TR EN

Dil Seçin

Ara

Güzel Gör, Güzel Düşün

Güzel Gör, Güzel Düşün

Bazen kendimizden beklemediğimiz bir hatanın içine düşeriz. “Bunu nasıl yapabildim.” diye hayıflanır, kendimizi anlamaya çalışırız. Daha ileri gider, kendi nazarımızda kendimizi sileriz.

Bazen de diğer insanlardan hiç ummadığımız davranışlar müşahede eder, küçük dilimizi yutar, şaşkınlık ve kızgınlıkla, “Bu insan bunu nasıl yapabilir, havsalam almıyor.” diye öfke nöbetlerine tutuluruz. Daha ileri gider, bir çırpıda sileriz onları.

...

Risale-i Nur’un On Üçüncü Lem’a’sı insan davranışlarının hangi etmenler dahilinde şekillendiğine dair önemli sırlar sunar bize. Mealen, “De ki: Ey Rabbim, şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da, yâ Rabbi, Sana sığınırım.” (Mü’minûn: 97-98) ayetlerini Zamanın Bedii öyle bir tefsir eder ki; karşımızda kendimizi bulur, kendimizi tanımaya başlarız.

Tefsirini hayatın içinde beliren sorunlar üzerinden yazma hususiyetini taşıyan Bediüzzaman’ı çok düşündüren bir mesele vardır. Bizim aklımıza takılan soru onun da takılmıştır aslında. “Cenab-ı Hak, Kütüb-ü Semaviye’de beşere karşı şu Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehşetli mücazatı göstermekle beraber çok irşad, ikaz, ihtar, tehdit ve teşvik ettiği halde; ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken hizb-üş şeytanın mükâfatsız çirkin zaîf desiselerine karşı mağlup olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. Acaba iman varken, Cenab-ı Hakk’ın o kadar şiddetli tehdidatına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl iman gitmiyor?”

İlgili metnin Beşinci İşaret’inde yazdığına göre, hepimizin hayatında en az bir kere yaşadığı halden o da nasibini alır. “Yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibatı varken,” diye tarif ettiği birisi ne yapmıştır biliyor musunuz? Said Nursi gibi birinden yüz hakikat dersini al ve sonra git, “kalpsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyakârane iltifatına” kapıl. Burada kalmaz iş. Daha incitir bu insanlar. “Onun lehinde benim aleyhimde bir vaziyete geldi.”

 

İnsanda bu derece sukut olabilir mi?

Ne kadar zor bir durum değil mi Zamanın Bedii için? İnsanı kahreden bir hal. Bediüzzaman şaşkınlığını şöyle ifade eder: “Fesübhanallah dedim, insanda bu derece sukut olabilir mi?” Bediüzzaman farkını bir kere daha ortaya koyar ve “Ne kadar hakikatsiz bir insan idi, diye o biçareyi gıybet ettim, günaha girdim,” diyerek meseleyi bağlar.

Bediüzzaman, kendi aleyhine dönen bu insanın durumunu bir alçaklık olarak görmeyi, hakikatsiz insanmış demeyi neden gıybet olarak görmekte, günaha girdim demektedir?

Bunun sırrı şeytan ve nefiste saklıdır. Önce kulaklarımıza küpe olacak şu net tespiti yapar: “Hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîfliğinden olmadığını, hem günah-ı kebairi işleyen küfre girmediğini..” Yine kendi yaşadığı tecrübede, “benim o bîçare arkadaşım da yüz ders-i hakikatı bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım. Cenab-ı Hakk’a şükrettim, o vartadan kurtuldum,” diye yazar.

 

İnsan, nefs-i emmare sahibidir

İnsanın hayat içinde davranışlarını tahlil ederken, unutulmaması gereken en önemli noktalardan birinin altını çizer:

“Çünkü sâbıkan dediğimiz gibi, şeytan cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler.”

İnsan, nefs-i emmare sahibi bir varlıktır. İnsanı anlamak isteyen bunu unutmamalıdır. İkinci unutulmaması gerekense, nefsin şeytanı her vakit dinlediğidir. Şeytanın işi tahriptir ve işi kolaydır. Bir gemiyi batırmanın kolaylığını düşünün. Bir çocuk bile dümenini kolaylıkla sağa sola çevirir, küt diye bir kayaya bindirebilir, gemi su alır ve denizin dibini boylar. Bu kadar basit işte. Bu yüzden günah işlemek çok kolaydır. Kötülük bu yüzden çok kolaydır. Şeytanın işi bu yüzden çok kolaydır.

Şeytanın işi kolay ve şeytanı her daim dinleyen bir nefsimiz olduğundan Mutlak Varlık bir çırpıda bizi silmiyorsa, bize ne oluyor?