“Bir cesur adam çoğunluk demektir.”
— Andrew Jackson
1 Aralık 1955 günü, Rosa için sıradan bir gündü. Terzi olarak çalıştığı butikteki işlerini bitirmiş, evine dönüyordu. Otobüse ön kapıdan bindi, parasını ödedi, indi, arka kapıdan tekrar bindi. Rosa zenciydi ve ön kapıdan binmesi yasaktı.
Olayın geçtiği yıllarda Montgomery genelinde bir uygulama vardı. Otobüslerin ön sıraları beyazlar için ayrılmıştı. Siyahlar ancak arka kısımda kendilerine ayrılmış olan sıralara oturabiliyorlardı. Orta kısımda oturabilmeleri, ancak ayakta beyaz yolcu olmadığı sürece mümkündü. Otobüse binen herhangi bir siyah yolcu önce ön kapıdan binip parasını ödüyor, sonra inerek arka kapıdan tekrar biniyordu—ama yeteri kadar şanslı ise! Kimi zaman şoförler, siyah yolcunun arka kapıdan binmesini beklemeden gazlayıp gidiyor, parasını ödemiş olan yolcu da öylece ortada kalıyordu. Rosa böyle bir olayla 12 yıl önce, 1943 yılında da karşılaşmıştı. O zaman Rosa’yı otobüse almadan giden şoför, şimdi tekrar Rosa’nın karşısındaydı: James F. Blake.
Rosa’nın deyimiyle, 1 Aralık günü Blake’in yine hain bir görünümü vardı. Ama Rosa yine de otobüse bindi. Neyse ki, bu sefer Blake, Rosa’nın para ödedikten sonra arka kapıdan tekrar binmesine fırsat verdi. Rosa otobüste orta sıralardan birinde, bir adamın yanına oturdu. Ancak üç durak geçtikten sonra otobüse binen beyaz yolculardan biri ayakta kalmıştı. Montgomery kanunlarına göre otobüste orta sıralarda oturan siyah yolcuların kalkıp ayaktaki beyaza yer vermeleri gerekiyordu. Blake de bu kanunlara dayanarak Rosa’nın ve aynı sırada oturan diğer üç siyahın ayağa kalkmasını istedi. Hepsi itiraz etmeden kalkarak yer verdi, ama yorgun olan Rosa oturmaya devam etti. Gerçi yorgun olmasa da yer vermeyecekti; çünkü her gün tekrarlanan bu sahneyi oynamaktan bıkmıştı. Blake, Rosa’nın göstermiş olduğu bu “küstah” tavır karşısında çok sinirlendi, el frenini çekip hızla Rosa’nın yanına gitti. Ona yerinden kalkmasını söyledi. Aksi takdirde kendisini tutuklatacağını hatırlattı. Rosa ise çok sakin bir şekilde cevap verdi: “Nasıl isterseniz...”
Blake, hızla otobüsten indi ve az sonra iki polisle geri geldi. Polisler Rosa’ya neden yerinden kalkmadığını sorduklarında o, açık ve net bir şekilde cevap verdi: “Ayağa kalkmam gerektiğini sanmıyorum.” Polislere neden bunu yaptıklarını sorduğunda “Bilmiyorum. Ama kanun kanundur ve siz tutuklusunuz.” cevabını aldı. Rosa hiç sorun çıkarmadı. Polislerden birisi çantasını, diğeri alışveriş çantasını aldı. Birlikte polis aracına bindiler.
Bu tarihten sonra Montgomery’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
BİR DAYANIŞMA ÖRNEĞİ
Rosa’nın tutuklanma haberi, siyahlar arasında yıldırım hızıyla yayıldı. Rosa’nın dostları hemen devreye girip kefaleti ödediler ve Rosa aynı gün serbest kaldı. Hemen ardından annesi ve eşi Raymond’la yaptığı görüşme, sadece kendisinin değil, Montgomery’de yaşayan bütün siyahların kaderini belirleyecek olan bir konuşmaydı. Rosa, siyah Don Kişot olacak, Montgomery’nin ayrımcı yasalarıyla mücadele edecekti.
Aynı gece Kadınlar Siyasal Konseyi toplandı. Toplantıda siyah çocukların gittiği okullarda dağıtılması için el ilânlarının hazırlanmasına karar verildi. İlan metni, kısa ve netti: “Sizden, bütün siyahlardan, tutuklama ve yargılama hadisesini protesto etmeniz için, gelecek Pazartesi otobüslere binmemenizi istiyoruz. Bir günlüğüne okula gitmeyebilirsiniz. Eğer çalışıyorsanız işyerinize taksiyle veya yürüyerek gidebilirsiniz. Ama lütfen, çocuklar ve yetişkinler, Pazartesi günü otobüse binmeyin.”
Ertesi gün 35 bin ilan basıldı ve bütün şehirde dağıtılmaya başladı. Aynı gün, otobüslerdeki bu ayrımcılığa karşı nasıl mücadele edileceğini konuşmak üzere siyah liderler toplantıya çağrıldı. Toplantı sonunda, Rosa’nın duruşmasının yapılacağı 5 Aralık günü otobüslere binmeme kararı alındı. Boykotun öncüsü olarak, daha sonra efsaneleşecek bir isim, Martin Luther King seçildi. Cuma günü geldiğindeyse, bütün şehir artık boykottan haberdardı.
5 Aralık 1955 Pazartesi günü geldiğinde King ve diğer liderler gergin bir şekilde güne başladılar. Yaptıkları ilk iş, siyahların boykota katılıp katılmadıklarını tespit etmek oldu. Duraklara gidip beklemeye başladıklarında büyük bir sürprizle karşılaştılar. Yağmurlu havaya rağmen geçen otobüslerin hiçbirinde tek bir siyah yolcu bile yoktu! Siyahlar gidecekleri yerlere yürüyerek, taksi tutarak, bisikletle, hattâ katırla gidiyorlardı. Bazı siyahlar bir araya gelerek taksi tutuyorlardı. Bazı siyah taksi şoförleri ise taksilerini o gün dolmuş gibi işletiyorlardı; her siyahtan otobüs parası kadar—10 cent—ücret alıyorlar, her otobüs durağında durarak gidiyorlardı. Böylece her siyah yolcu okuluna, işine vaktinde yetişebiliyordu.
Bu sırada Rosa’nın duruşması başlayıp bitti. Yarım saat süren duruşmada Rosa, eyalet yasalarına karşı gelmekten dolayı suçlu bulundu ve 14 Amerikan doları para cezasına mahkûm edildi. Artık temyize gitmekten başka çare yoktu.
Aynı gün öğleden sonra, Montgomery İyileştirme Birliği kuruldu. Başkan olarak, Martin Luther King seçildi. Henüz 26 yaşında olan King’in burada yaptığı konuşma—aynı zamanda yıldızının parlamasını sağlayan konuşma—hafızalara bir daha hiç silinmeyecek bir şekilde kazındı. King, şunları söylüyordu:
“Bir zaman gelir, insanlar artık usanır. Bize uzun zamandır kötü muamele edenlere ayrı tutulmaktan, küçük görülmekten usandığımızı, baskının acımasız ayakları tarafından tekmelenmekten bıktığımızı söylemek için bu akşam burada bulunuyoruz.”
King konuşurken, sözleri alkışlarla sürekli kesiliyordu. Bu konuşmayı böylesine unutulmaz yapan, önemle üzerinde durduğu şeydi: her ne olursa olsun, asla şiddete başvurmamak. “Bu problemimizi şiddete başvurarak çözemeyiz. Şiddete karşı şiddetle cevap vermemeliyiz.”
Konuşmanın sonunda, bilmeden boykotun başlamasına sebep olan Rosa, bütün seyircilerin kendisini görebileceği bir yere çıktı, ama hiçbir şey söylemedi. Söylemesine gerek de yoktu. Ayrımcılığına karşı orada dimdik duruyordu—yakın bir gelecekte “sivil haklar annesi” olarak anılmaya başlanacağını bilmiyor olsa da.
ŞİDDETTEN UZAK BİR BOYKOT
Kilisede yapılan toplantıda bütün zenciler ortak bir karara vardılar: Boykota, haklarını alıncaya kadar devam edeceklerdi. Önceleri bu karar, ırk ayrımcılarını hiç rahatsız etmedi. Çünkü onlar siyahların gitmeleri gereken yerlere, özellikle de işyerlerine geç kalmayı daha fazla göze alamayacaklarını, boykota en fazla birkaç gün devam edebileceklerini düşünüyorlardı. Oysa hiçbir şey sandıkları gibi olmadı. Zenciler örnek bir dayanışma gösterdiler. Yine şehir içi otobüslerine binmediler, yine bir araya gelerek taksi tuttular, yine yürüyerek veya bisikletle işlerine gittiler...
Montgomery’de otobüslerle yolculuk yapanların yüzde 75’i siyahtı ve boykota hepsi katılıyordu. Bu yüzden şehir içi otobüsleri işleten firma kısa zamanda zarar etmeye başladı. Ama firmanın tutumu da, eyalet kanunları da katıydı. İdareciler, boykota katılanların tamamının fakir ve kalabalık ailelere mensup olduğuna, bu yüzden boykotun fazla süremeyeceğine ikna edildiler. Günler haftalara, haftalar aylara döndü, ama değişen hiçbir şey olmadı. Zenciler aynı kararlılıkla boykotu sürdürdüler. Firma ise çareyi önce otobüs sayılarını azaltmakta, ardından da 10 cent olan bilet ücretini 15 cent’e çıkarmakta buldu.
Siyahlar, otobüsleri kullanarak uzak yerlere gitmedikleri için, alışverişlerini de evlerinin çevresindeki dükkanlardan yapmaya başlamışlardı. Bu da şehirdeki mağaza sahibi beyazları zarara uğratıyordu. Sinirleri iyice gerilen beyazlar, çareyi zencileri tehdit ederek boykottan vazgeçirmeye çalışmakta buldular. Ama zenciler, aldıkları öğüdü asla akıllarından çıkarmıyorlardı: “Bu problemimizi şiddete başvurarak çözemeyiz. Şiddete karşı şiddetle cevap vermemeliyiz.”
Bazı ırkçı beyazlar, sabırları taştıkça şiddet olaylarını artırdılar ve işi bu sözlerin sahibi Martin Luther King’in evini bombalamaya kadar vardırdılar. Olay sırasında evde King’in eşi ve iki aylık çocuğu da bulunuyordu. Neyse ki, onlara hiçbir şey olmamıştı. King, olayı duyar duymaz evine koştuğunda dışarıda zencilerden oluşan öfkeli bir grupla karşılaştı. Ama King, burada da aynı öğüdü tekrarladı ve onları yatıştırdı. Zenciler yine aynı sakinlikle, aynı ağırbaşlılıkla eylemlerini sürdürdüler ve şiddete asla başvurmadılar. Öncesine göre tek bir fark vardı: Birbirlerine daha çok kenetlenmişler, birbirlerine daha çok destek olmaya başlamışlardı.
Bu arada Montgomery İyileştirme Kurumu da boş durmamış, şehir içi ulaşımı sağlayan otobüs firmasını ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle mahkemeye vermişti. Nihayet 2 Haziran 1956’da mahkeme sonuçlandı ve federal mahkeme, otobüslerdeki ırk ayrımcılığını yasadışı buldu. Irkçılar davayı aynı yıl 13 Kasım’da temyize götürdüler, ama umduklarını bulamadılar ve Yüksek Mahkeme de 20 Aralık’ta ırk ayrımcılığının yasadışı bir uygulama olduğuna karar verdi.
Yüksek Mahkemenin verdiği kararın ertesi günü, 21 Aralık’ta Rosa Parks ve Martin Luther King aynı otobüse bindi. Rosa bu sefer arka sıralara değil, otobüsün en ön sırasında oturuyordu.
SABRIN MÜKAFATI ALINIYOR
Rosa’nın tutuklanmasının üzerinden tam 381 gün geçmişti. Tek bir kişinin bir otobüs koltuğuna oturmasıyla başlayan mücadele on binleri birbirine kenetlemiş, Montgomery’de 17 bin siyahın yaptığı boykot zaferle sonuçlanmıştı. Yakın arkadaşı ve aynı zamanda sivil hareket liderlerinden biri olan Johnnie Carr’ın dediği gibi, “Rosa oturmuş, dünya da onun etrafında dönmüştü.” O artık sivil haklar hareketinin annesiydi.
Rosa Parks, tutuklandıktan bir süre sonra, hâlâ tam olarak bilemediği bir sebepten dolayı işini de kaybetmişti. Daha sonra da iş bulamamış, geçimini evde dikiş dikerek ve yazı yazarak sağlamaya başlamıştı. Ama kazandığı bu zafer, onun geleceğini de değiştirdi. Rosa ilk olarak 1965 yılında ABD Michigan temsilcisi John Conyers’in yanında işe başladı ve emekli olduğu 1988 yılına kadar burada çalıştı. Emekli olmadan bir yıl önce Rosa & Raymond Parks Enstitüsünü kurdu. Bu tarihten sonra ise, kendisini sivil toplum örgütlerine adadı. Halen ülkenin çeşitli yerlerine giderek geleceğin yetişkinlerine konferanslar veriyor. Konferanslarında çocuklara vermek istediği mesajı kendisi şöyle özetliyor:
“Çocukları bir okul bitirme, iyi dereceler alma ve kendilerine güvenmeleri için cesaretlendirmeye çalışıyorum. Tabii ki sağlıklarına dikkat etmeleri ve kendilerine fiziksel veya ruhsal zarar verebilecek şeylerden uzak durmaları konusunda da onları uyarıyorum. Çocuklar birer yetişkin olduklarında kendi kariyerlerini çizebilecekleri iyi eğitimi almış olmalılar. Özgürlük Yolları Enstitüsü ve bizim Enstitümüzde (Rosa & Raymond Parks Enstitüsü) gençlerle birlikte turlar düzenleyerek onlara sivil hareket liderleriyle tanışma fırsatı veriyoruz.”
Rosa’nın çocukken annesinden aldığı ders, onu çok etkilemiş. Bu yüzden çocuklar üzerinde bu kadar duruyor. “Annem güçlü iş ahlâkı, sadakati, ailesine karşı olan sorumluluğuyla beni etkiledi. 11 yaşına kadar benim öğretmenim oydu. İkinci sınıf vatandaş olmayı kabul etmeyecek şekilde beni yüreklendirerek büyüttü. Kendime saygı duymayı, değer vermeyi ve kendimle iftihar etmeyi ondan öğrendim.”
Hâlâ hayatta olan Rosa Parks’ın rahatsız olduğu tek bir nokta var: başarının sadece kendisine mal ediliyor olması. Rosa, yaptığının sadece otobüste yerinden kalkmamak olduğunu, kendisinin hakkını arayan insanlardan sadece biri olduğunu söylüyor.
Rosa Parks, tutuklandığı gün 42 yaşındaydı. O gün kendisini tutuklatan şoför James F. Blake, 2002’de 89 yaşında kalp krizi geçirerek öldü. Rosa da bugün 91 yaşında. Ve, “sivil haklar annesi” olarak geleceğin özgür insanlarını yetiştirmeye devam ediyor.