TR EN

Dil Seçin

Ara

Ölmek De Yok, Dönmek De Yok… / Ölüm Son Değildir

Yazmayı hiç düşünmediğiniz yazılar vardır gün gelir yazmak zorunda kalırsınız. Veda yazıları gibi, ayrılık yazıları gibi..

Hiç tahmin etmediğiniz birinin ardından, hiç tahmin etmediğiniz bir zamanda yazarsınız. Acıyla yoğrulur kelimeleriniz. Kelimeleriniz yüreğinize batar. Batan yerlerinden damla damla başka kelimeler akar yüreğinize, ve onlar da batar.. Siz yazarsınız; yazmayı hiç düşünmediğiniz yazılar olsa da, gün gelir onları da yazarsınız.

Daha önce de yazmıştım aslında. Amcam için, babaannem için ve babam için.. Belki başkaca da yazacağım. Hayat bu, tahmin etmek zor değil.

Ama tam on yıldır yürek yüreğe yaşadığımız sevgili dostumuz Hüsamettin Canan’ın ardından yazacağımı elbette düşünemezdim.

Böyle ansızın olacağını, böyle erken.. Düşünemezdim...

O bizim ders arkadaşımızdı.

Onunla birlikte gecenin yüzünü sabaha döndüğü vakitlere kadar konuştuğumuz, tartıştığımız konuları, şu ülkenin en yüksek okullarında, en gösterişli kürsülerin sahibi profesörler bile konuşamaz, tartışamaz, hattâ bir kısmı aklına dahi getiremezdi.

Dünyaya, hayata, gündelik yaşantıya, ahirete, iş dünyasına, insan psikolojisine.. daha aklınıza bir insanı ilgilendiren hangi konu geliyorsa ondan konuşurduk.

Bütün bir hafta boyunca Risale’lerden okuduğu, zihin yorduğu meseleleri bizimle paylaşmak için hafta sonunu iple çekerdi. Bizde aynı ipin öbür ucundan asılır ve günleri böylece aramızdan kaldırarak, konuşur, konuşur, konuşurduk...

O bizim ders arkadaşımızdı.

Ne iş arkadaşları, ne müşterileri, ne de pek çok tanıyanı, onu bu yönüyle tanıyor değillerdi. Hepsi farklı farklı yönlerini görmüşlerdi.

Cömertti.

Hesabını-kitabını iyi yapardı.

Kolay ikna olmazdı.

İyi bir tüccardı.

İyi bir insandı.

İyi bir dosttu.

Vefalıydı..

Ve, gözlerini bir noktaya diker, dudaklarından herbirimizi şaşırtacak sözler dökülürdü. Meseleleri tahlil eder, sorular sorar, ısrarla sorularına cevap beklerdi. Bulduğumuz cevaplarla hiçbir zaman yetinmez, illâ üzerine bir şeyler katardı. Şaşardık.

Bir keresinde, “Ölmek de yok, dönmek de yok.” demişti. Dilediği zaman elinin tersiyle bir kerede savurabileceği bir dünyanın ta içinde yaşıyor, ama içinde kalmıyordu. Bu dünya, Hüsamettinin pek çok dünyasından sadece bir tanesiydi.

Meslektaşları, ticaretin dikenli çalılı yollarında cedelleşirken, Hüsamettin, sanki her zaman, o üzeri kitap yüklü sehpanın ardında oturur ve konuşurdu. Sanki başka hiç bir uğraşı yoktu.

Biz onu böyle biliyorduk. Çünkü, o bizim ders arkadaşımızdı.

Cenazesinden dönerken, yağmur yağdı. Hava sıcaktı. Gökyüzü pırıl pırıl bir Temmuz göğüydü. Ama birkaç parça bulut, yağmur olup yağdı. Dostlarının onu gözyaşlarıyla uğurlamalarına bedel, gökyüzü de böyle uğurladı.

Annemin bir duası vardı, Allah gülen yüzünü hiç soldurmasın.” diye. Ben Hüsamettini asık bir yüzle hiç görmedim ve tebessümün bu kadar yakıştığı ve bu kadar sahici durduğu başka bir çehre de görmedim. Seni annemin dualarıyla anıyorum.

Aziz kardeş, can dost.

Bazen bir mesele takılırdı kafasına. Haftalarca onu konuşurdu. Bizim de kendisine katılmamızı isterdi. Birlikte konuşur tartışırdık. Hüsamettinin son haftalarda döne dolaşa konuştuğu mesele ‘şehitlikti. Ben de bu yazımı saadet asrından bir hatıra ile kapatmak istiyorum. Allah şehitlere ettiği rahmetten biz sıradan kullarını da hissedar eylesin:

Düşman kuvvetler, Uhuddaki harp meydanını terk edip Mekkeye doğru hareket edince, Peygamber Efendimiz, mücahidlerle birlikte çıktığı kayalıktan indi. Cesedleriyle yerde yatan, fakat ruhlarıyla yüksek âlemlerde pervaz eden şehidler arasında dolaştı. Gönlü hüzünle doluydu. Kadere teslimiyetin verdiği rahatlık olmasaydı manzara seyredilecek gibi değildi. En güzide Sahabelerini kaybetmişti. Kureyş müşrikleri, şehidler hakkında vahşice muamelelerde bulunmuşlardı. Çoğunu parça parça ederek tanınmaz bir hâle getirmişlerdi. Onların arasında durdu. İçler parçalayıcı manzarayı bir müddet hüzünle seyrettikten sonra:

Ben, Kıyamet gününde, şu şehidlerin Allah yolunda canlarını feda ettiklerine şâhidlik edeceğim.buyurdu.

Daha sonra Ashabına dönerek:

Bunları, kanlarıyla sarıp gömünüz. Allah yolunda çarpışarak yara alanlar, Kıyâmet gününde, Mahşere yaraları kanayarak geleceklerdir. Kanlarının rengi kan rengi, ama kokuları mis kokusu gibi olacaktır.diye ferman etti.

Şehidler arasında Efendimizin amcası kahraman Sahabe Hz. Hamza da vardı. Karnı yarılmış, ciğeri çıkarılmış, burnu ve kulakları kesilmiş, cesedi parça parça edilmişti. Zor tanınıyordu. Onun mübarek vücudunu gören Resul-i Kibriyâ Efendimiz, öylesine üzüldü ve öylesine elem duydu ki, bir anda gözlerinden yaşlar boşandı. O âna kadar böyle mahzun olduğu görülmemişti.

Seyyidü’ş-Şühedâ (şehidlerin efendisi) olan bu cesaret abidesi Sahabenin bedeni başında durdu. Gözyaşları arasında ona şöyle seslendi:

Ey Hamza! Hiçbir zaman, hiçbir kimse senin gibi böyle bir musibete uğramamış ve uğramayacaktır!

Benim için bundan daha büyük bir musibet olamaz! Ey Resulullah’ın amcası Hamza! Ey Allah’ın ve Resulünün arslanı Hamza! Ey hayırlar işleyen Hamza! Ey Resulullaha koruyucu olan Hamza! Allah, sana rahmet etsin!

Eğer senden sonra yas tutmak gerekeydi, sevinmeyi bırakıp sana yas tutardım.

O esnada, Medine tarafından tozu dumana kata kata birinin gelmekte olduğu görüldü. Yaklaşan Hz. Hamzanın kardeşi Safiye idi. Kardeşinin durumunu öğrenmek istiyordu. Önüne gelene, Hz. Hamzanın nerede olduğunu, kendisine nelerin yapıldığını soruyordu. Hz. Resulullah, yaklaşmakta olduğunu görünce, onun oğlu Hz. Zübeyr bin Avvama;

Annene söyle geri dönsün. Kardeşinin cesedini görmesin.diye emretti.

Hz. Zübeyr annesini karşıladı:

Anneciğim! Resulullah, geri dönsün diye emretti.dedi.

Hz. Safiye:

Eğer ona yapılanı görmemek için döneceksem, ben zaten kardeşimin cesedinin kesilip biçildiğini öğrenmiştim. O, bu musibete Allah yolunda uğramıştır. Biz Allah yolunda bundan daha beterine de razıyız. Sevabını Allahtan bekleyeceğiz. İnşallah sabredip, katlanacağız.diye kahramanca cevap verdi.

Hz. Zübeyr, gelip durumu haber verince Efendimiz, Safiyyenin, kardeşi Hz. Hamzayı görmesine izin verdi.

Hz. Safiye, Şehidlerin Efendisi kardeşinin yanına vardı. Başucunda oturdu. Sessizce ağlamaya başladı. Yanında duran Resul-i Ekrem Efendimiz de bu manzara karşısında gözyaşlarını tutamadı. Bu hazin ve ibretli manzaraya Hz. Fatıma da gelip gözyaşlarıyla katılınca, ortalığı bir başka duygulu, içli ve acıklı hava kapladı. Allah’ın kaderine gönülden teslim olmuş Hz. Safiye, musibete karşı sabrın ifadesi olan, ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciunayetini okudu. Aziz kardeşine de Allahtan rahmet ve mağfiret dileğinde bulundu.

O sırada büyük Hz. Cebrail geldi. Peygamber Efendimize Hz. Hamzanın göklerde, Allah’ın ve Resulullahın arslanı’ diye yazılmış olduğunu haber verdi. Resûl-i Ekrem de bu müjdeyi Hz. Safiyyeye iletti.*

•••

Hüsamettin Kardeşimizi defnettiğimiz günün ikindisinde, bir başka vefat haberi daha aldım.

Komşumuz, eski dostumuz çok değerli insan Sedat Ekiciye de, Rabbimden rahmet duası ediyor, ailesine başsağlığı ve sabırlar diliyorum.

 

* (Kaynak: İbn-i Hişam, Sire, 3:99/104)