TR EN

Dil Seçin

Ara

Beden Çürüse de... / Ölüm Son Değildir

Sana ruhtan soracaklar. De ki, o Allah’ın bir emridir ve insanlar ondan çok az şey bileceklerdir.”

— İsrâ Sûresi, 85

 

Bu Dünya hayatı akıp giden bir nehir gibidir. Şu gökyüzü, şu ayağımızın altındaki toprak, şu gece ve şu gündüz..

Her şey akar!

Saatler akar, günler ve mevsimler de öyle. İnsan bu akıp giden kâinatın içinde sabit kalır mı dersiniz? Yo, hayır! Bir nehirde iki kez yıkanamazsın.” diyen filozofu haklı çıkaracak ne çok örnek barındırır hayat. Her şey gibi insan da akar. O da değişir, gelir ve geçer.

Dünya durmaz gider, insan da beraber gider.

Yaradanın, hücre hücre inşa ettiği bedenimiz, üzerine titrediğimiz şu ten, şu vücud, hiçbir zaman durmaz, hiçbir zaman sabit kal(a)maz. Hücreler ölür, yerlerine başka hücreler gelir. Neredeyse her beş yılda bir— beynimizdekiler hariç—tüm vücudumuz değişir. Topraktan alınıp binlerce imbikten geçirile geçirile bir insan bedeni hâline getirilen zerreler—bütün sonradan bir araya getirilmiş şeyler gibi—bir gün dağılır ve aslına döner. Geriye ne kalır? Geriye şu etten kemikten ten libasını; gören, işiten, seven, koşan, yürüyen, düşünen, resim yapan, beste yapan, ağlayan, gülen, ibadet eden, hasılı insan yapan ruh kalır. O ruh, bu kâinatın kumaşından değildir çünkü. Ne topraktan gelmiştir, ne de toprağa dönecektir. Ayakları toprağa basmak zorunda olan bir beden içinde, göklere namzet bir sır taşır insan.

O, etin ve kemiğin ardındadır. Bu annem, bu babam, bu en sevdiğim arkadaşım, bu benim evladım.. diye türlü türlü bağlar kurduğumuz insanlar, onlara dokunabildiğimiz haliyle bir tenden ibarettir ama, onları bizimle bağlayan asıl ruhlarıdır. Ve topraktan gelen beden, bir gün toprağa karıştığında geriye o ruhlar kalır. Beden çürüse de, ruh bakîdir.”

Bugün öpüp kokladığımız, sarıp sarmaladığımız bedenler, geldikleri toprağa karışıp gidecekler. Ölüm, kat kat giyindiğimiz elbiseleri sırtımızdan bir defada çıkaracaktır. Toprağa karışan tenimiz, çıkarıp bir kenara bıraktığımız elbiselerimizden farklı değildir aslında. Ya da kırılan bir ampulü düşünün. Az zaman önce odamızı aydınlatan ışık, ampulün kırılmasıyla birlikte yok olmamıştır aslında, kaynağına geri dönmüştür.

Yıllarca kullandığımız, hizmetimizi gören sıradan bir eşyamızı bile kaldırıp bir kenara atamıyorken, kendi beden elbisemizin eskimesi ve toprak olması, sinesinde uyuduğumuz, avuçlarına sarıldığımız bir başka bedenin toprağa karıştığını görmek, elbette insana zor gelir. Ama her şey akar. İnsan da, akıp giden bu her şeyle birlikte akar. Bir nehrin, dağların eteklerini aşıp, derin vadilerden çağlaya çağlaya akması gibi hayat, okyanusuna doğru yol alır. Bu fâni dünya, bir han misali misafir ettiği yolcularını ebediyete uğurlarken, kapılarından yalnızca ruhların çıkıp gitmelerine izin verir, çünkü buraya aslında bir ruh olarak gönderilmişizdir ve buradan bir ruh olarak gideriz. Ebedî bir memlekette, ebedî bir elbiseyi giymek üzere ayrılırız dünyadan.