FİLİSTİN NEREDE, KALBİMİZ?
Tanklardan korkmayan çocuklar, bilmiyorlardı geri kalanımızın onlar kadar cesur olmadığını. Bilmiyorlardı, avuçlarındaki taşlardan daha sertti dünya...
Birer birer ölüyorlardı, şimdi onar onar vuruluyorlar. On yaşında, on bir yaşında, on iki...
Ne çok yaşıyorlar Allahım!
Ne çok yaşıyorlar, öyle değil mi dünya, on yıl, on bir yıl... Tanklarla savaşarak, füzelerden kaçmaya çalışarak kaçamayarak, sahici kurşunlar toplayarak küçücük bedenlerinde... Toprağa bir kahraman gibi basmasını ne zaman ne çabuk öğrenmişlerdi böyle, topraklarına bir kahraman gibi gömülmeyi... Çocukları birer kahramana dönüştüren dünyanın zalimliğini, ikiyüzlülüğünü, ahlâksızlığını yüzlerimize çarparak...
Acıyla ısırdığımız yumruklarımızda sızlayan öfke, kurtarmaya yetecek mi insanlığımızı? Sindiğimiz sığınaklar yeterince uzak mı vicdanlarımızdan? Gazze’den, Kudüs’ten, Batı Şeria’dan... Refah’tan... İşte burada da “kapkara Çarşamba”. Vahşetin dişleri burada da batıyor tenimize. Filistinli çocuklar yanıbaşımızda da ölüyorlar.
Nerede Filistin.. Kalbimiz?..
Nerede kalbimiz gibi parçalanmış ülke? Nerede çocukları vurulan ülke?
O çocuklar bilmiyorlardı, küçücük avuçlarındaki taşlardan daha sert olduğunu dünyanın.
Onlar şimdi cennetteler; Ebedî bir Şefkatin kucakladığı ebedî çocukluklarıyla Filistin’deymiş gibi mutlu, hâlâ çok güzeller.
Geri kalanımız.. Ey dünya!
Sen hangi cehennemdesin!..
—Sedat Turan
***
MODA SÖMÜRÜR!
İngiliz şair Oscar Wilde, “Moda o kadar çirkin bir şeydir ki, onu her altı ayda bir değiştirirler.” demişti. Moda olgusunun insanların hayat tarzları üzerindeki belirleyiciliği ile, yol açtığı olumsuzlukları bu güne kadar pek çok toplumbilimci düşünür dile getirdi. Giyim kuşamdan müziğe, eğlence biçimlerine, okunacak kitaplara kadar her şeyi belirleme iddiasıyla moda, toplumlara bir kalıp biçme, şekle sokma işlevini sürdürüyor.
Kendisinin modacı değil, giysi tasarımcısı olduğunu söyleyen Cemil İpekçi’ye göre, “moda, insanın en doğal giyinme hakkını elinden alıyor.”
Bir röportajda “Moda nedir?” sorusuna verdiği cevap hayli esaslıydı:
“Moda bir sanat değil, ekonomik bir sektör. Otuz beş senelik meslek hayatımın üç senesinde modanın içinde oldum, hizmet verdim, kopya çektim, trendler ne ise onlarla ilgili bir şeyler yapmaya çalıştım. Anladım ki moda kavramı bana göre değil, çünkü sanatçıya özgür bir alan tanımıyor. Moda son derece faşist, son derece yaptırımcı, özgürlük kısıtlayıcı, sömürücü bir kavram. Çünkü moda emreder! İnsanların en doğal hakkı olan giyinmesini emreder. İnsan doğasına aykırıdır. Moda ile insanlar örtüşmez. Çünkü insanlar bir kalıptan çıkmış gibi yaratılmazlar, ruhları vardır, renklidirler. İnsanların renkliliklerini ifade etmesini engeller. Şekilcidir moda! Bu kalıba uyamıyorsanız ruhsal bozukluklara uğrarsınız. Meselâ estetik cerrahi moda için çıkmıştır.
Modayı ne evimin içine, ne de kendi içime soktum. Moda yalnızca giyim değil, yaşam şekli de emreder. O kafelere gitmelisiniz, o takıları takmalısınız, ş’li veya s’li konuşmalısınız, İngilizce ya da İspanyolca öğrenmelisiniz. Böyle biriyle şöyle flört etmelisiniz gibi kavramlar yükler.”
Ne dersiniz? Sizce de, Cemil İpekçi çok doğru şeyler söylemiyor mu?
***
“Kime sorsanız, ‘modaya hiç aldırmadığını, sadece kendisine yakışanı giydiğini’ söylüyor...
Demek ki; aynı sene, herkese, aynı renk, aynı desen ve aynı biçim kıyafetin yakışması garip bir tesadüfle oluyor!”
— M. Selahaddin Şimşek, modanın hayatlarımızda nasıl bir yer işgal ettiğini bu veciz söz ile dile getiriyor.
***
“Nerede kaldı hayret edebilen, uzaklardan hayretle bakan, elini hiçbir zaman dokunduramayacağı bir şeye hayret eden insan? Bizler her şeye el koyduk ve ondan sonra da el koyduklarımızın her şey olduğuna inandık.”
— Elias Canetti’den eşyaya bakışımızda neyin eksik ve neyin hatalı olduğuna dair heyecan verici sözler.
***
KAHVALTI HARİÇ!
Yakın dostum Jacgues Monod, var olan her şeyin bir rastlantı sonucu oluştuğuna inanır. Bir tek kendi sabah kahvaltısı hariç... Onu hizmetçisinin hazırladığından emindir.
— Woody Allen, “tesadüfçü”lerin içine düştüğü komik durumdan iyi bir espri çıkarmış.
***
Tüketmek Mutlu Eder mi?
Tüketim insanın doğasında olabilir. Ama ‘tüketim toplumu’ dediğimizde tamamen farklı bir şeyden bahsediyoruz. Çünkü tüketim toplumlarında ‘tüketim’ hayatın hizmetinde değildir, hayat tüketimin hizmetindedir.
Mutlu olmak için çılgınca bir tüketim yarışına giriyoruz. Oysa böyle yapmakla mutluluğu kendimizden uzaklaştırıyoruz. Hayatımız hep başka şeyleri, elimizde olmayanları arzulamakla geçiyor.
— Sorbonne Üniversitesi Felsefe Profesörü Dr. Andre Comte Sponville, insanların mutlu olma hayallerini geçekleştirmek için çılgınca tüketime yönelmelerinin umduklarının aksine nasıl bir mutsuzluğa yol açtığını anlatıyor.
***
Öfke ve İnkâr
Yaratıcının verdiği sonsuz değere dudak büken insan, sonsuz bir boşluğa düşer. Boşluğun içinde tutunacak bir dal arar. İnsanların kendisini Mutlak Yaratıcının onu sevdiği gibi sevmesini, Mutlak Yaratıcının ona değer verdiği gibi değer vermesini bekler. Bunlar insanın içinde kurduğu cehennemin odunları olur. Bütün enerjisini kendisine yönelterek narsistleşmiş benliği kendisini bir ilâh gibi görmeye başlar. Kendi kendisini yüceltir. İdealize eder. Kendisini önemser. Kendisi için kendisini yüceltir. Yaratıcının verdiği mutlak değeri görmezlikten gelmeye çalışan bir benlik, kendisine bir ilâh gibi değer verince bunu başkalarından da bekler. Beklediğini göremeyince hırçınlaşır. Kendisine ve insanlara öfke duyar. Sonra da, beni niye yarattın diye, Yaratıcıya öfke duyar. Yaratıcıya karşı en çok öfke duyanlar, O’na inanmadıklarını söyleyenlerdir. (Aynalar Koridorunda Aşk, Karakalem Yayınları, s. 213)
— “İnsanın en fıtrî ihtiyacı sonsuz sevildiğini ve değerli olduğunu bilmektir.” diyen Mustafa Ulusoy, inançsızlığın bu fıtrî ihtiyacı insan için nasıl bir cehenneme çevirdiğini ve büyük bir öfkeye yol açtığını mükemmel ifadelerle ortaya koyuyor.