TR EN

Dil Seçin

Ara

Kar ve Bahar / Ölüm Son Değildir

“Bir beyaz lerze. Bir dumanlı uçuş. Eşini gaaib eyleyen bir kuş gibi kar. Geçen nev baharı arar.”

 — Cenab Şehabeddin

 

-I-

 Cemrelerin düşmeye hazırlandığı şu günlerde—büyük ihtimalle—mevsimin son kar yağışını seyrediyorum. Çok zaman geçmeyecek, dünyanın takvimi, çiçek çiçek bahar diyecek. Ama şimdi, bu sessiz beyazlıkta sükûnun lezzetini çıkarmaktayım. Nicedir bu lezzetten mahrumdum çünkü. Şehrin birbirine girmiş binalarının ve sokaklarının arasında ne kar, ne de bahar fark edilebiliyordu. Şehre mevsimler buradaki gibi gelmiyor.

Buradayım...

Şehrin dışında, göz alabildiğine uzanıp giden tarlaların, tepelerin, bahçelerin, küçük koruların çevrelediği burada. Karın yağışını seyrediyorum.

Hiçbir mekanik ses yok etrafımda. Köpekler havlıyor. Minik serçeler, pencere sağanlıklarına, ılık kuytucuklara sığınıp, tüylerini olabildiğince kabartarak soğuktan korunmaya çalışıyorlar. Cam kenarına bıraktığım ekmek kırıntılarını gelip ürkek ürkek topluyorlar. Yüreciklerinin nasıl attığını düşünüyorum serçelerin, ekmek kırıntılarını toplarken...

Sonra çocuklar var. Çığlıkları tepeleme neşe, yığma mutluluk. Karın yağışını, ürkek serçeleri ve onları seyrediyorum. Mevsimin soğuğuna meydan okuyan sımsıcak gülümsemelerini. Çocukların, her mevsimde ılık gölgeli bir yazı yaşıyormuş halleri var. Belki de bu gülümsemeler sıcaklığını oradan alıyordur. Ama belki de, çocuklar, her kışın ardında saklanmış ve çiğ damlası kadar temiz bir Mart sabahı, pencerelere “CE!” diyecek bir baharın olduğunu hissediyor ve ümitlerini yüzlerinde gülücük olarak taşıyorlardır.

 

-II- 

Asaf Halet, “Bir tohumda ağaç görüyorum.” diyordu. Ben de bu beyaz manzarada baharı görmeliyim.

Bahar gelecek..

Şimdi bu bembeyaz örtünün altında uyuyan milyonlarca tohumcuk uyanacak. Güneş pırıltılı yüzünü gösterecek. Şu dallarında tortop kar yığınları ve buz damlaları sarkan ağaç, az zaman sonra tepeden tırnağa çiçeğe, daldan aşağa meyveye kesilecek.

Bu bembeyaz manzara, boş bir kâğıt gibi. Çok yakında, Kudret kalemi, “kün fe yekün” satırını çiçeklerden, meyvelerden, yaprak yaprak dallardan harfleriyle yazacak, bu beyaz sayfaya. Yeryüzü yeniden diriltilecek.

Sevgili dostum Selahattin Şimşek, “Özdeyiş yazan adam, okunmak değil ezberlenmek ister.” derdi. Ezbere bildiğim bir özdeyişinin, bir cümlesi geliyor aklıma: “Karla kaplı yollar, bahara gider.”

 

-III- 

“Ey kuru dallara can veren Allah’ım, bizi de gör.” diyordu şarkı...

Son karların ardından bahar çıkageldi. Her mevsim olduğu gibi yine sözünde durdu. Serçelerin titreyen, üşümüş sesleri, neşeli şakımalara döndü. Cemrelerin ardından, hava ve toprak ısınmaya başladı. Penceremden baktığımda oldukça uzakta görünen—oysa onunla aramızdaki mesafeyi hiçbir zaman tam olarak bilemeyiz—mezarlık bile bahara hazırdı. Ağaçlar, ağaçların dalları hazırdı. Köklerini titreten rüzgâr artık başlarını okşuyordu onların. “Daha çıkmadı mı yapraklarınız, az kaldı bekleyiniz.” dermişçesine. Mevsim konuşuyor, bahar bir ayin yapıyordu bahçelerde.

Daha bir iki gün önce, üzerlerine yağan kardan boyunlarını bükmüş öyle mahzun duran şu iki bodur çam ağacı, şimdi eskisinden de uzun, eskisinden de canlı ve dimdik ayaktalar. Üzerlerindeki karı silkeleyip onları doğrultmaya çalışmak ne beyhude bir işmiş.

Bahar geldi. Gelirken bir de mektup getirdi. Mektupta şunlar yazılıydı:

“Ey insanlar, ey ölü canlar! Toprağın üstü böyle dirilirken alttakiler unutulur mu? Ey kurumuş kemikler için yas tutanlar, bir bahar daha var. O benim kardeşim, büyük bir bahar. Ben onun habercisiyim. Bu küçük yeryüzünün neşesi ben isem; o, kâinatın neşesidir. Benim mektubumda ondan çok haberler var. Okuyun mektubumu. Mektubum her kuru dal üstünde, her tozlu kemiğe müjdem var.”