TR EN

Dil Seçin

Ara

Kader İnsanı Bağlar mı? / Varoluşa Dair

“Yücelerin yücesi Rabbinin isimlerini tesbih et. Ki, O yaratmış ve yarattığı her şeyi iç ve dış dengeler içerisinde ilişkilendirmiştir. Ki, O yarattığı her şey için şânına yakışır bir takdirde bulunmuş, bu takdire varış yollarını göstermiş ve gidişini onun için kolaylaştırmıştır.”

— A’lâ, 1, 2, 3, 4

 

İnsanlığın genelini ele aldığımızda, zihinlerde kader ve özgürlük kavramlarının zıt anlamlar üzere kurulu olduğunu görürüz. İlk bakışta doğru gibi görünen bu kavrama yanılgısını irdelediğinizde, tecrübeye dayalı kanaatlerden başka bir şeyle karşılaşamazsınız. Bu kanaatlerin dayandığı tecrübeler, âdil de değildir. Gözü kör olan biri hakkında konuşulduğunda “kader” kelimesi geçiverir. Ama gözü sağlam doğan çoçuk için takdir-i İlahînin cömertliğinden fazla bahsedilmez. Fakirlik kaderdendir, sakatlıklar da, akıllı olmayan birinin zenginliği de, tarladaki ürünün bereketsizliği de.. Olumsuz eylemlerin, görünüşte bereketsiz neticelerin son durağıdır “kader” kelimesi. Aslında bu yanılgı, kavramla kanaatin, imanla inancın karıştırılmasının sonucudur; bilgiye dayalı düşüncenin veya ilimden beslenen imanî yaklaşımların tezahürü değildir.

Gerçi, Arapça olan “kader” kelimesinin anlamı, Türkçe’de “daraltma” olarak karşılığını bulur. Ancak bu daraltma, “önü açık bir sınırlandırma eylemi” anlamında kullanıldığında doğru bir yaklaşım olduğu halde; kapatma, engelleme olarak kullanıldığında gerek kavramsal olarak, gerekse kâinatta iş gören kudretin icraatları açısından çelişkili bir yaklaşım olacaktır. Zira kâinatta önü kapatılmış hiç bir şey, inkişafına set çekilmiş hiç bir varlık, doğrudan yokluğa akan hiçbir eylem yoktur.

İlahî takdir, demire “demir” olmasını emretmiştir. Onu demir olmakla vazifelendirmiş, başka bir şey olmamakla sınırlandırmıştır, bu doğrudur. Demir artık bakır olamayacaktır meselâ, elmas olamayacaktır. Ancak, demirin demir olarak önü açıktır. Günümüz teknolojisi bu önü açık takdirin neticesidir. Evrenin maddesel boyutunda bu tarz takdirlerin nihayetsiz örnekleri vardır. Her ne ki, evrende vücut bulmuştur, onun için bir öz ve bir gidiş yolu takdir edilmiştir. Yol ise bir açıdan uçurumlara düşülmemesi için konulmuş ‘sınırları’ ifade ederken, diğer taraftan amaca varmaya dair ‘özgürlüğün’ yaşandığı diyarlardır.

Peki insan ve insanlık açısından durum nasıldır? Onu insan olmakla vazifelendiren, hiçlikten gelip insanlığın zirvesine doğru yükselen bir yolun tam orta yerinde yaratan Kudret, insana ne gibi sınırlar koymuştur? Bu sınırlar insanı gerçekten kuşatmış ve özgürlüğünü elinden mi almıştır?

İnsan yaşantısındaki sınırları irdelediğimiz zaman insanda birkaç türlü takdirin iş gördüğüne şahitlik ederiz:

Bunlardan birincisi, insanın iç donanımındaki takdirdir. Bu donanım, bulunduğu zemin şartlarında gerçeği takip edebilmesi için yeterince mükemmel yaratılmıştır. İhtiyacı olan şeyler de yaratılmış ve insanın küçük bir çalışmasıyla, çabasıyla yetişebileceği kadar yakınına konulmuştur. Kimsenin düşünebilecek bir akla, kavrayabilecek bir zihne, kavradığını hissedebileceği kalbe, tutabileceği ellere, yürüyebileceği ayaklara, portakaldan, elmadan, tatlıdan ve tuzludan lezzet alabilir bir şekilde takdir edildiği ve yaratıldığı için şikâyet etmeye hakkı yoktur. Zaten peşin lezzetlere sevdalı nefsinin işine geldiği için şikâyet eden de bulunmamaktadır. Bu tarz takdirlerle insan nihayetsiz derecede zenginleştirilmiştir.

İkincisi nerede ve hangi ailede doğacağı, nerede ve ne zaman öleceği gibi insanın iradesinin hiç karışmadığı durumlardaki takdirdir. Bu takdirlerde gizlenmiş ciddi bir hayır ve rahmet vardır. Ruhunun mizacı heyecanlı olan biri, ruhen çokça geniş bir aileye istisnalar hariç gönderilmemektedir. Kedi ruhu kuş cesedinde, karıncanınki fil cesedinde olamayacağı gibi; insan da kabiliyetlerinin rahatlıkla açılacağı bir zaman ve zeminde yaratılmakta, mizacen rahatlıkla uyuşabileceği insanların arasına gönderilmektedir. Ruhlar ilk yaratıldığı zaman nihayetsiz bir özgürlük içerisinde yaratılmışlardır, ve tercih hakları kendilerine sunulmuştur.1 Bu özgürlüğün içerisinde bir yönelim meydana gelmiş; herkesin hangi yöne akacağını, onları Yaratan elbette ki bilmiştir. Allah’a isyanla ömrünü tüketen birinin işlediği nihayetsiz zulmün dünyada küçük bir karşılığı olarak; kendisini unutacak ve asi olacak bir evlat verilmesi adaletin küçük bir tecellisidir. Aynı zamanda bu durum gafletinde gizli nihayetsiz isyanına bir devam niteliğindedir. Tersi de aynen geçerlidir; iyi bir kimse için iyi bir evlat, ondaki hayrın ölümünden sonra da devam etmesi için İlâhî bir ikramdır.2

Üçüncüsü, kısmen insanın kendi duasının neticesi olan hallerdeki takdirdir. Evlilikler, meslekler, arkadaşlıklar gibi… Burada da insanın önünü hayır ve şerde nihayetsizce açan takdirler vardır. Her bir insan için mizacına uygun bir eş, iş ve arkadaş takdir edilmektedir. Bu ince takdir, insanın hayatının kolaylaşması, hayır ve şer yönünde imkânlarının genişlemesi ile sonuçlanacaktır. Bazen de bu imkânlardan mahrumiyet ile farklı bir sınav kapısı aralanıverir insana. Zorlukların içerisinde, doğruyu tercih edebilen insan için farklı bir rahmet kapısı vardır. Meselâ, içerisinde yaşadığı toplumun geneline oranla ciddi fakirlik içerisinde yaşayan, buna karşılık sabır ve şükür ile hayatını geçiren biri için Mahkeme-i Kübrâ’da, tüm o mahşer kalabalığının ortasında “Şöyle sıkıntılar içerisinde dahi Rabbini unutmayan ve şükreden kul nerede!” gibi bir hitaba mazhar olma imkânı bulunmaktadır. Herkesin Allah’a kul olmayı terk ettiği bir ortamda, meselâ ahirzaman şartlarında Rabbine kulluğu terk etmeyen biri için “Herkesin terk ettiği bir vasatta Allah’ı terk etmeyen kul nerede?!” çağrısını duymak mümkündür. İnsanların kendisini çeşitli vesilelerle terk ettiği biri için de “herkes kendisini terk edip yalnız bıraktığı halde seccadesiyle dost olan nerede?!” gibi hitaplar beklemektedir sıkıntılarda yaşayan insanları. Ve bu insanlar İblis’in insan hakkındaki “kalitesizlik” iddiasını başka açılardan çürüten insanlar olacaklardır, kendileri bilseler de bilmeseler de...

Ezelî takdirin dördüncü yansıması ise, insanın anlık tercihlerinin takdiridir. Bunlar nasıl olacaksa öyle takdir edilmiştir. Her şeyden en ince ayrıntısına kadar haberdar olan Allah, insanın neler yapacağını bildiği için öylece yazmıştır. Meselâ, çayı seven bir arkadaşınız size gelecek olsa, o daha gelmeden siz çevrenizdekilere “o geldiğinde çay isteyecek, ayranı değil çayı tercih edecek, işte şuraya yazıyorum diyerek” çayı demlemeye koyulsanız, arkadaşınız geldiği zaman “çaylar nerede” diyerek çay istese ve severek çayı tercih etse, bu durum sizin yazdığınız gibi gerçekleşmiş olacaktır. Arkadaşınız da sizin onun durumunu bilerek yaptığınız çayı özgürce yudumlayacaktır. Sizin takdiriniz onun özgürlüğünde en küçük bir kısıtlanmayla sonuçlanmayacaktır. Aksine, onun özgürlüğünü artıracaktır. İnsanın kader önündeki durumu da aynen böyledir. Görünmeyen ama varlığı kesin bir şekilde anlaşılabilen Yaratıcı, insanın yapacaklarını önceden bilip, bunun gereği olarak zemini hazırlaması insanın özgürlüğünün artmasıyla sonuçlanmaktadır. Böylece takdir etmesi de ancak rahmetindendir.

Şerdeki takdirde dahi durum aynı şekilde kendini göstermektedir. Şerre yönelmek isteyen birinin önünün tümden kapatılması, zorunlu olarak şer olmayan şeyi tercih etmek durumunda kalması, hiçbir zaman kendi tercihi olamayacak bir durumu seçmesiyle sonuçlanacaktır. Yanlışı kendi tercih ederek yaşama imkânı bulunsa, geriye dönüşünde de yine ‘kendisi’ olacaktır. Doğruyu bilerek ve isteyerek tercih edecektir. Yani, şer tercih etmek isteyen birinin bu tercihini tümden imkânsız bırakmak, onu hiçbir zaman kendisi olamayacağı bir durumla baş başa bırakmak olacaktır. Bu nedenle insanın fiillerini takdir eden kader, hayra da şerre de aynı imkânı tanımış, nasıl tercih edecekse öyle yazmıştır, öyle yapmaktadır ve öyle yaratacaktır. Şerrin, insanı tümden çevrelememesi için de; yaşantısına şer’î prensipler konulmuş, böylece özgürlüğünü tümden kısıtlamayacak sözlü yaptırımlar uygulanmıştır. Bu nedenle, her şeye hâkim olan, her şeyi doğrudan gören ve işiten Zât’ının doğrudan müdahelesiyle insandaki özgürlüğün ortadan kalkmasına meydan vermemek için İlâhî kudret, bu prensiplerin icrasını doğrudan kendi ellerine almamış, görüşü ve bakışı sınırlı insanların kendilerine, topluma ve yöneticilere bırakmıştır. Yoksa O, insan hata yaptığı an tepesine tarafından bir azap göndermekten aciz değildir. Ancak bu insanın bu hayata gönderilmesindeki amaçlara ve gerçeklere zıttır. Çünkü, insandan beklenen kalite, özgürce doğrudan etki altında kalmadan İblis’in rağmına en güzel bir hâli yakalayabilmesinde gizlidir.

Bir diğeri ve görebildiğim kadarıyla sonuncusu ise, musibetlerle sınırlandırma şeklinde tecelli eden kaderdir. Bu takdirde de diğerlerinde olduğu gibi, gizlenmiş ciddi hayırlar vardır. İnsanın bu tarz takdirlere itirazı, uçurumun kenarındaki kör bir adamı düşmesin diye şiddetle çeken birine körün “bana zulmediliyor!” diye itiraz etmesi cinsindendir. Musibetler çoğu zaman, sınırına geldiğimiz uçurumun kenarından şiddetli bir çekiştir ve kesinlikle merhamettendir. Biz her ne kadar göremiyorsak da kader, göremediğimiz ve bilmediğimiz bir uçurumun kenarından musibetlerin eliyle bizi çeker ve kurtarır. İnsan ise, görüşünün keskinliği, teslimiyetinin derinliği, imanının ve yakınlığının yüksekliği oranında, bu tarz takdirlere itirazdan kurtulur, hatta şükrederek karşılar...

Özetle her şey ve özellikle her bir insan ince bir nizam içerisinde, hikmete en uygun ve mahiyetlerin açığa çıkmasına en müsait bir zaman, zemin ve donanımla yaratılmaktadır. Önlerine açılan yolda, kendilerine verilenleri hayırda kullandıkları sürece nihayetsiz mertebe kazanmaları, mümkündür. Gittikleri yolun sınırlarını belirleyen takdirler ise, bu süreci hızlandırmak ve bereketlendirmek ve insanın ebede doğru giden yolculuğunu tüketen tehlikelerden korumak içindir.

Tüm bu açılardan bakılınca, bu dünyanın âhiret âlemlerinin midesi gibi olduğu görülecektir. Bu dünya hayatındaki süreç ise, bir ayrışma ve saflaşma işlemidir. Güzellik ve çirkinlik, temiz ve pis, günah ve sevap, ibadet ve isyan, cehalet ve ilim, küfür ve şükür, zulüm ve adalet, hak ve dalalet, inkâr ve iman... nihayetsiz hayır ve şer türleri karmakarışık yaratılmıştır. Pislik nevinden şerler, zulümlü haller cehenneme dökülürken; hüsünler, hayırlar âhiretin güzellikler diyarı olan cennete akacak, anlamlarına maddeten ve manen orada kavuşacaklardır.

 

(Bir sonraki yazımızda “İnsan Neden Yaratıldı?” sorusuna cevap aramaya çalışacağız.)

 

1. A’raf Suresi 172

2. Kehf Suresi 64-72. âyetler arasında Hızır ve Musa (as) ile ilgili olarak geçen bölümde, birlikte yolculuk yapmakta olan Hz. Musa ile Hızır (as) oyun oynamakta olan küçük bir çocuğa rastlarlar. Hızır (as) bir tokat ile çocuğu öldürür. Hz. Musa bu fiile itiraz eder: “Sen günahsız birini öldürdün.” der. Hz. Hızır neticede “Bu çocuk iyi birer kimse olan anne-babasına asi olacaktı. Diledik ki, Rabbimiz bu çocuğun yerine onlara daha iyi bir evlat ihsan etsin. Aynı zamanda ben bu fiili kendi tercihimle işlemiş değilim.” diyecektir.