TR EN

Dil Seçin

Ara

Hayatın Sahibi Var

Değişkenlik, belirsizlik, karmaşıklık ve muğlaklık... Post modernizm ve küreselleşme süreçlerinin şekillendirdiği çağımızın öne çıkan özellikleri olarak ifade ediliyor. Bundan hareketle kelimelerin İngilizce karşılıklarının baş harflerinden oluşan bir kısaltma ile “VUCA Dünyası” olarak tanımlanıyor içinde bulunduğumuz durum. Soğuk Savaş sonrası ABD ordusunun değişken (volatile), belirsiz (uncertain), karmaşık (complex) ve muğlak (ambiguous) olarak tanımladığı döneme verilen bir isim bu aslında. Zamanla iş dünyası tarafından da benimsenmiş ve ticari hayatta çalkantılı dönemleri tanımlamak için kullanılmaya başlanmış. Günümüzde gittikçe yaygınlaşan bir hayat algısı olarak da bu tanımın bir karşılığı olduğunu söylemek mümkün.

Değişimin hızının ve kapsamının arttığı, çok fazla olay veya aktörün birbirini etkilediği durumlar karşısında doğru tespitlerde bulunup isabetli kararlar almanın zorlaştığı zamanlardan geçmekteyiz. Yoğun sisli havalarda önünü göremeden yol alma çabası gibi bir durum. Her şeye rağmen o yolda ilerlemek gerekiyor. Hayat durmuyor, akıyor çünkü. Ancak sahipsiz ve anlamsız bir akış değil bu. Dünya adlı imtihan alanında olup biten her şey Mülkün Sahibi’nin bilgi ve iradesi ile bir hikmet dahilinde akıyor ve O’na iman edenler, tercihlerinin ve tüm yapıp etmelerinin sorumluluğunu yüklenerek yol aldıkları bilinciyle ve dahi her daim O’na dayanarak ve güvenerek tutunuyorlar hayata.  

Biliyoruz ki ne geçmişe ne geleceğe sözümüz geçer. O halde elden geleni yapmak, yani belirsiz, değişken, karmaşık ve muğlak olarak tanımlansa da eriştiğimiz “bugün”ü değerlendirmek, bize lütfedilen “bugün”ü anlamlı kılma çabasına girişmek iyi bir başlangıç olabilir. Bunun için de yeniden düşünmek, özellikle de bugünün kaygan zemini ve geleceğin belirsizliğine karşı geçmiş referanslarımıza yoğunlaşmak önemli. Çünkü “Biz şimdiye kadar neler başardık?” sorusuna tarihi-toplumsal hafızamızdan verilen cevaplar güven tazeleyecek ve “VUCA Dünyası” zemininde ayakların yere sağlam basması mümkün hale gelecektir.

Tarih ve medeniyet bilinci, kendimizi tanıma, insan, zaman ve mekana dair kodlarımızın netleşmesi açısından önemli. Köklerin ve kök değerlerin bilinmesi, aidiyet duygusunun inşası ve tahkimini mümkün kılar. Çünkü pergelin sabit ucunu dayadığımız nokta net olursa, hareketli ucu nereye kadar genişletebileceğimiz ve kendimize nasıl bir hareket alanı açabileceğimiz de netleşir. Ağacın sağlam köklerle toprağa tutunup oradan beslenerek ve kuvvet alarak dallarını göğe yükseltmesi ve zamanla meyveye durması gibi, o hareket alanı içinde hayır üretilebilir. 

Aslında ihtiyaç duyduğumuz şey, yeni bir bakış açısı... İnsana, tabiata, olaylara ve varlığa dair yeni bir yaklaşım... Bundan neşet eden özgün kavramlarla inşa edilecek yeni bir anlam dünyası...

Bugünü anlamlı kılma noktasında kökleri bilmek önemli dedik. Sadece tarihi bilgiye dayanan bir kök ve aidiyet bilinci gelmemeli akla. Biyoloji derslerinde insana dair bilgilendirme yapılırken, anne karnındaki oluşumundan dünyaya gelişi ve çocukluk, ergenlik derken yetişkinlik dönemlerine geçişi anlatılırken fiziki köklerimize köprü kurulmalı. İnsanın canlı her şey gibi “bir damla sudan yaratıldığı” bilgisini veren kaynakla buluşturulmalı genç zihinler, körpe kalpler. Böylece aidiyet duygusunun en temelde Yaratıcı ile irtibatlandırılması ve herkesten her şeyden önce O’na karşı sorumluluklarımız olduğu bilincinin gelişmesi söz konusu olabilir. İşte o zaman dünya hayatını sonlandıran ve insan için büyük bir elem sebebi olan bir vefat haberi alındığında söylenmesi tavsiye edilen “Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve (sonunda) yine O’na döneceğiz.” (Bakara, 156) sözü anlamlı hale gelir ve söyleyen teselli bulur.

Yine coğrafya derslerinde yeryüzü şekilleri, ülkelerin coğrafi konumları, ürünleri, sanayi ve madenleri, belli bölgelerin tarih boyunca hangi coğrafi özelliklerinden dolayı ne gibi bir tarihi tecrübeden geçtikleri anlatılırken “gönül coğrafyamız”a da köprüler kurulmalı ki, bugün yaşadığımız toprakların yanısıra daha geniş bir coğrafyaya dair kalbî bir aidiyet ve muhabbet duygusunun yeşermesi ve gelecek için kardeşlik ve dayanışma ruhunun tohumlarının atılması mümkün olsun. 

Genç kuşakların yabancı dil öğrenimine farklı bir bakış açısı geliştirmeleri de düşünülebilir. Onlara İngilizce başta olmak üzere küreselleşen dünyada yükselen ekonomileri nedeniyle popüler hale gelen Rusça, Çince vs öğretilirken, bir yandan da medeniyet tarihine köprü kurularak bir tarihi tecrübeden ilham almaları sağlanabilir mesela. “Aljamia”... Batı medeniyetinin gelişiminde önemli rol oynayan ve döneminin bilim, kültür, sanat açısından cazibe merkezi olan Endülüs’te XVII. Yüzyılın başlarına kadar İspanyollar’ın dışında kalan Müslümanlarla Yahudilerin ve Arap kültürünü benimsemiş İspanyollar’ın konuştukları ve Arap harfleriyle yazılan İspanyol lehçesi... Bugünün aktif özneleri olmak için çalışmak, üretmek, taklit eden değil rol model olmak gerektiği dersini veren tarihî bir tecrübeye açılan bir pencere. Dil, tarih ve coğrafyanın bütüncül bakış açısıyla ele alınması, kelime ve dilbilgisi ezberi yapmaya dayalı ve de zihinlerin yabancılaşması ihtimalini içinde barındıran bir dil eğitimi anlayışından çok daha geniş bir bakış açısı yakalanmasına vesile olacaktır. 

Hasılı kelam, bugünü fırsat bilip öncelikle kendimizde ve düşünce dünyamızda değişimi gerçekleştirebildiğimiz takdirde, kendi anlam dünyamızı inşa etme ve hayatı bu minvalden daha sağlıklı değerlendirme imkanı bulacağımızı söyleyebiliriz. İşte o zaman dışarıdan yapılan okumalarla önümüze konan “belirsiz, güvensiz, karmaşık ve muğlak dünya” tanımlarının bizi moral ve motivasyon olarak aşağı çekmesine izin vermez ve elimizden geleni yapıp Hayatın Sahibi’ne sığınırız. Gayret bizden, tevfik Allah’tan.