TR EN

Dil Seçin

Ara

Âhirete Gidip Gelen mi Var?

Âhirete Gidip Gelen mi Var?

Böyle bir soruyu soranlara:

Olmaz olur mu hiç?

Var olan bir şeyden haber veren olmaz mı?

Âhiret var ki, ondan haber veriliyor, âhiret var ki, ondan söz ediliyor, âhiret var ki, sürekli oralar anlatılıyor.

Kim haber veriyor, kim anlatıyor?

Âhiret konusunda kim söz sahibi ise, kim bilgi sahibi ise, kim uzmansa o haber veriyor.

Bu konuda söz sahibi birisi varsa, o da Yüce Allah’ın kendisine resul ve elçi olarak seçtiği Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselamdır.

Cenab-ı Hak, ona geçmişin ve geleceğin bilgilerini vermiş, o da insanlara bu bilgileri aktarmış ve anlatmış.

Onun bilgi kaynağı ise, elinde ebedi bir mucizesi olan Kur’ân-ı Kerîm'dir. Bu kitap, ilk geldiği gün gibi sağlam ve taze bilgilerle bizim de elimizde ve önümüzde duruyor.

Kur’ân, âhiretten, ölüm sonrası hayattan, o sonsuzluk âleminden, oradaki menzillerden, kıyametten, haşirden, mizandan, sırattan, hesaptan, kitaptan, Cehennemden ve azabından, Cennetten ve nimetlerinden o kadar açık ve geniş olarak haber verir ki, bu haberler ve bilgiler kesin ifadelerle anlatılır. “Olabilir, gelebilir” ifadeleriyle değil, şu anda gözümüzle görüp de inkâr edemeyeceğimiz kadar kesin ve net olan şeylerin varlığı kadar kesin bir dille anlatılır.

Kur’ân’daki âhiret bilgilerini okuyan ve anlayan insan, “dünya varsa, mutlaka âhiret de vardır” sözünü söylemek zorunda kalır.

Meselâ âhiret denince ilk aklımıza gelen “haşir,” öldükten sonra âhirette yeniden yaratılma hakkında Kur’ân der ki:

“Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Ölümün ardından yeryüzünü nasıl diriltiyor? İşte bu, ölüleri dirilten Allah’tır. Onun gücü her şeye yeter.” (Rûm suresi, 30:50)

Ne kadar kesin bir bilgi değil mi? Kışın kuruyan, bir çeşit ölen bitkiler, ağaçlar, böcekler, sinekler, kelebekler bahar gelince nasıl diriltiliyor;  toprağa atılan tohumlar ve çekirdekler çürüdükten, dağıldıktan sonra nasıl sebze ve ağaç olarak karşımıza çıkıyorsa, insanlar da, ölüp toprağa girdikten sonra uzun bir kış geçirecekler, dağılıp çürüyecekler ama haşrin baharında yeniden diriltilecek, canlanacak, yeni bir hayata kavuşacaklar. Bu hayatın adı, âhiret hayatı, yani dünya sonrası gerçek hayattır.

Yukarıdaki âyet yüzlerce Kur’ân âyetlerinden sadece birisidir.

...

Kur’ân-ı Kerîm, Cennet hayatını da çok net olarak anlatır ve Cenneti bütün güzellikleriyle gözler önüne serer:

“İşte onlar Allah katında yakınlık sahibidirler. Nimetlerle dolu Cennettedirler. Mücevheratla dolu tahtlar üzerindedirler. Onlara kurulmuş, karşılıklı oturmaktadırlar. Etraflarında hiç yaşlanmayan çocuklar dolaşır. Pınarlarından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehlerle. Ve beğendikleri meyvelerle ve canlarının çektiği kuş etleriyle. Bir de güzel gözlü eşler vardır: Saklı inciler gibi. Bütün bunlar onların yaptıklarına bir ödüldür. Orada boş veya günah söz işitmezler. İşittikleri hep esenliktir.

“Ashab-ı Yemin ki, ne mutlu kimselerdir. Dikensiz ağaçlar, salkımlarla dolu muz ağaçları arasındadırlar. Sürekli gölgeler altında, çağlayan su başlarında, pek çok meyveler arasındadırlar. Ki ne arkası kesilir, ne onlardan esirgenir. Yüksek döşekler üstündedirler.

“Biz o kadınları yeni bir yaratılışla yaratmışızdır. Ve onları bakire yapmışızdır. Eşlerine aşık hep bir yaşta. Bütün bunlar Ashab-ı Yemin için…” (Vâkıa, 56, 11-40)

Kur’ân-ı Kerim bu şekilde Cennet nimetlerini anlatırken, diğer yandan Cehennem azabını da anlatır ve der ki:

“Bir de Ashab-ı Şimal var ki, ne bedbahttır onlar. İliklere işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler. Kapkara bir dumanın gölgesindedirler. Bir gölge ki ne serinlik verir, ne bir hayrı dokunur. Çünkü onlar evvelce varlık içinde şımarmışlardı. O büyük günahta ısrar ediyorlardı. Ve diyorlardı ki, ‘biz ölüp de toprak olduktan ve kemik yığınına dönüştükten sonra tekrar mı diriltilecekmişiz?’ Ya evvel ki atalarımız, onlar da mı? De ki: Öncekiler ve sonrakiler belirlenmiş olan o malûm günde hepiniz toplanacaksınız. Sonra da ey yalanlayıcı sapıklar, o zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Üstüne de kaynar su içeceksiniz. Susamış devenin içişiyle içeceksiniz. Onların hesap günündeki ikramları işte budur.” (Vâkıa suresi, 56:40-56)

...

Miraç gecesinde Rabbinin huzuruna davet edilen Peygamber Efendimiz de (asm), Kur’ân’ın anlattığı bütün bu menzilleri gezmiş, bizzat gözleriyle görmüş ve dönüşünde ümmetine anlatmıştır.

Miraç gecesinde Cebrail aleyhisselâm, Peygamberimize bütün gayb âlemlerini, âhiret yurdunu, Cenneti ve Cehennemi gezdirdi.

Peygamberimiz Cenneti gezerken Cennetin bir güzelliğini şöyle anlatıyor:

“Ben Cennette yürürken önüme bir nehir çıktı. Her iki yanı inciden bir kubbe idi. Cebrail’e (aleyhisselâm) sordum:

“Bu nedir?”

“Bu Allah’ın sana verdiği Kevser’dir, diye cevap verdi. Sonra onun çamuruna bir el attı, hemen bir misk çıkardı. Kevser ırmağının suyu baldan daha tatlı ve sütten daha ak idi.” (Müslim, Salat, 14; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 88)

...

Peygamberimiz (asm), Miraç gecesi Cehennemi de gezdi, gördü. Yine yanında Cebrail aleyhisselâm vardı. Cehennemin bekçisi olan Malik adında bir melekle karşılaştılar.

Peygamberimiz, “Cehennemi göstermesini ona emretmez misin?” diye sordu.

Cebrail aleyhisselâm da, “Olur” diye Cehennem bekçisi Malik’e, “Ey Malik, Muhammed aleyhisselâma Cehennemi göster” dedi.

Malik Cehennemin üzerindeki örtüyü açınca Cehennem öyle kabarmaya ve kaynamaya başladı ki, Peygamberimizi onu gördüğü zaman, her şeyi yakalayıp yakacağını sandı. Hemen Cebrail aleyhisselâma, “Ey Cebrail Malik’e emret de, onu yerine çevirsin” buyurdu.

Malik de Cehenneme “Sakin ol” dedi. Cehennem çıkmış olduğu yerine girince Malik onun üzerine örtüsünü tekrar örttü.

Bu arada Peygamberimiz, Cehennemdeki susuzluk azaplarını, azap zincirlerini, azap yılanlarını ve akreplerini, oradaki azapların daha bazılarını gördü. (Asım Köksal. İslam Tarihi, 2:224)

***

Bir yerden veya bir şeyden haber vermek için, mutlak surette o yere gitmek veya o şeyi gözle görmek bile gerekmez.

Mesela, astronomi ilmi bize yıldızlardan, galaksilerden bahseder. Öyle ki, uzayda hâlâ ışığı bize ulaşamayan milyarlarca yıldızdan söz eder. Buralara gidip gelen kimse var mıdır? Yok...

Zaten bu bedenle, bu teknik imkânlarla ve bu sınırlı ömürle gitmek kimin haddine? Bunun için biz, astronomi bilginlerinin verdikleri bilgilere güveniyoruz ve inanıyoruz.

Bu meselede bir ölçü olması açısından Bediüzzaman Hazretleri şu açıklamayı getirir: “Perde-i gayb (gayb perdesi) içindeki âlem-i âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilayet derecesine getirmeli, veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki, yerlerini görüp, tayin edelim. Âhiret âlemine ait menziller bu dünyevi gözümüzle görülmez.”

Bunun için iman insana kolaylık ve rahatlık verir. Her şeyi gözüyle görmeyi istemek gibi bir yanlışlığa düşmez, bilemediği ve göremediği âhiret âleminin varlığını da iman gözüyle görür ve Allah’a binlerce şükreder.