TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsan ve İblis / Varoluşa Dair

“İblis dedi: Beni saptırmana yemin ederim ki...” 

— Araf, 16

 

İblis’in, insan yaratılmadan önceki hayatı hakkındaki rivayetler muhtelif olmakla birlikte, cinlerden olduğu, Âdemin yaratılmasından sonra ona secde etmekle sınava tâbi tutulduğu kesindir. İblisin kıyamete kadar devam edecek olan hatalar zincirinin bu ilk halkasında, Âdeme secde etmeyerek baş kaldıran İblis, bu itaatsizliğinin nedeni olarak da, Âdemin yaratılışındaki kalitesizliği gösterecektir. İnsanın kalitesizliğine ve isyanındaki haklılığa delil olarak ise, ateşin topraktan daha üstün, daha kaliteli olduğu iddiasını ortaya atacaktır: Sen onu topraktan yarattın, beni ise ateşten; ateş topraktan daha üstündür, ben ona secde etmem!”

Oysa, herhangi bir şeyin Allah dilemedikçe alçalması veya yükselmesi, kaliteli veya kalitesiz olması mümkün değildir. Bir şeyin Allahtan bağımsız olarak bir vücut ve mahiyet sahibi olduğunu varsaymadan, kendi özünden kaynaklanan kaliteden bahsedebilmek mümkün değildir. Böylece İblis ilk materyalist, ilk maddeperest” olarak anılmayı gerektirecek bir iddiada bulunmuştur. Yine gerçekte, secde Âdeme değil, emrin kendisine, dolayısıyla emri verenedir. Öyle ise İblis, secde etmemesine delil olarak getirdiği cümlelerle, kul olan bir varlığın kendisini Yaratana karşı olabilecek en büyük hatasını, gizli kibrini mi açığa vurmuştur?

Yaratıcının varlığının ve Zât’ının aşikâr yaşandığı bir ortamda İblisin bu kadar rahat isyan edebilmesi oldukça düşündürücüdür. İblis de diğer tüm mahlûkat gibi, yoktan varedilen ve yine Ehad ve Samed olan Allah tarafından nimetlerle donatılarak yaratılan bir mahlûktur. Bu şartlar altında İblisin kendi varlığının, Yaratanın varlığına bağlı olduğunu gördüğü, yaşamının Onun emrine asılı olduğunu hissettiği bir ruh hâlinde isyana yönelmesi, iddialaşması imkânsızdır. Sonsuz bir uçurumda bir ipe asılı vaziyette durduğunuzu düşünün. Düşmekten korunmak için tutunduğunuz ipi elinde tutan birine isyan edebilir misiniz? Demek ki, İblis kendi varlığının Onun ipine asılı olduğunu hissetmemektedir. İblisin iç âleminde oluşan duygularda, Cenab-ı Hakk’ın yaratmakta olduğu bir zeminde değil de, kendi başına var olan bir zeminde yürüdüğü zannı ağır basmaktadır. İblis bir mahlûk hissiyatıyla değil de, ezelden beri var olan, fakat buna delil bulamayan, kendisinin ve yaşadığı çevrenin mahlûk olduğu noktasında tereddütleri bulunan birinin hissiyatıyla, bir rakibine isyan eder gibi Allaha isyan etmiştir ve böylece iddialaşmaya girişmiştir. Görünen o ki İblis, Allahtan emin değildir. İblis, Cenab-ı Hakk’ın varlığını bilmekte, fakat Ona teslimiyet gerektiren bir emniyet duymamakta, yani iman etmemektedir.

İsyanından hemen sonra mühlet isteyen İblis, kendini garantiye almasıyla birlikte, Allah hakkında müthiş bir iddia ortaya atacaktır. İnsan hakkındaki plânlarını Allaha karşı açıklayan İblis, açıklamalarına bir yeminle başlayacak ve bu yemininde beni saptırman hakkı için!” ifadesini kullanacaktır. İblisin insan hakkındaki plânları arasında kaybolan bu ifade, derinlerdeki ciddi bir kanaati ortaya koyduğu için oldukça önemlidir. İblis, Yaratıcısına karşı isyankâr ifadesinde aslında şunu söylemektedir: Tuzaklar kurarak beni sen saptırdın, yoksa ben sapıcılardan değildim!” yani, zemin senin tarafından bu kadar kaygan hâle getirilmeseydi, ben kaza yapmayacaktım.” demektedir.

Aldığı mühlette kendini sorgulayarak hatasından dönüş imkânını yakalamak yerine, bu mühlet dahilinde insan için ne gibi tuzaklar kuracağını plânlayan İblis, Yaratıcısının kendisine çelme takarak düşmesine sebep olduğu gibi, insanların da kendisinin kurduğu tuzaklarla aldanıp gideceğini, kendilerini Yaratan Allah’ı unutacaklarını iddia edecektir. İşte İblis bu nedenle, kendi sapışını olağan göstermek kastıyla, zemin bozulduğu zaman düşüşün nasıl olağan hâle gelebildiğini Allaha ispat etmek için, düşüşüne sebep olarak gördüğü insanın yaşamsal zeminini bozup durmaktadır.

İşte tam bu noktada ilginç bir durum açığa çıkmaktadır. İblisin saldırılarına hedef olacağı aşikâr olan insan, koruma altına alınarak İblisin şerrinden emin kılınması gerekirken, İblisin daha rahat saldırabileceği korumasız bir alana, dünya hayatına indirilmektedir. Bu da yetmiyormuş gibi İblisin elinde müthiş silahlara dönüşebilecek her şey yaratılıp önüne konulmakta; yani Allah tarafından İblise mânen Haydi ey İblis, yap yapabileceğini!” denilmektedir. İnsan açısından bu iddialaşmadaki ve pervasızlıktaki hakikat nedir? İblisi aşikâr görmekten de mahrum olan ve bu nedenle daima savunma durumunda kalmak zorunda bulunan insanın bu savunmadan menfaati nedir, istifadesi nasıl olacaktır?

Kâinata dikkat edilecek olursa, israfın olmadığı, tam bir hikmetin ve bereketin hâkim olduğu görülecektir. Her şey yerli yerinde yaratıldığı gibi, en üst düzeyde verimli neticeler verecek bir tarzda yerleştirilmiş, şartları bu bereketli neticeye uygun bir şekilde donatılmıştır. Öyle ise, hayır ve şer kendi istifadesi için yaratılan ve bu nedenle dünya hayatına gönderilen insanın, içerisinde yaşadığı hayır ve şer şartlarını bereketlendirecek sebeplerden kaçınılmayacaktır.1 İlham melekleri bu nedenle, hayrı bereketlendirmek için insana yardımcı olarak verilmiş; iblisler de yine aynı nedenle, şerri çoğaltmak için insanın başına musallat edilmiştir. Böylece insanın yaşadığı sınırlı hayat içerisinde yönelimleri azamî ölçüde tahrik edilmiştir. Ve bu yönelimler içerisinde kabiliyetlerinde açığa çıkacak olan neticeler bereketlendirilmiştir.

Görülmektedir ki, insan üzerinde üstünlük iddiası olan ve kendi düşüşünün sebebi olarak insanı gören, bu düşüşünde ilâhî bir tuzak olduğunu iddia eden şeytan, insana iki nedenle saldırmaktadır. Birincisi insandaki kalitesizliği açığa çıkaracak ve böylece insan hakkındaki iddiasını âlemlere ispat edecektir. İkincisi ise, Allah’ın izni ve yardımıyla kalitesini meleklere dahi ispat eden Âdemi ve onun neslini, zemin şartlarını bozarak kaydıracak, saptıracak ve böylece kendi sürçmesinin nedeninin zemin şartlarındaki bozukluk olduğunu Allaha karşı ispat edecektir. Böylece kendisinin masumiyetini ilân edecek, Allah’ın hıyanetini açığa vuracak, düşüşünün sebebi olan insandan da intikamını almış olacaktır.

İşte bu açılardan bakılınca insanın başına İblisin ve iblisleşenlerin musallat edilmesindeki hikmet, iki yönlü olarak kendini göstermektedir: Birincisi Yaratıcıya bakan yönüdür. İnsanı mükemmel bir şekilde donatarak yaratan Zât’ı Akdes, İblisi serbest ve insanı görünürde korumasız bırakarak, insanın her şart altında kalitesini ispat edebileceğini gösterecektir. En bozuk şartlardan bir tek insan bile çıkabilse; İblisin iddiası, İblisin kendi elleriyle çürütülmüş olacaktır. Çünkü İblis bunun hiçbir şart altında mümkün olmayacağını, isyanındaki ciddiyet ile ve ifadelerindeki hırçınlıkla açığa vurmuştur. Bu nedenle, kıyamete kadar bozuk ortamlar helâk edilmeyecek, İblisin insan hakkındaki kalitesizlik iddiasını ve İzzet ve Celal sahibi Allah hakkındaki suizannını bozacak şartlar yaratılacaktır. Ve bizi ümitsizliğe sevk edecek kadar bozulmuş bu şartlar, bu en derin sefalet ortamları, bu dehşetli ahir zaman şartları; tüm bu olumsuzluklara karşın, o şartları bozup doğruyu bulabilecek insanların, hatta bu insan bir tek fert dahi olsa, o insanın hatırına yaratılmaya devam edecektir.

İkincisi ve belki de insan açısından önemlisi, İblisin tahriklerinin ve bozulmuş zemin şartlarının, insanın özündeki kalitenin açığa çıkmasına yaptığı yardım ve hizmettir. İblisin tahrikleriyle derinleşen şerlerin tuzağına düştükten sonra istiğfar ile doğruya dönen, ya da, meydandaki şerre bulaşmadığı halde vicdanının ve şuurunun yardımıyla şerrin mahiyetini fark eden bir insan, hayrın gerçekliğini daha bir derinden fark edecek, iradesi hayır yönüne daha bir ciddiyetle yönelecektir. Peygamberlerin tamamının bozulmuş zemin şartlarında yetiştiğini dikkate alırsak, bu zemin şartlarının onların kabiliyetlerinin açılımına hizmet ettiğini rahatlıkla fark edebiliriz. Hatta İslâma hizmet eden insanların kendilerini gösterdikleri ortamlar da böyledir. Genelleşmiş olumsuzluklar onları tahrik etmiş ve her biri küllî bir vazifenin başına böylece geçebilmişlerdir.

Kızını diri diri toprağa gömecek kadar vahşet gösteren bir insan, Hz. Ömer, İslâmiyetin dünyasına girmesiyle bu vahşetteki dehşeti görmüş, kendisinden sonraki tüm nesillerin adaletin timsaliolarak andığı bir yönetimin kurucusu olmuştur. Ve bu insanda açığa çıkan yöneticilik ve adaletle iş görme kabiliyetinin arkasında, işlediği o vahşetin vicdanını tahrik etmesiyle uyanan bir hassasiyetin izleri saklıdır. Toplumun istifadesi için fert feda edilemez.” diyen ve hayatı pahasına bu hakikati takip eden Hz. Alide açığa çıkan kalitenin arkasında da Hz. Aişe hakkında, sonraki hayatında takip ettiği bu gerçeğin tam zıddıyla verdiği hatalı bir karar saklıdır.

Geçmişin ve bizim kendi âlemimizde düştüğümüz hataların şehadetiyle rahatlıkla söyleyebiliriz ki, hatalarda, sefaletlerde, zulümlerde yaşayan bir insan, eğer bir gün uyanacak ve gerçeği takip edecek olursa, gerçeği takipteki en büyük gücü bir zamanlar işlemiş olduğu hatalar olacaktır. Gerçeği göremeyerek yitip gidenler, ayağı kayarak düşenler için ise, rahmet-i ilâhiye yeterince geniştir.2

 

1. Hayır ve Şer denkleminde yaratılmanın gerekliliği için Zafer Dergisinin Aralık 2003 sayısındaki “Şerde Gizli Hayırlar” başlıklı yazıya müracaat edebilirsiniz. 

2. Bkz. Nisa Suresi 48, 116. âyetler; Ayrıca, Kütüb-ü Sitte Muhtasarı ve Tercümesi, İbrahim Canan, Cilt: 14, s: 406, 5091. Hadis