TR EN

Dil Seçin

Ara

“Güzel Kelimeler Güzel İsimlerin Hecesidir”

“Güzel Kelimeler Güzel İsimlerin Hecesidir”

Binlerce yıldır milyonlarca insanın dudağına değen, nefesine dolanan, kalbinde iz bırakan, duyguları taşıran ve taşıyan bir ‘kelime’ çok değerli bir cevherdir.

Her kelime bir yarık saklar içinde. Bir duyuş saklıdır o yarıkta. Bir düşüş belki. Bir acı. Yaşanmış ve artık hiç geçmeyecek derin bir duygu tortusu. Binlerce yıldır milyonlarca insanın dudağına değen, nefesine dolanan, kalbinde iz bırakan, duyguları taşıran ve taşıyan bir ‘kelime’ çok değerli bir cevherdir. Toprağın derinliklerinden çıkarılan madenler kadar önemli; hatta daha önemli…

Bu yüzden her “şey” gibi bir esma tecelligâhıdır. Eşyanın üzerinden esmanın göğüne varan yolculuğun yolu olmayı hak ediyorlar.

 

bimecâl

(Farsça bî- Arapça mecâl) “Mecâlsiz, tâkatsiz, dermansız, güçsüz” anlamına gelir.

İnsanın yeryüzündeki hâlini resmeder. Kendini bir an’dan bir sonraki an’a taşıyamaz insan. Bir cümleye başlasa, iki kelimeyi bir araya getiremez. Başladığı cümlenin ilk hecesinden, son noktasına kadar müsaade edilir. Nefesleri birbirine eklenir, varlığı sürekli kılınır. Vaktin geçişi karşısında eskir insan, eksilir. Akrebin sokuşuyla bimecâl kaldığı gibi, akrebin dönüşüyle de mecâlini yitirir, takatini kaybeder, gücünden olur. Hayy ve Kayyûm’un tecellisiyle, hayatı aralıksız sürer. Yoktan var edildiğini, hiç sebepsiz hayat sahibi edildiğini hatırlarsa, ümidi sonsuz hayatın kapısında dirilir, ebedî yaşama temennisi ayağa kalkar.

 

esirgemek

(Eski Türkçe) “Korumak, himaye etmek, kollamak, muhafaza etmek” anlamında.

İncinebilirliği aşikâr olan bir şey karşısında ister istemez ‘esirgeyici’ olur insan. Kırılgan bir güzelliği, bir kelebeği meselâ, avucunda tutarken, kollayıcı olur, himayeci olmaya niyetlenir. Her anne—ister hayvan olsun ister insan—yavrusuna sessizce göz kulak olur, gönüllüce kol kanat gerer, zarafetle ihtimam gösterir; görünmez tehlikelerin ve bilmediği uçurumların uzağından yürütür.

Bir annenin kaybolan yavrusunu canhıraş telaşla arayışını uzaktan gözlemleyen Hazreti Peygamber [asm] yanındakilere sorar: “Bu kadın yavrusunu ateşe atar mı?” “Hayır!” der yanındakiler. “İşte,” der, “Allah’ın size merhameti bu kadının yavrusuna olan merhametinden az değildir.” Rahman’ın an be an, zerre zerre, kendi varlığını hissettirmeden, şeffaf bir merhametle varlığı sarışı esirgemek fiiliyle anlatılır. Rahim’in her kalbin saklı sancılarını, sessiz iniltilerini duyuşu, bilişi, bildiğini bildirişi, esirgeyişin atmosferinde hiç bitmeyen bir bahar mevsimidir.

 

güzide

(Farsça, gûzîde. “Seçilmiş, özenilmiş, kayırılmış, biricik” anlamlarına gelir.

Türkçe’de “gözde” diye de söylenir. “Gûzîde” ve “gözde” kelimelerinin sesteş oluşu sebebiyle, eski Türkçe’den Farsça’ya geçmiş olma ihtimali de vardır. Güzide ve Gözde, hâlâ sık kullanılan kız isimleri olarak öne çıkar. Gözde olmak, göze değmekle başlar, göze değmek ise var olmayı gerektirir.

Güzide, ‘mergub’/‘rağbet gören’ anlamıyla, İnşirah Sûresi’ndeki “Rabbine rağbet et…” mealindeki ayete bağlanır. Rağbet görmek için, var olmak gerekir. Diğerleri arasından seçilebilmek, diğerleriyle birlikte göz önünde olduktan sonra başlar. Oysa, insanın yeryüzündeki ‘biricikliği’ ‘gözde’ varlığı, ‘güzide’ akıbeti, insanın yokluğunda takdir edilmiştir. Rabbi, insana yokluğunda rağbet eder; hiç görünmediği halde gözdesi seçer. Kendi değerini Rabbinin rağbetiyle kazanan insan, Rabbine niye rağbet etmesin ki… Yüzünün biricikliğini, simâsının âşinâlık sunan gözdeliğini, Rabbinin güzide nazarıyla kazanan insan, nasıl olur da Rabbinden yüz çevirebilir…