İnsanoğlunun en temel amaçlarının başında yaşadığı evrende huzurlu ve müreffeh bir hayat sürmektir. Onun, bu hedefe ulaşmasını engelleyen en bariz sebeplerden birisi de zaman zaman uğradığı haksızlıklar ve zulümlerdir. Yaşamı çekilmez hale getiren zulmün engellenmesi, yaşanılabilir bir dünyanın tekâmül etmesi için gerek ilahi dinler gerekse beşeri sistemler birçok mücadele vermişlerdir. İnsanı insan yapan fikirler hiçbir zaman yapılan haksızlıkları tasvip etmemiştir.1
Zulüm, tarih boyunca yaşama hakkından, iktisadi adalete kadar çok farklı açılardan insanların karşısına çıkmıştır. İnsanlara ekonomileri ile birlikte egemenlik kurmaya çalışan zümrenin yaptığı haksızlıklar zulmün kapsamına girer. Günümüzde bazı büyük sermaye sahipleri güçlerini insanlara farklı araçlar vasıtası ile zulmederek sürdürürken, ortaya çıkan haksızlıkların karşısında durabilen kolektif bir oluşumun özlemini, bugün toplumun tüm kesimleri hissetmektedir.
…
Bugün tüm yönleri ile mercek altına almamız gereken zaman dilimi olan Peygamberimizin yaşadığı dönem bu anlamda da bizlere rehberlik etmektedir. Bu bağlamda risalet henüz gelmemişken hayatın gayesini fark eden, zulme uğrayanlara yardım eden, Mekke’de söz ve vicdan sahibi olan kişilerin oluşturduğu bir sivil hareket Hılfu’l-Fudûl’u görmekteyiz.
Hılfu’l-Fudûl, Arapça bir isim tamlamasıdır. Hılf kelimesi insanların birbirlerinden aldıkları yemin anlamında kullanılmaktadır. Hılf, birbirini destekleme, yardımlaşma ve ittifak üzerine yapılan bir sözleşmeyi ifade etmektedir. Fadl ise lügatte, eksik ve noksan olmayan, sebepsiz olarak yapılan iyilik anlamlarında kullanılmaktadır. Çoğulu ise fudûl’dür. Fadl, ‘alâ’ harf-i cerri ile üstünlük, öncelik, iyilik, lütuf, ihsan, kibare, nezaket anlamlarını kazanır. Bu değerlendirmeleri göz önünde bulundurduğumuzda, Hılfu’l-Fudûl kelime olarak, “Fadl’ların Yemini” (Fadl isminin manasından hareketle ‘Erdemlilerin Yemini’), “İyilikler Sözleşmesi” veya “Haklar Sözleşmesi” anlamlarına gelen bir isim tamlaması olarak kullanılmaktadır.2
Bu oluşumun kurulmasındaki asıl amaç, bazı kabileler arasında Haram ay olmasına rağmen yapılan Ficar savaşlarından ötürü kaybolan iktisadi güven ortamının tekrardan tesis edilmesidir. Mekke bilindiği gibi ticaretin önemli bir odak noktasıdır. Bu bağlamda sermayenin güven ortamında canlandığının farkına varan ve yaşanan gelişmelerden ötürü ticaretin yara aldığını düşünenler bu oluşumun kurulmasında öncülük etmişlerdir.
Günümüzdeki sivil toplum kuruluşlarının ideal misyonunu bizlere hatırlatan Hılfu’l-Fudûl’un kuruluşu aşamasında yaşanan olaylardan biri de kaynaklarda şu şekilde yer almaktadır: Mekke’ye ürünlerini satmak için farklı bir bölgeden gelen tüccarın ürünlerinin gasp edilmesi bu oluşumun kurulmasını hızlandırmıştır. Yabancı ve kimsesiz tüccar malının gasp edilmesinden sonra, belirli kişilerden yardım istemesine rağmen karşılık bulamamıştır. Bunun üzerine çaresiz kalan tüccar Mekke’nin gündemine yön veren Kâbe’ye son derece yakın bir yerde bulunan Ebu Kubeys tepesine çıkıp yaşadıklarını şiire yansıtarak duyurmuştur. Bu zulme karşı inisiyatif alan bir grup insan Abdullah b. Cüd’an’ın evinde toplanarak bu oluşumun temelini atmışlardır. Bu ilk toplantının ardından oluşan kolektif hareket, zulme uğrayan tüccarın mağduriyetini gidermek ile birlikte, bölge ticaretinin emniyet bulmasını sağlamıştır.
Yapılan sözleşmenin maddeleri ana hatları ile şu şekildedir:
• İster Mekke halkından olsun, ister Mekke’ye dışarıdan gelenlerden olsun, ister iyi ister kötü olsun, zulme uğrayanın yanında yer alınacaktır.
• Adaleti temin edinceye kadar zalimin karşısında durulacaktır. Mazlumun hakkı zalimden alınıncaya kadar mazlumun yanında olunacaktır. Mazlumla yekvücut olunacaktır.
• Zalimin zulmünü ortadan kaldırmak için sözleşmeye taraf olanlar birlik ve beraberlik içerisinde davranacaklardır.
• Bu birlikteliğin devamlılığı zulmün ortadan kaldırılmasıyla sınırlı olacaktır.
• Deniz süngeri ıslattığı, Hıra ile Sebir dağları yerlerinde kaldığı müddetçe bu yemine sadık kalınacaktır.3
…
Erdemliler İttifakı olarak isimlendirilen bu oluşuma risalet öncesinde Mekke’nin emin insanı olan Peygamberimiz de dahil olmuştur. Risalet vazifesi verildikten sonra bu sivil hareket ile ilgili: “Abdullah b. Cüd’an’ın evinde bir antlaşmaya tanıklık ettim. Onun yerine bana kızıl tüylü bir deve sürüsü verilmiş olsaydı bu kadar hoşlanmayacaktım. Eğer İslamiyet döneminde de onun gibi bir şeye davet edilsem kabul ederdim”4 buyurarak bu anlaşmanın önemini ifade etmiştir. Her geçen gün etkisini artıran bu teşkilat, Mekke’nin ticari güven ortamına son derece önemli katkılar sağlamıştır. Yeni üye almayan bu güzel teşkilat, zaman içerisinde üyelerinin vefatları ile birlikte etkinliğini yitirmiştir.
Peygamberimizin de hadis-i şerifte teşvik ettiği, bizlere aktif ve iyi insan olmanın sorumluluğunu hatırlattığı bu gibi örnek oluşumların bugün eksikliğini maalesef ciddi manada hissetmekteyiz. Zira, fiyatlardaki tutarsızlıklar, işçi-işveren ilişkileri, çevre bilinci, kamu hakkı başta olmak üzere birçok meselede bazı sıkıntılar ile yüzleşmekteyiz. Bu sıkıntıların bertaraf edilmesi hususunda ticaretin tüm taraflarına, düzenleyici rolü ile devlete ve sivil inisiyatiflere ihtiyacımız olduğu görülmektedir.
Sonuç itibari ile bizler aynı geçmişte olduğu gibi günümüzde de, meşru dairede büyüme yanlısı olan İslam ahlakı ile ekonominin, doğru bir ilişki ile hareket edeceğine inanmaktayız. Bugün hepimize düşen vazife, Müslüman toplumlardaki ekonomik derin uykunun sona ermesine bir nebze de olsa katkı sağlamak olmalıdır.
Kaynaklar:
1- Sönmez, N. (2014). HILFU’L-FUDÛL TEŞKİLATI. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (41), 399-419.
2- Kemal, G. Ö. Z. (2016). Birlikte yaşama kültürü açısından Hılfu’l-Fudûl. Bozok Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10(10), 111-126.
3- İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kubrâ, Dâru’l-kutub, Beyrut 1990, s. 103; İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, Beyrut 1992, s. 103; Muhammed Hamidullah, “Hılfu’l-Fudûl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 18, İstanbul 1998, s. 31-32; Asım Köksal, İslâm Tarihi, Şamil yay., İstanbul 1987, s. 134.
4- İbn Hişam, 1, 141-142; Ya’kubi, II, 17; İbnü’l Esir, II, 41.