TR EN

Dil Seçin

Ara

Fani Aşk Baki Aşka Nasıl Dönüşür?

Fani Aşk Baki Aşka Nasıl Dönüşür?

Hasretin, ayrılıkların, özlemlerin, hüznün ve gönül yakan ağıtların ifadesi olan aşk mı; yoksa kalıcı olan, sonsuza ulaştıran aşk mı?

“Aşk” insanlıkla birlikte var oldu, insanlıkla birlikte de yaşayacak. Ama hangi aşk ve nasıl bir aşk?

Hasretin, ayrılıkların, özlemlerin, hüznün ve gönül yakan ağıtların ifadesi olan aşk mı; yoksa kalıcı olan, sonsuza ulaştıran aşk mı?

Divan edebiyatında mazmunların zenginliği içinde işlenen bir aşk vardır ki, bu saf duygunun sadece kendisi anlatılır ve yaşanır.

Sevgili “anka kuşudur” ve gazellerin içinden çıkmamakta, mısralar arasında yaşamaktadır. Fuzulî’yi, Bâkî’yi, Nâbi’yi, Necâtî’yi okuyunca duygu zengini ve duygu ummanı olursunuz.

Burada işlenen mecazi aşktır. Sevgilinin kaşı, gözü, dudakları, dişi, saçı, zülüfleri, endamı, yürüyüşü, salınışı anlatılır, hayalî bir resmi çizilir.

Ama bu kudretli şairler geçişi de iyi yaparlar. Mecazi aşktan hakiki aşka; ayrılıkla sona eren aşktan, ayrılığı olmayan aşka geçmeyi çok ustaca işlerler.

Mesela, Fuzulî, “Leyla ile Mecnun”un aşkını anlattıktan sonra asıl söyleyeceğini ifade eder, der ki:

“Âşık-ı sâdık menem,

“Mecnun’un ancak adı var.”

***

Tasavvuf edebiyatında ve tasavvuf âleminde ise bu geçiş hayattan örneklerle anlatılır. Mecazî aşktan örnek verilirken, fazla söze hacet kalmadan hemen hakiki aşka geçilir.

Geçici sevgiden bâkî ve sonsuz sevgiye; ölen, biten, yok olan sevgiliden ebedî ve ezelî sevgiliye; sevgi ve güzelliği belli bir süre üzerinde taşıyandan, sevgiyi verene, var edene geçişi ifade eder.

Bir tasavvuf üstadı olan Bişr-i Hafî bu geçişin güzel bir örneğini anlatır:

Bir gün Bağdat’ta bir adam gördüm. Yüzlerce kırbaç yediği hâlde hiç sesini çıkarmıyordu. Daha sonra kendisini aldılar, cezaevine götürdüler.

Bu hâli garibime gittiği için peşini bırakmadım, ben de cezaevine gittim. Niçin dayak yediğini sordum.

“Bir kadına aşık olduğum için dövdüler beni” dedi.

Sordum:

“Bu kadar dayak yediğin hâlde neden ses çıkarmadın?”

Bir âh çekerek inledi ve hasret dolu bir sesle cevapladı:

“Sevgilim bana bakıyordu” dedi.

Bunun üzerine kendisine:

“Ya Yüce Allah’ın sana sürekli baktığını ve gördüğünü idrak etseydin hâlin nice olurdu?” dediğimde, kendisinden büyük bir feryat yükseldi. Baktım, kendinden geçmiş, baygın yatıyordu.

Aşkı bilen adamcağız bir ikaz üzerine aradığını bulmuştu. Hasretine ve özlemine cevap verecek mercii ve membaı anlamıştı. Güzel bir geçiş yapmıştı.

***

Sadece “aşk”ın mecazîsi olmaz. Bütün duyguların bir mecazî, bir de hakiki yönü vardır.

Mesela, hırs, inat ve haset gibi duyguların hem mecazîsi vardır, hem de hakikisi...

Adam hırslı bir yapıya sahiptir. Her şeyi elde etmek istiyor, dünya verilse yine, “Daha yok mu?” diye bakıyordur. Oysa bu duygu ona, bu dünyadaki geçici şeyler için verilmemiştir.

Böyle birisine “Hırs gösterme!”, “Nedir bu hırs?”, “Amma da aç gözlüsün ha!” demenin bir anlamı yoktur. Bunun yerine şöyle bir yaklaşım sergilense daha isabetli olacaktır:

“Bak, Allah sana böyle bir özellik vermiş. Çalışkansın, gayretlisin, istediğini elde edebilen bir yapın var. Ömrünü, hayatını, bütün zamanını sadece dünya için harcama. Önünde sonsuz bir gelecek var. Ahiret ticaretini ihmal etme. Allah’a kul olmak gibi gerçek serveti kazanmaya çalış.

“Madem hırslı bir insansın, öyleyse dünya ile birlikte ahiretini de kazan. Böylece iki kat kârlı olursun, kazancın bir iken bin olur. Çalış, para da kazan, ama parayı Allah’ın istediği ve sevdiği yerlere harca!..”

Burada çok hassas bir denge kurulması söz konusudur. Öyle bir denge kurulacak ve bu kurulan dengeye sadık kalınacak ki, ne dünyada perişan olunacak, ne de ahirette. Yani kaş yaparken göz çıkartılmayacak. Dünyalık aranırken ahiret unutulmayacak. Ahiret için çabalarken dünyalığın aranması da ihmal edilmeyecek. “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.” (Kasas, 28:77)

İnsan böyle hareket edince duygularını yönlendirmiş, huyunu değiştirmiş ve hırsıyla da ibadet etmiş olur.

Demek ki, asıl mesele duyguları değiştirmek değil, yönlendirmektir, kontrol altına almak ve yerinde kullanmaktır.

Bütün duygular bu örneğe benzer biçimde mecazîden hakikiye geçebilir. Böylece iki şekilde kazançlı çıkılır, hem burayı, hem de ebedî âlemi.