TR EN

Dil Seçin

Ara

Tanıdık Yabancı / Hayalin İçinden Öyküler

Tanıdık Yabancı / Hayalin İçinden Öyküler

Genç adam kurduğu alarmın sesi ile uyandı. Saate baktığında çok şaşırdı. Çünkü kalkması gereken zamanın üzerinden yaklaşık yirmi dakika geçmişti. Beş dakika daha uyumak için alarmın erteleme kısmına her seferinde ilk kez sanarak birkaç kez basmış olmalıydı. İnsan zihninin aldatılmaya ne kadar müsait olduğunu, bazen unutarak bazen yanılarak bunu kanıtladığını düşündü. Üstelik her zaman başkaları değil bizzat kendisi yapıyordu insana bunu. Seyrettiği dizinin gece yarısını epey geçe bitmiş olması ve uykuya dalmakta da biraz gecikmesi bütün bu karmaşanın da sebebiydi aslında.

Bu durum aynı zamanda ikamet ettiği bu siteden oldukça uzak mesafedeki iş yerine onu zamanında yetiştirebilecek en önemli araç olan servis aracını kaçırmak üzere olduğunu da haber veriyordu. Bu da yetmezmiş gibi şarzı biten cep telefonu tamamen kapandı. 

Oysa yarım saat önce kalkmış, kişisel bakımını yapmış, sabah namazını kılmış, kahvaltısını yapmış ve şu an, birbiri ile uyumlu gömlek gravat ve takım elbisesini giymiş olmalıydı. Fakat bunların hiçbiri olmamıştı. 

Birkaç ay önce işi nedeni ile İstanbul’a gelmişti ve yalnız yaşıyordu. Bir tanıdıklarının yönlendirmesi ile Beylikdüzü’nde bir sitede küçük bir daire kiralamıştı.  

İşine vaktinde yetişmesi onun için çok önemliydi. Hatta vaktinden önce masasında ve müşterilere hizmet etmeye hazır olmalıydı. Patronun en hassas noktasıydı bu. Kalan az zamanda tercihini, elini yüzünü yıkadıktan sonra saçlarını düzeltmek ve elbiselerini giymek için kullandı. Servise bineceği durak evinden yaklaşık 250 metre ilerideydi. 

Hızlı adımlarla yürümeye başladı. Hava henüz aydınlanmamıştı. Güneşin doğmasına daha yarım saat vardı. Fakat ışıklandırmalar sayesinde yürüdüğü yol oldukça aydınlıktı. Yolunun üzerinde her sabah tanık olduğu hareketlilik bugün de devam ediyordu. Kendisi gibi aynı yönde ilerleyen ve siteden ana caddeye çıkarak bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar arasında ters istikamette yürüyen ve ona doğru yaklaşan, bu yolda daha önce hiç görmediği yabancı bir adam dikkatini çekti. Yanından geçerken ona fark ettirmemeye çalışarak biraz daha dikkatli baktı yabancıya. Yüzünde insana huzur ve güven telkin eden bir ifade vardı. Üstelik “bir yerlerden hatırlar gibiyim” dedirten bir yüzdü bu. Oldukça uzun boylu ve yapılıydı. Sakalı da bir tutamdı ve hiç beyazı olmayan bir siyahlıktaydı. Tam o anda yabancı selam verdi genç adama. Üstelik Allah’ın selamıydı dilinden dökülen. Genç adam bu selamı alırken göz göze geldiler ve birbirlerinden uzaklaştılar.

Birkaç saniye geçmemişti ki “Bakar mısınız?” diyen bir ses işitti genç adam. Az önce yanından geçen yabancının elinde ince bir dosya ile kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce beklemeye başladı.

“Beyefendi bu sizden düşmüş olmalı” diyerek uzattı dosyayı. 

Gerçekten de bu dosya ona aitti. Acele ile çıkarken çantasının dış bölümüne sıkıştırdığı, işi ile ilgili birkaç dokümanın olduğu bir telli dosyaydı bu.

“Evet bana ait” diyerek teşekkür etti genç adam. Bu esnada yabancı, büyük bir şaşkınlık içerisinde genç adama bakıyordu. Dili tutulmuş gibiydi. Güçlükle konuşarak:

“Siz” dedi “Siz benim bir yakınıma çok benziyorsunuz.” 

Genç adam gülümsedi. Kendisini tanıttıktan sonra şaşkınlığı halen geçmemiş olan yabancıya ismini sordu. İsminin Abdullah olduğunu söyleyen yabancı, bu siteye birkaç ay önce taşındığından bahsetti. Genç adam tanıştıkları için memnuniyetini belirtti ve çok az vaktinin kaldığını, servise yetişmesi gerektiğini söyledi.                                                           

“Ben 4. Levent’e gideceğim” dedi yabancı, “eğer uygunsa sizi de arabamla götürebilirim. Biz servisten çok daha kısa bir zamanda gidebiliriz. Arabam az ileride. Bu teklifimi kabul ederseniz beni çok sevindirirsiniz.”

Genç adam şaşkındı. Bu şaşkınlığı kendisinin de 4. Levent’e gidecek olması ve yabancı adamın sanki bunu biliyor olmasıydı. Saatine baktı. Servisi kaçırmış olmasının ihtimali epeyce fazlaydı. Kabul etti. Beraber adamın arabasına doğru yürümeye başladılar.

“Biliyor musunuz” dedi yabancı; “Siz benim yeğenime çok benziyorsunuz. Allah size uzun ve sağlıklı bir ömür nasip etsin çünkü yeğenim bir yıl önce vefat etti. Üstelik yaşı da sizden epeyce küçüktü; henüz daha yirmi yaşında idi.”

Genç adam başsağlığı dileyerek üzüntüsünü ifade etti ve sordu: “Bir rahatsızlığı mı vardı?”

“Hayır. Bir trafik kazası. Alkollü bir araç sürücüsü hızını alamayıp onun da beklediği duraktaki insanlara çarpıyor. Maalesef üç kişinin ölümüne sebep oluyor. O yıl üniversiteye yeni başlamıştı. Çok çalışkan ve idealist bir gençti.”

Genç adamın nefesi kesilmiş midesinde dayanılmaz bir yanma hasıl olmuştu. “Bu nasıl bir tevafuk yâ Rabbi” diye mırıldandı. Aynı tarihlerde, aynı yaşlarda ve aynı şekilde bir vefatın acısını ilk duyduğu andaki derinliği ile duyuyordu şimdi. Üstelik onun da yeğeniydi vefat eden. Aralarında sadece sekiz yaş olduğu için çocuk denecek yaşlardayken daha çok bir arada kalmışlar fakat son yıllarında uzak şehirlerde yaşadıkları için çok görüşememişlerdi. Helalleşemeden ayrıldıkları ani bir ölümdü bu. Kendisini suçluyordu bazen. Çünkü birlikte daha çok zaman geçirmeliydik diye hayıflanır ve ona maddi manevi pek bir katkısı olmadığını düşünerek üzülürdü. Dualarında diğer ölmüş olan yakınları ile birlikte onun için de dua eder ve Cennette tekrar görüşmeyi niyaz ederdi.

“Özür dilerim sizi üzmek istememiştim. Yeğenimden bahsetmeden edemedim, çünkü siz bana yeğenimi öylesine hatırlattınız ki, bu sayede bu sabah evden acele ile çıkmam nedeni ile kılmadığım ve daha sonra kazasını kılarım diye düşündüğüm namazı da hatırlamış oldum. Allah sizden razı olsun. Şimdi eğer müsaade ederseniz sitemizdeki camide namazımı kılmak ve yola öyle çıkmak istiyorum. Korkmayın sizi işinize vaktinde yetiştirmeye çalışacağım.”

Genç adamın şaşkınlığı daha da artmış, dokunsalar ağlayacak bir duygusallığa bürünmüştü. Az önce tanıştığı bu güzel insan sanki vicdanının insan şeklinde tecelli etmiş hali idi. 

“Allah sizden de razı olsun. Çünkü ben de bu sabah namaz kılmadan çıkmıştım, sayenizde ben de kılmış olacağım.”

“Görüyorum ki sizin de başınızdan bu tür bir olay geçmiş. Yüz ifadenizden bunu anlayabiliyorum. Size hüzünlü şeyler hatırlattığım için özür dilerim. Şimdi abdest aldığınızda ve namazdan sonra eminim rahatlayacaksınız. Aslında insan düşündüğünde ibadete yeteri kadar ehemmiyet vermediğimizi fark ediyor. Bu sabah ben her zaman yaptığım bir çok şeyi yaptım. Yüzümü yıkadım, elbiselerimi, çorabımı giydim saçlarımın dağınıklığını ve görünüşümü kontrol ettim, çantama bir iki dosya yerleştirdim. Bunları kısa bir sürede acele ile yaptım fakat bir tek namaz kılmayı erteledim. Çünkü pijamalarla ve yataktan kalktığım gibi dışarı çıkamaz, işime gidemezdim. İnsanlar böyle bir durumu hoş karşılamaz. İşe geç kalırsam da iş yerindeki itibarım zedelenebilirdi. Maalesef böyle düşünerek büyük bir hata ediyor ve ilk önce yapmamız gereken şeyi yapmıyor, en çok çekinmemiz gerekenden değil onun yarattıklarından çekiniyoruz. İnsanlar ne der, rıza gösterirler mi diye hesap yaptığımız kadar Rabbimizin göstereceği ya da göstermeyeceği rızanın hesabında böylesine hassas değiliz. Bilmem yanılıyor muyum?”

“Haklısınız. Hem de çok haklısınız. Bahsettiğiniz konular öylesine güzel ve doğru ki.  Bu konularda benim eksiğim çok fazla. Aynı sitede ikamet ettiğimize sevindim. İnşallah sizinle ileriki günlerde de sohbet etme imkanımız olur.” 

“Benim için de iyi olur. Hem ben size çok müteşekkirim. Bu bahsettiğim doğruları bana siz hatırlattınız.”

Yürüyüşleri esnasında vuku bulan bu konuşma camiye geldiklerinde noktalanmıştı. Üstelik cemaate de yetişmişlerdi. Namazı kıldıktan sonra yola koyuldular. Genç adam yol boyunca uğradığı şokun etkisi ile fazla konuşamadı. Yabancı biraz kendisinden bahsetti. Bir firmanın muhasebe departmanında şef olarak çalışıyordu. İşyeri genç adamın işyerinin birkaç kilometre ilerisindeydi. 33 yaşını yeni doldurmuştu.

Genç adamın kafası karmakarışıktı. Yabancıyla ortak yönleri çoktu. İkisi de acı bir kayıp yaşamıştı. İkisi de bu sabah aceleden sabah namazını kılmadan çıkmıştı evden. Onu yeğenine benzetmişti oysa yabancı da genç adamın yeğenine o kadar çok benziyordu ki...

İşyerine tam vaktinde ulaşmış masasında yerini almıştı bile. Bir yandan günlük rutin işlerini planlıyor bir yandan da yeni arkadaşı Abdullah’ı düşünüyordu. Böylesine ak yüzlü, böylesine güzel yürekli bir insanla tanışmak ve böylesine ortak bir kaderi paylaşmak mutlulukla hüznü bir arada yaşatmıştı ona. Yatsı namazında aynı camide buluşmak üzere anlaşarak ayrılmışlardı.

O gün günlerden en güzeliydi. Cumaydı. Henüz ezan okunmamıştı. Hoca, etkileyici hitabetiyle herkesin pür dikkat dinlediği bir vaaz veriyordu:

“Hepimiz Allah’ın kuluyuz. Fakat bu dünya bir sınav yeri ve ne yazık ki Abdullah olduğunu, yani Allah’ın kulu olduğunu inkar etmeye cüret edenler de var. İnsan hata yapabilir günah işleyebilir fakat bunun da çaresi tövbe etmektir. İnananlar elbette telafi edemediği günahı varsa cezasını çekecek fakat mutlaka Allah’ın lütfuyla Cennete gireceklerdir. Hem de kaç yaşında ölmüş olurlarsa olsunlar 33 yaşındaki ve en güzel, en sıhhatli halleri ile Cennette sonsuza dek kalacaklardır. Dünya hayatı fanidir, sizi aldatmasın. Hayatın aslı oradadır ve bakidir. Bu dünyanın tek gerçeği kulluk bilinci ile hareket etmektir. Bu bilinçle hareket eden insan ibadetlerini aksatmaz, sırat-ı müstakimden ve güzel ahlaktan ayrılmaz.”

Hoca bu sözleri söylerken gayri ihtiyari olarak genç adama bakıyordu. Birkaç damla süzüldü yanaklarından genç adamın. Bu sohbette bütün soru işaretleri cevabını bulmuştu. Beyninde bugün tanıştığı yabancının sözleri yankılandı. Yabancı da isminin Abdullah olduğunu söylemişti. 33 yaşındaydı ve genç adamın kulluğundaki kusurları çok iyi biliyor ve kendisinde olan kusurlarmış gibi anlatıyordu. Başta ismi olmak üzere, kendisini tanıtırken söyledikleri de doğru değildi. Ne o sitede yaşıyordu, ne de bu şehirde. Üstelik geçen yıl öldü dediği bir yeğeni de yoktu.

Çünkü bu yabancı, genç adamın geçen yıl ölen yeğeniydi.