TATİL BELDESİ
Ağaçlar, çiçekler, dalgalar, mehtap ve bulutlar arasından ‘yarın’ düşüncesi bürüyor bakışları. Ah ne de çabuk geliyor yarınlar! Ne çabuk bitiyor bu tatil de. Ne çok insan vardı tatile hasret. Ne çabuk geçiyordu güzellikler. Ne kadar yalandı şu eğlenceler, ne de avutmasızdı. İşte şarkılar hep ‘yalan dünya’ diye bağırmıyor mu? Ne anlamsız kalıyordu bıraktığımız yerde tatil. Daha dün binbir hevesle gelmedik mi bu yere? Şimdi ne dostluklar var yarıda kalan...
Tatil beldesinde hiç kimse başkalarına belli etmemeye çalışıyor, yarına ait düşüncelerini. Yarınlarla ilgili tutunacak dalları yokluyor sakinler. Her şey hiç bitmese?.. Hiç tükenmeyecek bir tatil beldesinin gizli arayışı âdeta bir yakarış gibi geziniyor kalplerde... (Yürek Sorgusu, Karakalem Yayınları)
—Yazar Taha Çağlaroğlu, hevesle gittiğimiz tatil beldelerinde, tatil günleri hızla geçip geri dönüş zamanı yaklaştığında kapıldığımız hüzünleri ve hatırlattıklarını böyle dile getiriyor.
***
“Başkan Bush, seçim kampanyası sırasında hayatındaki en önemli kişinin İsa olduğunu söylemişti. Şimdi bunu söylerken ciddi olduğunu kanıtlamak için eline eşsiz bir şans geçti. Tüm Amerikalılar için olduğu gibi, onun için de, ‘Komşunu sev’, ‘Müslümanları sev’ anlamına gelmelidir. Yoksa hiçbir anlamı yoktur.”
— Slavoj Zizek
***
ÇOCUK KALBİ
Güzel bir kız çocuğu gördüm. Köşe başında dilenen yaşlı adamın avucuna para koymak için, annesine yalvarıyordu. Dondurma almak için değil, o yaşlı adama para vermek için yalvarıyordu küçük kız. Bekledim. Annesi parayı verdi. Küçük kız da yaşlı dilencinin avucuna koydu parayı. Buraya kadar şaşırılacak hiçbir şey yok. Ama beş-on adım gittikten sonra küçük kız yavaşça arkasına döndü ve yaşlı dilenciye el salladı.
Ağrıyan kalbimde, küçük kızın küçük avucu merhem gibi gezindi. ‘Dilenci dedenin çocukları var mıdır anne?’ diye sordu küçük kız. ‘Dilencilere dede denmez!’ dedi annesi buz gibi bir sesle. Verdiği cevabın, küçük kızın dünyasında nasıl bir kırılma yaptığını biliyor muydu? Hayır.
Güzel bir fıtrat ile dünyamıza emanet edilmiş çocuklar ve gençlerin fıtratını korumak için ne yapmamız gerekiyor? Bu soruyu her dakika yeniden yeniden sormalı ve cevabını bulmaya çalışmalıyız.
— Sosyolog ve hikâyeci Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun, şahit olduğu hadiseye getirdiği yorum son derece yerinde değil mi? Büyüklerin, önyargılarını çocuklarına da kabul ettirme yönündeki hevesleri, kötü bir eğitimin parçasıdır. Ve bir de şu: Çocuklarımıza öğretmekten kaçınmamız gereken en önemli şey sevgisizliktir.
***
KOMŞUMUZ EVDE Mİ?
Geçtiğimiz günlerde gazetelerde yer alan bir haber, bilhassa büyük şehirlere, metropollere özgü modern hayat tarzlarının, bitişik evlerde, yan yana dairelerde oturan insanları nasıl birbirlerinden koparıp uzaklaştırdığını ortaya koyuyordu. Haber, yabancı bir ülkede yapılan bir araştırmaya aitti, ama ortak bir derdi yansıtıyordu: Komşuluk ilişkilerinin giderek zayıflaması.
Bu araştırmaya göre, insanlar bırakın komşularıyla yakın ilişkiler kurmayı onları tanımıyorlar bile. Araştırmaya katılanların yüzde 50’si bir tehlike durumunda komşularını yardıma çağıracak kadar güvenmediğini söylüyor. Çoğunluğun komşularıyla “mesafeli” ilişkileri var. Yüzde 20’si ise, komşularına hiç de sıcak duygular beslemediklerini söylüyor. Yüzde 16’lık bir kesim ise, komşularını sadece yanlarından geçerken gördüklerini, onun dışında beraber olma fırsatlarının bulunmadığını belirtiyor. Araştırmaya katılanların yüzde 50’si, komşularıyla yüz yüze gelmemek için çaba sarfediyor ve onları gördüklerinde yollarını bile değiştiriyorlar.
Bunlar her ne kadar yabancı bir ülkede yapılan araştırma sonuçları olsa da, ne yazık ki, ülkemizde de özellikle büyük şehirlerde insanlarımızın “komşusuz” bir hayata gittikçe daha çok alıştıklarını söyleyebiliriz.
Halbuki “komşusu açken tok yatan bizden değildir.” diyen bir peygamberin ümmeti değil miyiz? Komşuluk ilişkilerinin çok sağlam olduğu bir gelenekten gelmiyor muyuz? Medeniyetimiz bir komşuluk medeniyeti de değil miydi aynı zamanda? Komşuluk üzerine, komşuluk hatırı üzerine söylenmiş nice atasözleri sosyal hayatımıza rehberlik etmiyor muydu?
Daha sağlam, daha güvenli, daha yaşanabilir bir toplumsal yapı, hâlâ daha iyi komşuluk ilişkilerinin kurulmasıyla mümkün. “Komşu ziyaretleri” dediğimiz o güzel davranışı, hasretle andığımız geçmişe ait bir hatıra olmaktan kurtarmamız gerekiyor. Komşularımıza biraz vakit ayıralım. Onlar uzağımızda değiller!..
***
BUNLAR DA OLDU!
★ Viktorya İngilteresi’nde kütüphane kurallarına göre, kadınlarla erkeklerin yazdığı kitaplar, kişiler evli olmadığı sürece aynı rafta yan yana bulunamazdı.
★ Yüksek topuklar, Fransa’da 1590’da icad edildiğinde diğer erkeklere daha güçlü bir pozisyonda görünmek isteyen erkekler tarafından giyilirdi. Erkekler, çok geçmeden her adımda tökezlerken nüfuzlu ve güçlü görünümü korumanın zor olduğunu anladılar. Böylece yüksek topuklar kadınlara geçti.
★ 17. ve 18. yüzyıl Avrupasında, zengin adamlar sınıfsal konumlarını saçlarını tamamen traş edip pudralanmış peruklar takarak gösterirlerdi. Peruklar, genellikle fakir ölülerin saçından yapılırdı. Peruk yapanların malzeme temin etmelerinin en ucuz yolu buydu.
★ 1700’lerde İngiliz yargıçlar, suçlanan cadıları boğma sınavından geçirirlerdi. Eğer kadın gerçekten cadıysa suyun onu reddedeceğine inanılırdı. Bu yüzden bir kadının masumiyetini kanıtlamak için tek yapması gereken boğulmaktı. Bu yolla binlerce masum kadın öldürüldü.
★ 16. yüzyıl İtalyası’nda, erkekler gerçek bir centilmen olduğunu göstermek için tuvaletini yaptıktan sonra ellerini yıkamazdı. Çünkü bu diğer kibar insanlara, centilmenin ne yapmış olduğunu hatırlatırdı.