Yandı yüreğim; yanmak ki, ateşi yok.. Bir ateş ki, dumanı bile yok.. İçten içe bir yanış, bir kavruluş bu. Çifte kavruluş. Bir yanda dünyanın onca hadde hesaba gelmez sıkıntıları, mihnet keşan vaziyeti, diğer yanda da Yaratanına karşı verdiği ve tutamadığı sözlerin ağırlığı altında yanan bir yürek. Nasıl kurtulur bu yangından, nasıl serinler ki? Bir çare, bir ümit arıyorum. Dilimde dualar kuşlar gibi konacak dallar arıyor, ümit arıyorum. Kim bilir kaç yıldır bu yüreğin yanışı, ruhun dualara duruşu. Kim bilir kaç vakittir tutunacak bir dal arıyorum. Her an başıma bir şeyler gelecek gibi... Ömrüm sönüp bitecek, pamuk ipliğiyle bile bağlı değil bu hayatım, bir yerden kopup tespih tanesi gibi dağılacak, saçılacak. Bir korku var ki, yakıyor yüreğimi. Aşamadım gitti bu korkuyu. Atamadım gitti bu derdi, kederi. Ama birden bir ümit kapladı içimi, aniden oldu bu. Nasıl mı? Anlatayım.
Geçtiğimiz haftalarda bir davet üzerine Bursa’ya sohbete giderken, İznik yolu üzerinden geçiyorduk. O kadar güzel manzara ki kendimden geçmişim âdeta. Bahçeleri, tarlaları seyre dalmışım. İşte tam o sırada bir bahçenin yeşillikleri arasında bir ay çiçeği, ama koca bahçede tek bir ay çiçeği gördüm. Yüzü güneşe doğru yönelmiş, sanki o boynu bükük bir derviş. Tam bir insan silueti gibi, belki öyle göründü bana. İşte o serin sular o zaman aktı içime, bir ümit güneşi, ona baktığım anda doğdu yüreğime. Işığa ihtiyaç duyan bu bir tek ayçiçeği için güneşi yaratan Rabbim, benim kalbimi yakan o sonsuz zulümatı gidermek için ebedî bir aydınlığı yaratmaz mı, nurdan bir sabahı bana lütfetmez mi? Hemen o anda yarattı bile. Her sabah, yeniden yeniye yarattığı nimetlerle bana da cevap veriyor, Rabbim ruhumu yıkılmaktan, yanmaktan kurtarıyor. “Boş yere yanma, tutuşma. Adımı an serinle, gözünün önündeki eserlerime bak, rahmetimi seyret. Her şey senin için ve seninle güzel.” diyordu âdeta.
İşte o an yeni bir sayfa açıldı gözlerimin önünde. Gökyüzü ilk defa bu kadar güzel göründü, dalgalı göl ilk defa bu kadar şahaneydi. Ağaçlar, meyveler ilk defa bu kadar güzel göründüler gözüme. Baktığım ve gördüğüm an eşya, yeniden yaratılıyor benim için. İşte o zaman gözlerim öyle bir göz, kulaklarım öyle bir kulak oluyor ki, ne görüyorlar ne işitiyorlarsa hepsi kalbime marifet olup akıyor; Yaratanını tanıtıyor, ruhumun ateşi serinliyor. Yeryüzü esrarlı bir bahçeye dönüşüyor âdeta. Kâinat küçülüyor gözlerimin önünde, gözlerim yetmiyor artık dokunmaya. Çok daha ötelerde kalan güzelliklere ise hayalimin eli ile uzanıyorum. Yüreğimi hafifleten o sesin, o ilhamın haber verdiği gibi her şey...
Yürek yandı, kalem tutuştu o an... İşte bu yazıyı yazmak arzusu o zaman doğdu içime.
Hangi yolculuğa çıkarsak çıkalım, nereye gidersek gidelim yolculuğumuz O’na ve Onun için olmalı. O’ndan uzaklarda ruhum hep gurbette. Gurbet ki, adı üstünde garabet gariplik gibi bir şey. Cennetten yer yüzüne gönderildiği gün başlamış soyumuzun gurbeti. Bunun içinmiş demek ki bu pişmanlık, bu yürek yangını, bu sıkıntı. Dünya zindanında cenneti, öz yurdunu arıyor ruhum. Allah’tan uzak kalışın ateşini marifetullahtan başka bir şeyin söndüremediğini yakînen gördüm. Ve sonra çok hayret ettim kendime. Gezmeler, yemeler, içmeler, görüşmeler ne varsa yapageldiğimiz her şey, O’nun adına değilse eğer, bir yangın yeridir yüreğimiz. Acaba, ondan mıdır, kırk yıl günahların içinde debelenen bir ruh, bir türlü çıkıp kurtulamıyor bulunduğu bataklıktan. O’nun rahmet kapısına doğru koşamıyor, ellerini açıp da rahmet dileyemiyor, acaba ondan mıdır? Şeytan ve nefsim hiç akla hayale gelmedik bir yerimizden yakalamış, yakalamış da sıkıştırmış kalbimizi. Söyleniyor yüzümüze karşı. “Sen bitmiş, tükenmişsin. Kırk yıl Allah’tan uzak yaşamışsın, şimdi kalkıp O’ndan af diliyorsun, huzuruna duruyorsun, rahmetine ermek niyetindesin. Ne haddine senin?” Daha neler neler söylüyor.
Kalbim ses verecek kadar güçlü değil, susmuş, pusmuş. Bu vesvese çok iş görmüş olmalı. Bu tuzağa milyonlarca insanı düşürmüş olmalı şeytan ve nefis. Ben de aldanmıştım bu sabah işin iç yüzünü bilmeme, görmeme rağmen. Benim hâlim bu tuzağa yakalananların hâlini hissetmek içinmiş demek ki. Bu sabah yakînen bildim bunu. Oysa ki Allah kulunu affetmek için bir bahane arıyor, o ise Allah’tan uzaklaşma gayretinde. Şeytan, olan bitenin farkında. Tam burada devreye giriyor işte. Kendi mahrum kaldığı o rahmetten insanları da uzaklaştırmak istiyor. Ey kalbim, nereye gidersen git, nereye kaçarsan kaç O’ndan uzaklaşabilir misin ki? O’ndan kaçabilir misin ki? Şeytanın bu tuzağına düşenlere bir ümit ışığı tutmak gerek. Hâlâ yüreğimizi ayar etme mevsimi gelmedi mi? Aklınıza, kalbinize O’nu anmak, O’nu düşünmek, O’nun sevgisi ile gönlünüzün coştuğu bir an, gözlerinizin yaşardığı bir an, bu an neden olmasın? Gecikmeyin, rahmetinin kapıları size açıktır, huzuruna davet ediliyorsunuz. Zamanı yaratan Allah, zaman ve mekândan münezzeh olan Rab, sizi her türlü zaman kaydından azade olarak affedecek, mutlaka mağfiret edecektir.
Yüreğinizi yakan bu ağır gaflet ateşinden sıyrılmanın yegâne vaktidir işte o an. Günahlarımızın çokluğuna bakıp, rahmetinden uzaklaşmak asla çare değil. O da ayrı bir dert, o da ayrı bir acı. Madem ki aziz olan O, zelil olan biz, düşkün kullarıyız. Elimizden tutacak yine O’nun rahmetidir.
Ey nice düşkünlerin ve düşmüşlerin, her türlü zillete ve ezilmişliğe mahkûmların Rabbi olan Allah’ım! Düştüğümüz yerden bizi Sen kaldır, bu çıkmazlardan bizi Sen çıkar lütfen. Bir yol göster de gönlümüzün ateşini serinletelim. Tövbe sularında yıka ki yüreğimizi, tertemiz olup temizlenelim. Senden uzaklarda koyma bizi, rahmetinden ırak eyleme bizi. Ben Seni unutsam bile Sen beni unutma Allah’ım ne olur. Gönlümüzü rahmetinin ışığı ile kuşatsın nurun, nefsin ve şeytanın kalmasın hilelerinden hiçbir eser. Karanlık köşelerde günahının ağır baskısı altında eriyen, çürüyen ruhlar, kırk yıl ağır günahlar altında, sönmeye yüz tutan kalpler, ancak Sana kırk yıl ibadetle kurtulacağını zannediyorlar. Ne kadar da aldanıyorlar. Bu kadar ömürleri var mı ki?
Allah’ım; Sen ki hiçbir şeye, hiçbir ibadete muhtaç değilsin, Samed’sin, her şeyden münezzehsin. Biliyorum, görüyorum, şeytan peşimi burada da bırakmıyor. Kaç yıl günahla geçmişse hayatım, ancak o kadar yıl ibadet etmekle kurutulabilirsin diyor, kulağıma fısıldıyor, kalbime vesvese veriyor, ümitsizliğe düşürüyor beni. İşin gerçeği bu değil ki? “Ey benim günahkâr kullarım, Benden asla ümidinizi kesmeyiniz.” diye buyuran Sen değil misin Allah’ım?
Kendime güvenmekten ve benlik iddiasından vazgeçtiğim gün, tövbe ve istiğfar ettiğim an bütün kötülüklerimi iyiliklere çevirmeyi vadeden Sen değil misin Allah’ım? Şeytana ne oluyor, nefse ne oluyor? Kim ki bunlar Senin rahmetin karşısında bana yanlış adresler göstermek cüretinde bulunabiliyorlar? Şükür ki şu saniyede bana uzattığın Kur’an’dan bu nurlu ve ışık saçan ümit dolu âyetlerinin dallarına tutunuyorum. Düştüğüm bu günah bataklığından çıkıp kurtulmak istiyorum. O kadar uzun zaman kapında bekletme, dayanamam. Senden ayrı kalmanın ateşine yanarım, tutuşurum. Yardım et, lütfet, kerem et. Yangınlarda bırakma beni. Kalemim hâlime ne kadar tercüman olabilir bilemiyorum, bu hâlimi sadece sana arz ediyorum. Hâli hâlime uygun olanların adına senden af dileniyorum.
Yürek yandı kalem tutuştu. Dağlardan yuvarlanıp düşen bir toz zerresi gibi hadisatın dağlarvari dalgaları içinde yuvarlanıp gidiyorum.
Adım adım, bu karmakarışık perişan hâlimle kabre yaklaşıyorum. Sermayem hiç, ömrüm bir çok günahla geçmiş. Bundan sonrası için de elimde yapacak hiç bir şey yok. Acizim zayıfım. Kudretine ve sonsuz rahmetine güveniyorum. Elimde sadece niyetim var. Yaşarsam eğer, Rabbim, sadece bir niyetim var; kalan ömrümün tamamını mayalayacak, bu güne kadar yaşadığım bütün anlardan ve zamanlardan bundan sonrasını daha mânâlı kılacak bir tek güzel niyetim. İşte bu niyetle, geçmiş günlerimi bir anda temizlemek istiyorum. O günlerde yapamadığım eksik bıraktığım nice tefekkürler, düşünceler varsa tümü için şu an “Sübhanallah” diyorum ve seni takdis ediyorum. Hamdini, şükrünü eda edemediğim tüm nimetlerin için şu an “Elhamdülillah” diyorum. İzzet ve azametine lâyık ne varsa yaşadığım, ibadetlerimin baş tacı olan namazın girizgâhı olan ve her ibadetin sertacı olan “Allahuekber”i diyorum şu an. Hayatımın tüm geçmiş ve gelecek günleri için söylüyorum bunları. Adını, adına asla kimseyi katmayarak, ortak etmeyerek tertemiz bir ağızla söylemek istiyorum şu an; yeni doğmuş bir yavrunun diliyle.
Sevgili Peygamberimin adını da o ism-i azamınla beraber, o lâfza-i celalinle beraber söylemek istiyorum şu an. İzin verir misin, bunu bana lâyık görür müsün? Allah’ım bir an nasip et ki, o anda Senin razı olduğun her şey gerçekleşsin, ömrümüzün tüm günlerinin affı ve beratı o günde bizlere nasip olsun. O gün ki, o an ki upuzun bir ömür, başlı başına bir ömür olsun hayatımızda. Bunu istiyorum, bunu diliyorum, bunu bekliyorum Senden; yalvarıyorum, rica ediyorum rahmetinden. Benim bunca günahımın üstesinden gelmem için bu kadar ömrüm yok Allah’ım. Hastaların, ihtiyarların, tüm çaresizlerin hâli ve dili ile dualarımı sana arz ediyorum. Bitmiş, tükenmiş bir halde belki de melül melül bakıyorlar. Onların bu hâline dayanamıyorum. Halleriyle hallenip ellerimi duaya veriyorum. Sen ki onlara rahmetinin kapısını ardına kadar açmışsın. Allah’ım izin verme bu berat bayramında, bu miraç bayramında, ayların en güzelinin içinde izin verme. Yaklaşan Ramazan ve o büyük bayram hürmetine tüm anlarımızı dünyada manevî bir bayram yap Allah’ım.
Ömrüm dur duraksız koşarak gidiyor. Yapacak bir şey de yok. Tek bir niyetim var geçmişimi ve geleceğimi Sana olan bağlılığımla yeniden yepyeni bir şekle sokacak olan. Tek ümidim, bu niyetim. Şükür ki niyetimde ihlassızlık yok, çünkü niyetlerimden Senden başka hiç kimsenin haberi yok. Niyetimin büyüklüğünü sadece Seninle aramızda oluşundan anlıyorum. Şükür ki insanlar bilmiyor sadece sen biliyorsun. Öyle gösteriş ve riya kokan, çalım satan diğer bir çok ibadetlerin içinde de, bu döküntüler, bu kırılmalar olsaydı, yaşansaydı ne yapardım? Bütün ümitlerin tükendiği bir noktada kullarına bitmeyen bir ümit, hiç tükenmeyen bir neşe sunuyorsun. Kullarını yaban ellere bırakmamak, terk etmemek için neler neler, ne rahmetler sergiliyorsun... Rahmetine hayran olmamak elde değil.
Bazen oluyor ki, bir tek kelimecik ile, bir tek tespihçik ile öyle bir saadet hazinesi açıyorsun ki, altmış sene Sana hizmet ve ibadetle o kapı açılmamış. Bazı özel haller ve durumlar var ki bir tek tespihle, bir tek âyetle, bütün bir Kur’an kadar sevap verebiliyorsun Allah’ım. Sevaplar nur âleminden olduğu için bir küçücük zerreye her şey sığabiliyor. Bir küçük su damlasına ya da ayna parçasına gökyüzü yıldızlarıyla beraber sığdığı gibi. Ömrümün bir küçücük ânına dünyalardan kıymetli bir an ve dilime sadece Seni anan ve Seni zikreden bir dua nasip et Allah’ım. Bu dua tüm zamanları mayalasın, bütün insanlarla beraber beni de feraha çıkarsın, huzura erdirsin. Benim bu küllî niyetimi sonsuz inancımla beraber benden kabul et. Tüm kardeşlerim olan insanlar adına lütfen kabul et Rabbim.
Sana sunulan onca hediyelerin ve paha biçilmez yüksek ibadetlerin arasında benim takdim edebildiğim bu hediye de ne ki? Hiç. Ama bütün zamanlarda Sana kim ne şekilde ibadetini, hediyesini, salavatlarını ve dualarını nasıl takdim etmiş olursa olsun, ben bütün bu kıymettar ibadet hediyelerini kendi adıma, tüm insanlar adına, Sana takdim ediyorum Allah’ım. Bunu da yapamayacağımı biliyorsun ama elimden gelseydi yapardım, bu niyetimi de biliyorsun. Ve Sen gerçekten buna lâyıksın. Çünkü Sen beni kimsenin bilmediği zamanda bilen Rabsin, Allahsın, tek sevgilimsin.
Artık soframa gelen bir küçük nimeti küçük göremiyorum. Bir eriği, bir üzümü, bir elmayı, herhangi bir meyveyi Senden bir hediye olarak biliyorum. Düşünmeden seyretmeden alıp da ağzıma götüremiyorum. Nimetlerini bir mektup bilip, o zarfı açıp mektubunu okumadan zarfı bir kenara atamıyorum. Zarfın bile mektubun kadar kıymetli. Her nimet bir zarf olmuş o zarfın içinde senin bana iltifatını rahmetini okuyorum. Senden geldiğini ve Senden olduğunu bildikçe tek bir üzüm tanesi ile bile ağzımdaki tatlar değişiyor hemen. Bir yarım elma ile gönlüm alınıyor. Bu sonsuz nimetleri ve meyveleri, cennetteki ihsanını düşündükçe, artık içim yok yere titremiyor, yüreğim tutuşmuyor, korkular uzaklaşıyor.. Söz veriyorum Sana, bir nimetle karşılaşınca bana olan sevgini hatırlayacağım, rahmetinin eserini seyredeceğim o nimette. Nefsimin ayartmalarına, şeytanın kışkırtmalarına kanmayacağım, gözlerimin sahte ışıklara aldanmasına izin vermeyeceğim. Söz veriyorum, adını unutmayacağım, hatırlamama yardım et lütfen. Azmediyorum, kastediyorum ama Sana güveniyorum. Biraz sonra unutmaya başlayacağımı bile bile yine bu sözü veriyorum. İnişli çıkışlı bir hâlim var. Sırat-ı müstakimden ayırma.
İşte ben buyum, huyum bu. Yine bir yere çöktüm, çaresiz kaldım. Yine yol yürüyeceğim, yine düşecek, yine kalkacağım ama niyetim her defasında rahmetine tutunmak ve onu hatırlamak olacak. “Düştüm hatırladım, kalktım unuttum.” olsa da bu asla bir oyun değil benim için, biliyorsun. Halden hâle şekilden şekle giren bi hâlin sahibiyim. Şahı Nakşibendin o güzel duası dilimde.
“Ya muhavvilel havli vel ahval. Havvil halena ilâ ahsenil hal.” (Ey her şeyi hâlden hâle değiştiren Allah’ım. Beni de değiştirdiğin bu hallerin en güzeline erdir ve değiştir.)
Benim insan olarak değişen, bin bir şekle giren hâlim işte bu. Yolların en güzelinde giderken, sırat-ı müstakim ashabının yolunu izlerken melceim, sığınağım, rahmet peygamberin, habibindir. Onun izini kaybettiğim an, çöllerde yolunu kaybetmiş bir yolcudan farksızım. Dünya bu kadar kalabalıkken bile bunca yalnızlığın başkaca izahı var mı şu dünyada? Dünya bu kadar kalabalık ve ortalık insandan geçilmiyorken yine de insanların yaşadığı bunca yalnızlığın başkaca izahı var mı ki? Şu an kalbime adını düşürdün ve kalabalıkların içinde yalnız bir insan olmaktan beni kurtardın Allah’ım. Bu kalp senden başka kime ait olabilir ki? Senden başka kimi sevebilir ki? O susamış, yaralı, yorgun ruhum, aldatıcı bir seraptan başka bir şey olmayan bu yakıcı dünya çölünde kendini özgür zannedenlerden biriydi bir zamanlar. Öyle zannedenlerle çok oynadı, oyalandı. Allah’ım bırak Sana gelen yolu, kendi evine giden yolu bile kaybetti bu insancık. Şaşırtma artık, yolumu izimi kaybettirme.
Topraktan yaratıp mayama, hamuruma bu duyguları kattığın andan beri belki de bu hep benim içimde. Kendi içimin bu zindanında, bu hapishaneden kurtulacak, dışarı çıkacak, rahmetine çağıracak bir ses arıyor, bir pencere açılmasını bekliyor. Lütfet.
Kim Senden uzakta neyi aramışsa, bulduğu başına belâ olmuş. Aradığı sorularına cevabı Senden ve Peygamberinden ve de Kur’an’ından başka kim nerede bulabilir ki? Şaşırtmayan doğru başka nerede bulabilir ki? Dünya gurbetinde her insan gibi ben de işte bir garip yolcuyum. Çelişkiler yumağıyım. Sana duaya yöneldiğim, Senin adını andığım zaman gerçekten yaşadığımı hissediyorum. Tek gayem var, Senden uzaklara düşmemek. Akmak istiyorum engin nehirler gibi, denizlerin ta içine doğru. Nehirler, denizlerin derinliklerinde durulurmuş. Huzuruna durmak, huzurunda durulmak istiyorum. Kiri, pası, isi; nesi varsa nesi, hepsini orada bırakmak istiyorum.
O gecenin gündüzü böyle idi, çok bereketli ve çok güzel geçmişti. Dönüş yolunda gece de beni bir sürpriz bekliyordu İznik yolunun kıvrımlarında. Birden portakal renginde bir ay ağaçların arasından, bir tepenin üstünden çıkıverdi karşıma. Bir çığlık attım şaşırdı arkadaşlar. Dilim hiç durmamacasına duaya durdu. Susamıyordum, susturamıyordum dilimi ve kalbimi. Coşmuştum. Rahmetinin semadaki bu eserini seyrederek, Cuma gecesine büyüyen rahmetinle beraber, göz kamaştırıcı bu ışık dünyasına, kâinat kadar büyük yüreğimin duası ile beraber girdim. Bir saatlik bir ömrüm kalmıştı sanki, ne gerekiyorsa o an onu yapmam gerekiyordu, ben de öyle yaptım. Menzilden menzile gezdirdiğin, duraklardan duraklara geçirdiğin gök kandilin olan ayını seyrettim, ağladım, bu güzellik karşısında dayanamadım, dualar ettim. Bir saate yakın sürdü bu hâl. Bu gece bütün her şey silindi. Ne kadar insan varsa gözümde yok oldu bir anda ve bir tek ben vardım Senin huzurunda bu manzarayı görebilen bir göz olarak.
İşte o an yüreğim yandı, kalemim tutuştu. Dua dua üstüne, aklım hayretler içerisinde, kalbim oradan oraya atlıyor, hayalim ise ne güzel şeyler düşünüyordu. Ağustos böceklerinin zikir sesleri duama karışıyor arabanın açık penceresinden eşlik ediyordu. Ay ışığı yüzümü gözümü yalıyor gibi geliyordu bana. Ah günlerdir susuzluktan yanan çöl yolcusu gibi rahmetine susamışım haberim yok. İşte ibadeti mekânın içine hapsetmeyişinin nedenini bu gecede bir kez daha anladım Allah’ım. Yeryüzünün niçin bir mescit, bir cami olduğunu o gece anladım. Bütün kâinatın ibadete durduğu bir anda ibadet yapmaya en ehil ve lâyık olan, Allah’ı anmaya en yakışan duruşa sahip olan ben, bu gece tam burada olmalıydım. Bu benim için ne güzel bir fırsattı sana sonsuz şükrediyorum bunu bana bahşettiğin için. Esma kardeşim Bursa’dan çağırmıştı. Senin esmanı, isimlerini zikretmem için demek ki. Bir şölen gibiydi gün ve gecem. Salih kullarınla beraber. Sen biliyorsun ya Rabbim, yüreğimde yanan bu ateşi bütün kâinata duyurmak istedim o gece dualarımla. Şimdi bir yandan ay, bir yandan içimin ateşi yükseliyor bu gecenin karanlığında. Işıklar saçan bu sessiz mesaja gözümle değil sadece binlerce duygularımla bakıyorum. Yarattığın her şey ne güzel, sevgi yüklü bir mesaj bize. Ruhum kana kana içiyor marifetullah pınarından ve içimin ateşi serinliyor. Sonra nice insanların, kardeşlerimin dualarını düşündüm karanlıkta, bir bir aydınlandı yıldızlar gibi ortalık. Şeytan ve nefsin yağmalamasından kurtardık ya bu ânımızı, bu gecemizi, çok seviniyorum. Sevgili Peygamberinin aydaki mübarek işaret parmağının izini de okudum o gece. Bir parmağı ile ayı ikiye yaran o izi, o gece açıkça okudum. Ay senin en büyük âyetlerinden biriydi Rabbim. Bu iz bütün insanlara kıyamete kadar taşınacaktı. Görsünler bilsinler diye. İzini göremeseydik, bulamasaydık yok olmuştuk, kaybolmuştuk. Ruh uyanınca, inancın ışığı yanınca, karanlık da bir mahluk oluyor.
Yorgunluk yok, bir gerçek ki yaşadığım, rüyası bile bu kadar güzel olamaz. Yeryüzünde bir işaret noktası olsun diye Peygamberini, elçilerini gönderdin. Işıktan, nurdan işaretler oldular bize. Bir tek ota, bir tek çiçeğe, bir tek yıldıza bile rastlamadım Seni anmayan, hatırlatmayan. Madem her şey her şeyle bağlı, bu her şey sadece Seninle bağlı Allah’ım. Ay yolumu aydınlatmadı sadece, bu gece içimi de, korkularımın zindanını da aydınlattı. Ferah fahur bir hâle soktu ruhumu. Duaya durduğu zaman dilim, insan denen bu varlık işte bütün kıymetiyle burada ortaya çıkıyor. Senin uğrunda yaşamaya değecek kadar güzel olan bu hayat elbette uğrunda ölmeye de değer.
İçimizden biri nöbetçi kalmalı geceleri. Allah’a dualar etmeli, seslenmeli. Uyuyanlar adına uyumayan kalplerle bu güzellikleri kaçırmamalı, tüm insanlığın dileklerini sunmalı meleklerin kol kanat gerdiği saatlerde. Bırakalım kalbimiz söyleyeceklerini Rabbi ile baş başa konuşsun. Çekilelim aradan miraç gecesinin Cebrail sırrı gibi baş başa kalsın ruh Rabbi ile. Yolculuklar iç içe geçmeye devam ediyor, yolcu yolunda gerek. Kendimi rahat bir uykunun kucağına atamasam da son bir duam şudur Allah’ım:
Kıyıdaki dalgaların sesiyle beraber salatu selam olsun tüm zamanlardan Peygamberimize. Bu güzel yüzlü ayın ışıldadığı, ta yaratıldığı andan onun bu âna kadar, bu ay kadar büyük, kuşattığı bu an kadar büyük dua olsun. Niyetim kadar büyük ve temiz olan dualarım katına yükselsin kabul et Rabbim. Senin aciz, fakir ve günahkâr kulların olarak kurtulmak istiyoruz, huzuruna katına çıkmak, yükselmek istiyoruz. Ayağımıza ârız olan gölgelerden, ağırlıklardan bizi azat eyle. Madem ki bizleri birbirimize ortak dertler ve ihtiyaçlarla bağlamışsın, hepimizin ortak bir duası şu; bu faniliğimizi sonsuzluğa değiştir, eriştir Allah’ım. Cennetteki Kevser havzına, Peygamberimin sohbet meclisine yürüyen bahtiyar insanların kafilesinin arasına kat beni de, bizi de. Binlerce ayrı dille konuşsa da insanlık Senden istediği şeyler Senin bildiğin ve en önemlisi ki Peygamberinle ettirdiğin o yüce dua; Allah’ım dünyada ve ahirette afiyet ver, ebedî hayatı bütün inananlara nasip et ve tüm sevdiklerimle beraber onlarla olmayı nasip et.
Dün yola çıkarken yüreğim yanmıştı, ümidim neredeyse kalmamıştı. Bugün ise bu kelime anlamını yitirdi artık. Size yemin ederek söylüyorum ki üzüntü, sıkıntı, keder ne varsa her şey hayat belirtisidir artık, onlar bile kımıldanışlarındandır hayatımızın daha güzele daha iyiye doğru. Zahmetsiz rahmet olmuyor. Çöl içimdeymiş meğer, ateş, güneş içimdeymiş, yanıyormuş meğer. Allah’ım sırlarını öğrenmekte geciktirme beni. Senin hiç bir şekilde anlatılamayacak bu güzelliklerini kalemime nasip ettiğin için sana şükrediyorum. Anlatabildiği yere kadar anlatmaya çalışacağım, söyleyebildiği yere kadar dilim söyleyeceğim, sen de razı isen eğer duyulması gereken yerlere kadar ulaştır mesajımı. İçimize kattığın mutluluk sonsuz bir mutluluktur. Kurtulduk işte. Ay içimizde bir ışık, ümit oldu ve bu ışık yolda kalmışların hep aydınlatıcısı olacak. Ama bir küçük gayret gerek, O’na doğru yürümek, kalbin kapılarını ona doğru açmak gerek.
Güneş ışığını almak için güneş kadar mesafe kat etmeye gerek yok. Gözünü aç, perdelerini aç, ışık dolsun içeriye milyon kilometrelerce mesafelerden. Dilimiz taş kesilmiş âdeta Allah’ı, Peygamberi anamamaktan. Şeytanın kıskacında nefsin anaforunda kıvranmaktan. İşte ruhumuz bir dua ile, bir esma, bir salavat ile rahmetinin ışığını görerek kurtuldu bütün dertlerden sıkıntılardan. Kendini bize yakın edecek, o güneşten de çabuk gerçekleşecek, onun ışığından da çabucak dolacak içimize bu aydınlık. Gecikmeyelim. Dünya kadar yol yürümeye gerek yok. Bir karınca adımı kadar küçük bir niyet bütün dünyalardan da kıymetli. Niyetimiz bu kadar kıymetli olmasaydı hangi amelle, hangi koca dağları aşabilirdik hayat yolunda, ve hangi belâlar üzerimize sel gibi bir bir yağmazdı ki, ateş olup dökülmezdi ki... Rahmetinin sırrı buymuş. Önümüzde açılmış kâinat kitabı yaşadığımız hayattan daha fazlasını öğretiyor bize. Bu kitabın karanlık gecede, kapkaranlık sayfasını bir iki küçük ışık anlatmaya yetmez, açıklamaya ise hiç yetmez. Bütün ışıklar da toplansa yetmez ama ışıkları ışık eden kâinatın övündüğü, fahrettiği bir Peygamberin getirdiği nur bütün karanlıkları yutar durur. O zaman bir tek insanın şu dünyada bir tek duası onun terbiyesi, öğretisi altında, onun adına yaratılan kâinat kadar kıymetli olur işte. Sönmüş yıldızlar gibi nice uyumuş yürekler, dilekler uyanır o saatte. Bu dileklerle içimizde yanan bu ateşin izini sürmeli insan. Bütün insan kardeşler birbirimize omuz omuza vermeli, dualarımız bizi Yaratanımıza ulaştırmalı. Yaratılış gayemiz madem ki bu, ortak amacımız da bundan başka ne olabilir ki...
Yürek yandı, kalem tutuştu o gece. Kabul et ey Rabbim bu gece ömrümün en güzel, Sana adanmış, nurunla boyanmış bir gecesi olsun benimle beraber, tüm sevdiğim kardeşlerimle dostlarımla sana yükselen dualarımla beraber.