle ânları.
İnsan, kendi ölümüne ağlayamaz sanırız. Başkalarının ölümünde hep kendi ölümümüzü de düşünüyorsak, sevdiğimiz insanların ardından döktüğümüz gözyaşları, bir parça da kendimiz için akmıyor mudur?
Buruk bir kalple bakarız eski, sararmış fotoğraflara. Bu insanlar da yaşamışlardı bir zamanlar. Şimdi yalnızca fotoğraflarda donmuş bir gülümsemeden ibaretler. Her şey bir yalandan mı ibaret?
Ama hayır, onlar ölmediler, yaşadıkları her ânları ile ebediyete taşındılar. Kendilerine tanınan bir süre, hayat sahnesinde göründüler. Şimdi ebedî bir âlemde yaşamaya devam ediyorlar. Bu müjdeyi hissettiğimiz ânda üzerimizden diriltici bir akım geçiyor âdeta. İçimizin ışığı sönmemiş, vicdanımızın pusulası şaşırmamışsa eğer, bu müjdeyi duymamak mümkün değil. Nice insanlar gördüm, yakınlarının vefatında elleri iki yana düşmüş, çaresizlik içinde, ama pek çoğu düştükleri yerden kalkmasını bildiler. Allah’ın yardımı ile ölüm yaşayanlara yepyeni imkânlar ve hamleler sundu hep.
Bunun en canlı örneğini, yakın zamanda yaşadığımız zelzelelerde görmedik mi? İbret almasını bilen için her düşüş, bir kalkışın bir direnişin ümidi oldu. Onca olumsuzluk içinden bunca harikalar filizlendi.
Gece ile gündüz, kahır ile lütuf, ölüm ile hayat ard arda geliyor hep. Dertler dermanla beraber geliyor. Hiç tanımadığı bir kardeşi için tâ ötelerdeki birinin gözünden dökülen yaş, Allah katında en değerli bir hediye oluyor. Sakın ola ki şaşkınlığa düşüp de kendimizi kaybetmeyelim. O’nun katında insanın her acısı, her duası, yaşadığı kâinat kadar kıymetli. Başka mertebeler, başka dereceler aramaya hiç gerek yok.
Yüce Yaratıcı güzel olduğu için yaptıkları da, yarattıkları da çirkin olamaz. Hayat güzel olduğu gibi ölüm de güzeldir. Öyleyse nedir ölüm? Arınmanın, saflaşmanın ilk adımıdır. Daha güzel bir âleme geçmek için kozasından çıkan bir kelebek misali; ölüm ile bu hayattan soyunan ruhumuz, bekleme salonu hükmündeki kabir alemine bedeninin ağırlığından kurtulup da giriyor. İşte bu yeni hâl ve değişim karşısında yaşanan şaşkınlığı anlamak zor değildir. Çünkü o an insan, dünyada alıştığımız hiçbir şeyle kıyaslanamayacak yeni bir oluşumun eşiğindedir. Her insan bu tecrübeyi yaşayacaktır, çünkü yaratılış gayesi bunu gerektirmektedir. Çekirdeğin gayesi ağaç ise, ağacın gayesi meyvedir. Çekirdeğin ağaç ötesi bir gayesi olur da, insan çekirdeğinin bu hayatın ötesi için bir gayesi olmaz mı?
Bu günah ve hatalarla dolu hayat ile Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağım diye endişe edebiliriz. Bunu hepimiz yaşıyoruz. Ancak Rabb’imizden gelen şu müjdeyi göz ardı etmeyelim lütfen: “Ey benim kendi kendini tüketen kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar; şüphesiz O, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Zümer-53) Bu müjdeler göz önünde dururken ümidimizi kaybedip de şeytanı sevindirmeyelim. Bir ömür hatayla günahla geçmiş, ömrün kara tahtası baştan aşağı yanlışlarla dolmuş olsa da, bir tövbe silgisi ömrün karatahtasını temizlemeye yetiyor. O, rahmeti sonsuz olan, son nefesine kadar her insana bu hakkı, bu fırsatı tanıyor. Korkular ümitle yenilir, sevgiler ümitle coşar, tövbeler ümitle yeşerir ve hayat işte böyle güzelleşir. Rabb’ini tanıyan, zihin karışıklığı yaşamayan, her türlü itiş kakışa rağmen hayatın deli dolu akışına kapılmadan kendi yolunda yürüyenler, dünyadaki beklentilerinden çok daha fazlasını ötelerde bulacaktır.
“Kim bu ölüm?” diye sormuştuk. O, geçici bir hayat ile sonsuz bir hayat arasında köprüdür sadece. Bir evden diğer eve.