TR EN

Dil Seçin

Ara

Ayın Toprağını Çiğnerken Seyretmek Dünyayı

Ayın Toprağını Çiğnerken Seyretmek Dünyayı

Şimdi biliyorum bir hazine sandığının içine sığamayacak çapta ve değerdeymişim.

Bunu bilmek bir ölünün uyanıp, içinde bulunduğu tabutu parçalaması gibi ferahlatıcı.

Kabuğunu çatlatan tohumun havayla ilk teması biraz acı, biraz buruk bir sevinç taşıyor.

Böyle düşünüyorum çünkü insanı, insan olanı ne kadar anlamadığımızı biliyorum.

Anlamak…

Bir bütün olarak anlamak neymiş?

Neymiş kendine ait olmayan gözlerle de bakabilmek kendine.

Kendin olana yani insana.

Belki tüm insanlığa şöyle bir göz ucuyla…

O zaman göz pınarlarında birikenin tuzu bu kadar acı vermezdi, tatsız, tuzsuz bir dünyada.

O zaman bir mikroskopla bakmak yerine bir teleskopla da bakabilirdik insana… İşte o kadar uzakta ve güvende büyürdü gözümüzde insan…

Ya da Roger Garaudy’nin dediği gibi ‘ayın toprağını çiğnerken’ bunu yapabilirdik.

Şöyle diyordu Garaudy:

“Dünya buradan güzel ve ışıklı görünüyor. Yeryüzü bir bütün halinde ve sakin. Ayın toprağını çiğnerken bu şekilde konuşan uzay adamı, dünyayı bütünlüğü içinde uzaktan gören ilk insandı.”(*)

Çünkü dünya böyle bir sükûnet ve bütünlük içinde görünmedi ki bize. Yıllar süren savaşlar, katliamlar ve düş kırıklıkları…

Sömürenle sömürüleni el ele gördü yoksullaşan dünya. Yani anlamadık birbirimizi.

Ve Garaudy devam ediyor:

“Uzayda sınır bilmeden birlik ve bütünlüğü içinde biz de algılayabilecek miyiz dünyayı?”

Bunun ipuçlarını da yolumuza bırakıyordu:

“Batılı adamın bakışıyla değil. Dünyaya kendiliğinden görünebildiği haliyle bütünlük ve birliği içinde herkesin gözleriyle görmek ve bakmak.”

Benzeri görülmemiş bir acıyı soluyan Filistinli çocuğun gözüyle onun hayatına bakabilir miyiz? Yoksulluktan arındırılmış görkemli evlerimizin gölgesinden…

Ya da bir annenin içinde kor bir ateş taşır gibi taşıdığı sızıyı, sıkıntıyı, neşeyi yaşayabilsek.

Doğacak olan çocuğuma bir de annenin gözleriyle bakabilsem bir baba olarak. Kendi içimdeymiş gibi bakabilsem o mucizeye.

Tek yapabildiğimiz karanlıkta birbirimize gülümsemek mi en mutlu anlarımızda bile?..

Cemil Meriç; “Düşünen adam, kendini daha fazla tashih ve tasfiye eden adamdır” diyordu.

Şimdiye kadar ağzımızdan çıkan kelimeleri harf harf, satır satır tashih edip, her nefeste Onu (cc) söyleyip Onu (cc) anlatan iki dudak aramızda dizgiye verebildik mi?

Kelimelerimiz ne kadar yaşayabilir Ondan (cc) uzak bir köşede soluksuz ve solgun.

Üstelik kaç insanı yaşatır, kaç insanı diriltir ya da soldurmadan bırakır kelimelerimiz?..

Hem ne kadar tasfiye edebildik kendi kirlenmişliğimizi. Farkındalığımızın ilk günlerinden beri, şöyle bir geçmişe baksak, acaba kaç acısını unutturabildik üzerine basıp çiğnediğimiz kalplere? 

Düşünmüşlüğümüzü değil düşüncesizliğimizi sürükledik peşimizden. Aç köpeklerimizdi onlar bizim.

Şimdi biliyorum demiştim ya!..

Biliyorum; insanın doğmamışlığını; onu var kılmaya çalışan, tükenmişliğinin son merhalesinde olduğunu...

Şimdi, bir hazine sandığının içine sığamayacak çapta ve değerdeymişim, bildim çok şükür…

 

(*) İnsanlığın Medeniyet Destanı, Roger Garaudy, s.9, Pınar yayınları.