TR EN

Dil Seçin

Ara

Seni Nasıl Anlatsın Ki Bu Kalem!

Seni Nasıl Anlatsın Ki Bu Kalem!

“Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir. O size çok düşkün, mü'minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Tevbe, 128)

“Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir. O size çok düşkün, mü'minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Tevbe, 128)

Essalâtü ve’sselâm aleyke yâ Rasulallah…

Yollar ki, çok karışık. Kimi çöle çıkar, kimi de denizlere.

Ne çağlar yaşadı insanlık Senden uzak, Senden mahrum. Ağlıyordu anneler. Ağlıyordu kız bebekler… Başına ne geleceğini nereden bilecekler? Dünya zulmün ve merhametsizliğin tam bir işgali altındaydı. Gecenin karanlığı gibi, hesabın en koyusundaydı, simsiyahındaydı art düşüncelerin sahipleri, kötülüğün sembolleri.

Kararan gecelerin en aydınlık sabahları Seninle doğdu. Nurun sadece o asra değil, her asra umut oldu. Gelişine muntazırdı gökler ve yerler. Işırdı muhabbetinle, aydınlanırdı yürekler yâ Rasulallah (asm)…

Sen yok iken, dün yok, yarından ümit yok idi. Yol kesmeler ne ki? Hayatları kesmişti şakîler.

Sen geldin, gitti zulmet; Sen geldin, bitti husûmet. Birbirine kardeş oldu kâinat. Küfrün çektiği perdeye inat.

Yolun, yolumuzdur. İmanımızla, yaşamamızla Senin gibi olmak biricik arzumuzdur…

Yâ Rasulallah (asm), gerçek saadet budur. Seni anmak, Seni sevmek, kirlenmiş dudaklara, paslanmış kalplere ciladır…

Kıymetimizi Seninle bildik. Yoksa ucuz mu ucuz, değersiz mi değersizdik. Paslı kalbimize merhem bildik adını, derdimize devâ bildik salâvatını.

Essalâtü ve’sselâm aleyke yâ Rasulallah…

Her şey Seninle güzel. Her şey Seninle ebedi.

Sende gördüğümüz o sevgiyi ki, hiç kimse hani… Tattırmadı bugüne kadar hiçbir fânî.

Seni nasıl anlatabilir ki bu kalem, bu kelam yâ Rasulallah?

Essalâtü ve’sselâm aleyke yâ Rasulallah…

Kızgın çöllere su oldun. Güllere koku oldun. Bülbüllere ‘hû’ oldun. Öyle bir hayat yaşadın ki, taşlaşan yüreklerimiz, sözlerinle inceldi. Seni bulunca yeniden doğduk sanki. Bir hatıran, bir bakışın ruhumuza nice kapılar açtı. Hiç kimsenin o güne dek bilmediği, görmediği ve geçmediği sayısız kapılar açtın hayatlarımıza. “Bir ben miyim böyle?” diye baktım yollara; yolunu izleyen çoktu, hem de pek çoktu. Saymaya kalksam, sayıları milyarlarca…

Kanat kanat yükselip, Miraç’tan nurlar saçtın. Allah’a (cc) kulluğun zirvesine ulaştın. Rabbimizden bize rahmetler, armağanlar taşıdın. Mazhar olduğumuz her güzellik senin sofrandan geldi bize…

Mekke’de toprağa düşüp, Medine’de çiçek açtın. Sadece sahabelerinin mi? Bizim de kalplerimizi muhabbetle donattın.

Seni nasıl anlatsın ki bu kalem, bu kelam?

Essalâtü ve’sselâm, essalâtü ve’sselâm…

Büyüdü, büyüdü sevgin. Kuşattı dört bir yanını dünyanın. Adın anılır oldu her yerinde dünyanın, konuşan Sen oldun, sevilen, bilinen ve tanınan Sen oldun. Beşer, Seni tanıyınca insan oldu…

Nurun ki, yolunu aydınlattı insanlığın. Köy, kasaba, şehir… Sen şehirden geçtin, nurunla kıt’aları kuşattın yâ Rasulallah (asm)… Dört bir yana yayıldı ilahî davetin, milyar gönüllere hayat kattın, ümit oldun.

Nurun ki, aydınlattı kâinatı. Güneş, nurunun yanında mum kaldı yâ Rasulallah (asm). Öyle değil mi, hakikati bilinmeyene ne varsa karanlıktadır. Seninle çıktı insanlık karanlıklardan aydınlıklara. Seninle bildi insanlık her şeyin hakikatini: insan ne imiş, âlem ne imiş, kim yaratmış, niçin yaratmış?..

Her şey konuştu, bir bir dile geldi:

“Kâinata can geldi,

Taptaze bir kan geldi

Cihana bedel olan

Ol yüce sultan geldi.” dediler.

Adımlarına hasretti yerler ve gökler. Hakk’a en yakın yol ki, Senden gelip, Senden geçer.

Sana ümmet yapmakla nimetlendirdi, şerefli kıldı bizi Allah…

Essalâtü ve’sselâm aleyke yâ Rasulallah…