TR EN

Dil Seçin

Ara

Rahmeti İnciten ‘Gerçek’ler / Varoluşa Dair

İnsanlık, var olduğu günden bu yana, belli sebeplerin ardından belli sonuçların geldiği görsel bir düzlemde yaşıyor. Yağmur buluttan geliyor, tohum toprakta büyüyor, ateş yakıyor... Evrendeki her şey akıyor, ve akan her şey zamanın değişimiyle değişiyor, başkalaşıyor. Bu değişimde sonuçların hemen önünde görülen sebepler, etkinlik iddiasıyla boy gösteriyorlar. Ya da, insan öyle algılamak istediği için, etkin ve yetkin görülüyorlar. Sebeplerin etken olarak görüldüğü bir zihinde ise teşekkür, hamd, övgü gibi mânâların Allaha yöneltilmesi imkânsızlaşıyor. Böyle bir zihne sahip olan kişi Allah’ın varlığına inansa bile netice değişmiyor. Bulutlu bir havada güneşin ışıklarının bulutların üzerinde dağılıp gitmesi gibi, bu mânâlar sebeplerin üzerinde dağılıyor, dağıtılıyor.

Bu dağılmanın içerisinde, öncelikle rahmet, kerem, ihsan gibi latif sıfatlar inciniyor. Merhametin, ikramın, ihsanın olmadığı veya görülmediği bir yerde, kime ve niçin teşekkür edeceksiniz? Etseniz bile, taklitten öteye geçebilmeniz, akıldan kalbe inebilmeniz artık mümkün değildir.

Oysa sebepler insanın hür bir zeminde özgürce inkişaf ederek teşekkür ve hamd edebilmesini temin için göz önüne serilmişlerdir. Gerçekte, sebeplerin hiçbir tesiri olmadığını, yağmurun buluttan gelmediğini, bulutla gönderildiğini bilmektedir ehl-i iman. Görünüşte, evrendeki her şey gibi, bulut da hareket etmektedir. Hareketin mümkün olmadığı ise, Yunanlı düşünür Zenon tarafından binlerce yıl önce isbat edilmiştir. Zenon, hareket eden her şeyin hareket ettiği an bir mesafe katettiğini, katedilen mesafenin sonsuz parçaya bölünebileceğini, nazarımıza sınırlı bile görünse her mesafenin gerçekte sonsuz olduğunu, sonsuz mesafeleri aşmanın sınırlı kuvvetlerle mümkün olmadığını, bu nedenle hareketin mümkün olmadığını düşünmüştür. Bu önermesini Belli bir mesafeyi katedemezsiniz, çünkü katetmek için yolun yarısına, sonra da kalan yarısına ulaşmak zorundasınız ve bu böyle sonsuza değin sürer gider. Yine, hareket imkânsızdır, çünkü sonlu zamanda sonsuz konumlardan geçmek imkânsızdır.diyerek isbat etmiştir. Zenonun ortaya attığı bu isbatlı iddia, düşünürlerin asırlar boyu zihnini meşgul etmiş, nihayet modern bilim bu önermeyi limitkavramıyla Geriye kalan mesafe sıfıra yanaştığı zaman, mesafe tükenmiş demektir.diyerek dogmatik bir ön kabulle aşıp gitmiştir.

Yunanlı düşünür Zenonun aklının gücüyle sınırında dolaştığı, ancak vahyî gerçeklere dayanmadığı için ulaşamadığı, modern felsefenin ise hiç uğraş vermeden körcesine atladığı gerçek, Kur’ânî ifadeyle her an yaratılma1 gerçeğidir. Cisimlerin kendiliğinden hareket edebilmesi gerçekten imkânsızdır. Bırakın hareket edebilmeyi, varlığın kendiliğinden ayakta durması bile mümkün değildir. Herhangi bir şey hareket ettiği an bir mesafe katedeceğine ve bu mesafe sonsuz parçalara bölünebileceğine göre, hareket etmek istediği an sonsuz bir mesafeyi aşması gerekecektir. Varlık bu sonsuz mesafede, ansızın yokluğa gömülüp gidecektir. Öyleyse, varlığın hareket halinde devam edebilmesi içinbir film sahnesindeki görüntü karelerinin perdeye her an yenilenerek, farklı bir görüntü olarak yeniden akması gibiher an yokluktan kurtarılması, yani her an yeniden yaratılması gerekecektir. Bir tek şeyin bile yoktan var edilmesi için sonsuz bir kudretin devreye girmesi zorunludur. Kâinatta ise hem varlık hem de hareket, imkânsız olduğu halde gerçekleşmektedir. Öyle ise her oluşun, her varlığın ve olayın arkasında bilerek iş gören, imkânsızları mümkün kılan mutlak bir kudretin mevcudiyeti zarurîdir. Bu kâinat, böyle bir kudreti ve bu kudretin sahibini, içerisindeki her şeyle akla göstererek isbat etmektedir. Tasdik etmek ise, insanı insan yapan şuurun bir gereği değil midir? Bir sanatkârın kendisine ikram edilmiş duygularının gücüyle bir ilâhî sanat eseri olan kâinata bakarak gerçekleştirdiği eserlerin kendisinden başkasına atfedilmesi öfke ve sitem nedeni olurken, bu koca kâinatın gerçek sanatkârı olan mutlak kudret sahibi Allahtan başkasına atfedilmesi kabul edilebilir bir hata mıdır?

Tarih boyunca insanlığın özel zamanlar ve şahıslar dışında genelleşen hatası, varlık perdesi arkasında kendisini gösteren kudreti doğrudan inkâr etmek değildir. İnsanlık boyunca bu tarz bir hata çok az genelleşmiş; böylesi bir hata toplumun geneli tarafından kabul gördüğü vakit, ilâhî kudret, peygamberler gönderilmesi sûretiyle hem sözlü olarak, hem de mucizelerin ışığında gözle görülür şekilde isbat edilmiştir. Uyarılara rağmen inatla direnenler ise kahrın pençesine düşmüşlerdir. Genelleşmeye en müsait olan ve tüm zamanlarda insanlığı en fazla etkileyen hatalı d