TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsanı Yoldan Çıkaran Sözler: “Kader Utansın”

İnsanı Yoldan Çıkaran Sözler: “Kader Utansın”

Kaderi suçlayan o kadar söz var ki, saymakla bitmez. Kendine söz geçiremeyen, kadere taş atar. Kimseyi suçlayamayan, kaderi suçlar. Karşısındakine gücü yetmeyen kadere yüklenir.

Kur’an diyor ki:

“Allah’ın emri biçilmiş bir kaderdir.” (Ahzab, 33:38)

“Biz her şeyi bir kaderle yarattık.” (Kamer, 54:49)

“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim katımızda olmasın. Ama biz onu ancak belirli bir kaderle/miktarla indiririz.” (Hicr, 15:21)

 

Kaderi suçlayan o kadar söz var ki, saymakla bitmez.

Kendine söz geçiremeyen, kadere taş atar. Kimseyi suçlayamayan, kaderi suçlar. Karşısındakine gücü yetmeyen kadere yüklenir.

Böyle bir kör dövüşüdür gider. Kime vurduğunu bilmez, vurduğu yeri görmez, rast gele hücum eder.

Beceriksizliğini, tembelliğini ve bilgisizliğini kendi üstüne almaz, eline geçen taşı kadere fırlatır durur.

“Kader utansın.” der. Kader ne yapmış ki utansın, kaderin utanacağı neyi vardır? Gerçekten utanması gereken birisi varsa, o da kişinin kendisidir aslında…

Kader bir suç işlememiş, bir hata yapmamış, bir yanlışa girmemiştir. Suçu işleyen, hatayı yapan, yanlışa giren kişinin kendisi; neden kader hatalı olsun?

Geçen zaman içinde daha büyük bir kayba uğramış, daha büyük bir zarar etmiş, daha büyük bir belaya çarpılmışsa, kadere olan kızgınlığının dozunu biraz daha artırır.

Bu sefer ağzından çıkanı kulağı duymaz halde, söylediği sözlerin nerelere vardığını düşünmez biçimde, açar ağzını, yumar gözünü, Allah muhafaza ne sözler deyiverir.

Bu söylediği sözler insanı o kadar boşluğa atar, o kadar uçuruma sürükler ve o kadar sert bir duvara toslatır ki, insanda ne inanç bırakır, ne de iman…

Gerçekten insanoğlu garip bir varlık… Plânsız, programsız iş yapar, bir işe başlarken başını sonunu düşünmez, ele aldığı işin neye mal olacağını hesaplamaz, kendi eliyle kendini tuzağa düşürür, köşeye sıkışır kalır.

Bu sefer de ağzının dolusuyla, “Kader unuttu beni.”, “Gözü çıkası kader, ne istedin benden?” gibi bilir bilmez, ileri geri atar tutar. “Kader kötü bir oyun oynadı.” der, fakat kendisi oyunu kuralına göre oynamamıştır.

Bir de serde şairlik varsa, işi daha ileri boyutlara götürür. Alır sazı eline, hem yakınır, hem isyanları oynar, insanları da yoldan çıkarır…

“Beni bu hallere koyan,

“Kötü kader, zalim kader.

“Gel de bu hayata dayan,

“Kötü kader, zalim kader.”

Kader neden kötü olsun, kader neden sana zulmetsin, neden haksızlık etsin, neden mağdur etsin? Çünkü kader ne kötüdür, ne de zalimdir.

Bu gereksiz ve yersiz sözlerin hiçbirinin bir Müslüman’ın ağzından çıkmaması lâzım… İnanan bir insan böyle sözleri söylememesi gerekir. Söylenmemesi bir tarafa, bu sözlere karşı tavır koymalı, böyle sözlerin toplumda barınmasına, tutunmasına meydan vermemelidir.

Neden mi? Çünkü kader dediğimiz şey bizim dinimiz, imanımız, inancımız ve itikat alanımızdır.

Daha ilk çocukluk yıllarımızda bize ilk öğretilen imanın şartlarından biri de kadere iman etmek değil midir? Hayrın da şerrin de, iyiliğin de kötülüğün de Allah’tan geldiği (her şeyi Allah’ın yarattığı) değil midir?

Kader, Allah’ın bilmesi, her şeyin O’nun bilgisi altında olmasıdır. Allah’ın ezelden ebede kadar meydana gelecek olayların zamanını, yerini ve niteliklerini önceden bilmesi ve takdir etmesidir.

Yani Yüce Allah, olmuş olacak, gelmiş gelecek her ne varsa onları önceden biliyor, plânlıyor, zamanı gelince de yaratıyor.

Kader zulmeder mi? 

Zulüm bir hakkın çiğnenmesidir. Kulun ise, Allah’tan isteyeceği hiçbir hakkı yoktur. O, ne vermişse sırf lütfundan vermiştir. 

Bize düşen, verilmeyen nimetleri düşünüp isyana yeltenmek değil, verileni hatırlayıp şükretmektir. Eksiklikler, kulun denenmesi içindir. Dünyayı bir imtihan salonuna benzetirsek, hoşa gitmeyen durumlar birer imtihan sorusudur. Kul isyan mı edecek, yoksa verilen nimetlere şükürle, mahrum kaldığına sabırla mı karşılık verecek diye sınava tâbi tutuluyor.

Zengin bir tüccar düşünelim. Dükkânına gelen iki fakire, sırf merhametinden dolayı iyilik etmek istiyor. Birine gömlek ve pantolon giydiriyor, diğerine ise, bunlara ilaveten bir ceketle bir palto da hediye ediyor. Sadece gömlek ve pantolon alan adam, “Tüccar bana zulmetti, öbür adama fazla verdi” diyebilir mi?

Biz insanlar da bu fakirlere benziyoruz. Yüce Allah, sonsuz merhametiyle, tükenmez hazinesinden hepimize nimetler veriyor.

Vücudumuzu, aklımızı, hayalimizi, soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu, yediğimiz gıdayı yaratan hep O... Bunları biz çalışarak kazanmadık, hak etmedik. O, sırf lütfundan dolayı ikram etti.

Bu kadar nimetlerin karşısında insan nasıl olur da, kaderi suçlayabilir, kadere karşı gelebilir? Böyle yaparsa kadere imanı yıpranmaz mı? Kadere olan inancı zayıflamaz mı? İşi isyana götürürse imanını tehlikeye atmaz mı?