Mezhepler neden Peygamberimizin vefatından yüz yıl kadar sonra ortaya çıkmaya başladı? O zamana kadar yaşayanlar mezhepsiz miydi?
Kur’an ilmini kaynağından alan, “Yaşayan Kur’an”ı hayattayken gören sahabilerin pek çok konu hakkında zaten kendi bilgileri ve gördükleri yeterli oluyordu. Belki her biri, bir nevi kendi mezheplerini yaşıyorlardı. Rasulullah’ın (sav) hayatında geçtiğine şahit olmadıkları konularda da şahitliğini sorabilecekleri pek çok sahabe çevrelerinde mevcuttu. Mesela, yanındaki bir sahabinin muhalefetine rağmen Hazreti Ömer’in (ra) salgın hastalık olan bir şehre girmeye karar vermişken başka bir sahabi tarafından kendisine iletilen ve daha önce duymadığı “salgın hastalık olan yerden uzak durulması” yönündeki hadis-i şerifi duyduğu anda geri dönmeye karar vermesi bu davranış biçimine güzel bir örnektir.
Sahabelerin de dünyadan çekilmesi ile soracak kimsenin kalmaması, konunun belli bir disiplin altına alınması ihtiyacını doğurdu. Kur’an-ı Kerîm’i ve Hazret-i Peygamber’in (sav) hayatını çok iyi bilen bazı âlimler karşılaştıkları olaylar karşısında ellerindeki bilgileri kullanarak hükümler vermişler bu hükümlerin bir araya gelmesi ile de ekoller ya da mezhepler ortaya çıkmıştır.
Bu noktada şunu netleştirmek gerekir ki; mezhep imamlarının hükümleri arasındaki farklar Kur’an ve sünnette açık olarak hükmü verilmemiş konular hakkındadır. Meselâ hiçbiri namaz üç vakittir, zekât kırkta bir buçuktur, ayakkabıdan da kurban olur dememiştir.
Biz neden bir mezhebe tâbi olmalıyız? Kendi hükmümüzü kendimiz veremez miyiz?
Eğer bir konuda hüküm vermek için o konu ile İLGİSİ OLABİLECEK TÜM ayetleri, bu ayetlerin içinde nesh edilmişler olup olmadığını, tüm hadisleri ve söylenme zamanlarının sırasını biliyorsanız ve bunları bir araya getirip hüküm verecek ilmî ve aklî yeterliliğiniz varsa elbette bir mezhebe tâbi olmak zorunda değilsiniz.
Ama ilmihali açıp bakmaya bile üşenen biri çıkıp da “ben kendi hükmümü kendim veririm” diyorsa bu cehaletini izhar ve hak yolun dışına adım atmaktan başka bir şey değildir.
İllâ bir tanesini mi seçmek gerekiyor bu mezheplerin? Biraz ondan biraz bundan alsak olmaz mı?
Olmaz olur mu! Eğer hepsinin en zor kısımlarını alacaksanız elbette olur. Ama tabii ki bu soruyu soran kişi her mezhebin ‘azimet’ kısmı için değil ‘ruhsat’ kısmı için yol aramaktadır. Her mezhebin, işine gelen en kolay kısmını almaktır maksadı. Lakin aslında talip olduğu şeyin belli bir mezhebe tâbi olmaktan daha zor olduğunu bilmemektedir.
Bir örnek üzerinden gidersek daha net anlaşılacaktır ne demek istediğimiz.
Önceki yazımızda anlattığımız Hazret-i Peygamber’in secdede alnına taş batması olayını ele alalım. Bu soruyu soran kişi hem bir yeri kanadığında hem de karşı cinse dokunduğunda abdesti bozulmasın istiyor. Bu ikisinden hangisinin abdesti bozmadığı konusunda ihtilaf var, tamam. Ancak bu ikisi aynı anda olduğunda abdestin bozulduğu konusunda ihtilaf yok. Yani bu ikisi aynı anda olduğunda Hazreti Peygamber yeniden abdest almış.
Şimdi; mesela Hanefî olan birisi keyfi olarak, abdest almaya üşendiği için bir yeri kanamasına rağmen “Ben Şafiî’ye uydum!” diyerek abdest almadan namaz kılmak istiyor. Bunu yapabilmek için Şafiî’de abdesti nelerin bozduğunu bilmek zorundadır. Çünkü bir süreliğine Şafiî olmuştur. Meselâ bu kişi, az önce de söylediğimiz gibi karşı cinsten birinin tenine dokunmuşsa Şafiî’ye göre de abdestsizdir.
Bunları bilmesi de yetmez. Şafiî mezhebinde abdestin farzlarını da bilmek zorundadır. Zira Şafiî’de Hanefî’den farklı olarak abdestin 6 farzı vardır. Bunlardan biri de niyettir. Eğer bu kişi abdest alırken niyet etmediyse bir yeri kanadığında yeniden almaya üşendiği için bozulmamış sayılmasını istediği abdesti Şafiî mezhebine uyduğu anda otomatik olarak hiç alınmamış sayılacaktır. Çünkü farzlardan biri yerine getirilmemiştir.
Özetle mezheplerin en kolay kısımlarını bir araya toplayıp onlarla amel etmek aslında o kadar da kolay bir şey değildir ve sanılanın aksine daha çok bilgi gerektirir. Bu nedenle mezhepler arası bu tip geçişler yani taklitler ancak zaruret halinde uygun görülmüştür.
Bunun bir sebebi de şu olsa gerektir:
Her mezhep belli coğrafyada, belli sosyal yapıya sahip toplumlarda yaygındır. Örneğin İmam-ı Şâfiî hayatı boyu Medine’de yaşamış, bir süreliğine Mısır’a gidince Medine’de verdiği bazı fetvaları değiştirmiştir.
Buradan şunu anlıyoruz: Mezheplerin hükümleri belirli iklim, coğrafya ve toplumsal yapı gibi etkenlere göre de değişiklikler gösterir. Dolayısıyla bizim durumumuza en uygun olanı bulup ona uyduğumuzda o ekolün çizdiği yol üzerinde hareket etmiş oluruz. Ancak biraz o ekolden biraz bu ekolden alalım dersek ortaya çıkan yol bizi hedefe ulaştırsa bile çok şık olmayacaktır. Şöyle ki, çok zengin olsanız ve bir saray yaptırmak isteseniz ve mimara “Kapılar Gotik, balkonlar Barok, salonlar Rokoko, çatılar soğan, pencereler pvc olsun.” deseniz, mimarın sizi kızılcık sopasıyla kovalaması bir yana ortaya çıkacak olan şey bir ucube olacaktır.