“Ne var ki mevcut ise âlemde güzel, doğru, iyi;
Arayan fikri, bulan ruhu, seven sevgiliyi
Bize bahşetmiş olan Hazreti Rahman’a şükür…”
— Faruk Nafiz Çamlıbel
Sonbahar geldiğinde dökülen yapraklar insanın ruhuma dokunuyor. Ayrılığın meydanı geniştir denir ya, Bir yaprağın yere doğru süzüldüğünü görmek de insana nice ayrılıklarını hatırlatır. Sonbahara belki de bu yüzden, hep ayrılıkları hatırlattığı için ayrılık mevsimi, hazan mevsimi denilmiştir.
Her ne kadar ayrılıklar çok olsa da, dünya ayrılıklar yeri olsa da, ama yine de müminin ruhunda mutlak ayrılık yoktur. Çünkü tesellisi vardır, çünkü tekrar kavuşturacak olana kavuşmak vardır. Her acıya, her üzüntüye, her ayrılığa birebir teskin edici: “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn.” Madem sonunda yokluk yok, tekrar kavuşmak var, öyleyse ömür de hoş, ölüm de hoş diye bakar bir mümin... Üstelik dünya ve içindeki dertler için değil, “Allah (cc) için yaratıldığını bilmek” gibi bir güç kaynağı vardır.
Zaten mümin o düşen yaprakta ayrılıktan çok daha önemli hakikatleri görür. ‘Görünen perdesi’nin ardını imanıyla müşahede eder. Madem düşüyor, o yaprağı o dala takan var. Hem de ne güzel sürprizlerle dolu bir sanat ki, yaprağı dalın içinden çıkarıyor... Ve o yaprağın yaratılışında, gün be gün serpilip büyümesinde, içinde yerleştirilen ve makine gibi işleyip çeşitli ürünler üreten sistemlerinde, Allah'ın (cc), Halık, Bari', Musavvir, Hayy, Kayyum, Mukaddir, Müzeyyin, Sani', Rezzak, Nâfi, Muhyi, Mümit.. gibi daha pek çok isminin tecellilerini okuyup, Rabbine tesbihini, hamdini bunlarla sunar...
Hiç bu kadar sanatlı ve değerli yaratılan, küçücük bir fabrika gibi yaratılıp pek çok işler yaptırılan, ürünlerin üretiminde çalıştırılan bir yaprak başıboş olur mu, kendi haline bırakılmış mıdır ki kendi kendine düşsün!?. O yaprak ölümüyle bile ne kadar çok faydalara vesile yapılırken, onun ölümüne bile bir anlam verilirken, o yaprağı başıboş görmek, ona bomboş bakmanın ifadesidir. Bu bakışın ardında aklın, düşünmenin, tefekkürün, ibretin, derk etmenin olmadığını gösterir. Oysa biraz aklını kullanan neler görür neler...
Sonrasında da şu noktaya gelir insan: Bir yaprağın bile kendi haline bırakılmadığı, yapılışı, hayatı ve ölümüyle nice faydalara vesile yapıldığı bir dünyada, mahlukatın en şereflisi, değerlisi olarak yaratılan insanın başıboş bırakılması söz konusu olabilir mi? İnsanı yaratan Allah (cc), böyle bir bilgi mi indirmiştir ki, böyle anlamsız vesveselere kapı açılsın...
İşte, bir yapraktan ahireti gören, anlayan, ümitlenen bir müminin dünyasında ayrılık sadece görünüşte vardır. Bu ayrılıkların da dünyanın fani bir yer olarak takdir edildiğinden, gelip de gidilecek bir yer oluşundan, ayrılıkların da dünya imtihanının birer sorusu olduğundan kaynaklandığını bilir ve sabreder. Bunları bilmesine ve bu bilgiyle hayatın zorluklarına karşı daha güçlü olmasına vesile olan imanına şükreder...
Kalbimizdeki, kulağımızdaki engelleri kaldıralım yeter ki. İşte o zaman, ağaçların gerçek meyvelerini yediğimiz gün olacak. Tatlı hışırtılarının yanında, yaprakların dudaklarından kulaklarımıza bambaşka şahitlikler söylenecek…
İnsan, bir yaprağı, ağacı, çiçeği seviyor, her yaratılanda nice sevilecek şeyler görüyor… Fakat o yaprağın, ağacın, çiçeğin.. onları bizim okumamız için yaratan Allah’tan birer mektup olduğu nazarıyla bakabilse, onların gerçekten ne kadar değerli, hatta ebedi hayatını kurtaracak bilgilerle dolu birer mektup olduklarını bilecek ve daha çok sevecek…
Evet her şey konuşur; hem de aklın kulağıyla dinleyene, dünyanın tüm seslerini bastıracak kadar yüksek sesle konuşurlar. Onların Âlemlerin Rabbinin ilmine, iradesine ve kudretine şahitliklerini duyabilenlere ne mutlu…
…
Yazımızı düşen bir yaprağın çalkaladığı ruhunu, imanın nuruyla sükûna erdiren Bediüzzaman Hazretlerinin bir hatırasıyla bitirelim:
“Denizli hapsinden tahliyemizden sonra meşhur Şehir Otelinin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gayet lâtif, tatlı bir surette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları, havanın dokunmasıyla cezbedârâne ve cazibekârane hareketle raksları, kardeşlerimin müfarakatlarından ve yalnız kaldığımdan, hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hâtıra geldi, ve bana bir gaflet bastı. Ben, o kemâl-i neş'e ile cilvelenen o nâzenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki, gözlerim yaş ile doldu. Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri, fîrakları ihtar ve ihsasıyla kâinat dolusu firakların, zevallerin hüzünleri başıma toplandı.
“Birden hakikat-ı Muhammediyenin (asm) getirdiği nur, imdâda yetişti. O hadsiz hüzünleri ve gamları, sürurlara çevirdi. Hattâ o nurun, herkes ve her ehl-i imân gibi benim hakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte, o vaziyete temas eden imdat ve tesellisi için Zât-ı Muhammediyeye (asm) karşı ebediyyen minnettar oldum.” (Asa-yı Musa, 64)
Maddi ve manevi bütün nimetlere kavuşmamıza vesile olan Efendimiz Hazret-i Muhammed’e (asm), aldığımız nefesler adedince salat u selâmlar olsun…
