Hicretin üçüncü yılıydı. Allah Resûlü, Medine çevresindeki tüm kabileleri Müslümanlar aleyhine örgütleyerek fitne çıkaran müşrik Gatafan kabilesi üzerine askeri sefere çıkmıştı.
Gatafanlar Allah Resûlü’nün hareketini daha önceden öğrendiklerinden, yurtlarını terk edip dağlara kaçmışlardı. Allah Resûlü de Gatafan kabilesinin izini sürerek Nahl vadisine kadar gelmişti.
İslam ordusu Nahl vadisinde mola verdiği sırada, bir ara Peygamberimiz ordugâhtan ayrıldı. Tek başına, bir ağaç altına, istirahat için çekildi. Bu durum, azılı bir İslam düşmanı olan Gatafan kabilesi reisi Gavres için, bulunmaz bir fırsattı. Bu şansı hemen değerlendirmeyi düşündü. Peygamberimize suikast için, saklandığı tepeden sessizce inmeye başladı.
Gavres cesur biriydi. Gözünü budaktan sakınmazdı. Niyeti, Peygamberimizi tek başına yakaladığı bu pozisyonu değerlendirip onun canına kast etmekti. Usulca Efendimizin yanına sokuldu. Kılıcını kınından çıkardı, başucuna dikilip:
“Seni benden, şimdi kim kurtaracak ya Muhammed!” dedi.
Kılıcını havaya kaldırmış, ölümcül darbeyi vurmasına tek bir hamle kalmıştı. Görünüşe göre, Peygamberimizi kurtaracak hiçbir sebep ortada yoktu. Askerlerden uzakta idiler. Peygamberimiz bu suikastçıya hazırlıksız yakalanmıştı. Gavres’in maksadına erişmesi için, havaya kaldırdığı kılıcını hızla hedefine indirmesi yeterliydi.
Bu durumda, Allah Resûlü’nü onun elinden kim kurtarabilirdi? Gavres, hiçbir gücün kurtaracağına inanmıyor ve aksine Peygamberimizi öldürerek elde edeceği şöhretin hesaplarını yapıyordu. Hem sadece kendisi değil, kabilesi de, ülkenin kaderini değiştirdiği için, büyük bir itibara, saygınlığa kavuşacaktı.
Gavres, başaracağını düşündüğü işin heyecanı içindeyken, Allah Resûlü’nde en ufak bir telaş ve korku hali yoktu. Bu durum gözünden kaçmamıştı. Halbuki böyle bir durumda, Gavres’in beklediği, büyük bir paniğe kapılması, telaşa düşmesi, korkudan titremesi, celladının ayaklarına kapanıp yalvarması idi.
Peygamberimizdeki bu özgüven ve sakinlik, bir an için Gavres’i şüpheye düşürmüştü. Yanılıyor muydu acaba? Öldürme pozisyonunda olan kendisi değil miydi?
Allah Resûlü, Gavres’e baktı. Onun “seni benden kim kurtaracak?” sorusuna, tek kelimeyle cevap verdi:
“Allah!..”
Evet, Peygamberimizi, Gavres’in elinden kurtaracak olan, yerlerin ve göklerin tek sahibi olan Allah’tı. Efendimiz sadece Ona güveniyor ve Ona dayanıyordu. Bu derece sakin ve serinkanlı olmasının, paniksiz, telaşsız durmasının nedeni de buydu.
“Allah” sözü adeta bir top güllesi oldu. Gavres’in sırtında patladı. Gavres, nereden geldiğini göremediği ve bilemediği bir darbeyle yerinden sarsıldı. Koca cüssesi de bir anda yere upuzun serildi. Üzerinden tonlarca ağırlık geçmiş gibiydi. Kılıcı da havaya fırlayıp Allah Resûlü’nün yanına düştü.
Allah Resûlü, Gavres’in kılıcını aldı ve ona şöyle dedi:
“Ya şimdi seni benden kim kurtaracak?..”
Gavres’in elbette dayanıp güveneceği hiç kimse yoktu. Korktu, panikledi. Allah Resûlü’ne:
“Esirin olayım, bana dokunma, hayatımı bağışla..” diye yalvarmaya başladı.
Peygamberimiz beti benzi atan, korku içinde titreyen o cesur(!) Gavres’e:
“Allah’tan başka ilah olmadığına tanıklık eder misin?” diye sordu.
Gavres, olayın şokunda idi hâlâ. Ölüm korkusu içini kaplamıştı. Bu konuyu düşünecek akıl ve idrakini tamamen yitirmişti. İlah olduğuna inandığı putların gücünün boş bir hayal olduğunu şu anda düşünemeyecek kadar panikteydi. Bu sebeple Peygamberimizin sorduğu soruyu, akl-ı selimle değerlendirebilecek ve cevap verebilecek durumda değildi.
“Hayır, buna cevap veremem şimdi, ama bundan sonra, seninle asla savaşmayacağıma, düşmanın olarak karşına çıkmayacağıma söz verebilirim,” dedi.
Allah Resûlü, öldürmek niyeti ile gelen ama diğer taraftan da sözüne güvenilir, mert bir insan olan Gavres’i affetti. Hayatını bağışlayıp onu serbest bıraktı.
“Git, kabilenin yanına dön, bir daha da karşıma çıkma,” dedi.
Gavres hâlâ yaşadığının şoku içinde, arkadaşlarının yanına döndü. Başından geçenleri, onlara hiçbir karesini bile atlamadan nakletti. Ama işin en ilginç yanı, Gavres, sözlerine şöyle başlamıştı:
“ARKADAŞLAR, BEN ŞİMDİ İNSANLARIN EN İYİSİNİN YANINDAN GELİYORUM.”
Bu tespit, son derece gerçek ve doğruydu. Kendisini yok etmeye gelen bir insanı düşmanca davranma fırsatı eline geçtiği halde, onu öldürmeyip affetme büyüklüğünü göstermek, iyilik denen şeyin en canlı ve en sağlam kanıtı idi.
Evet, Hz. Muhammed (asm), yeryüzünde, iyilikte ikinci bir eşi olmayan, en güzel ahlaklı insandı…