Hediye Deyince...
Bizi tanımayan ağaçların dallarından en güzel meyveleri, canlıları çalıştırıp sütü, balı, yağı ve binlerce güzel hediyeleri gerçekte bize kim, niçin veriyor?
Ara
Bizi tanımayan ağaçların dallarından en güzel meyveleri, canlıları çalıştırıp sütü, balı, yağı ve binlerce güzel hediyeleri gerçekte bize kim, niçin veriyor?
Sosyal münasebetlerimizde hediyeleşmek, güzel bir adettir ve dostluklarımızın pekişmesine iyi bir vesiledir. Gelen hediyenin büyüklüğü ve değeri çok önemli değil denilse de, gerçekte dostluklarımızın ne kadar sağlam olduğunun bir göstergesi sayılır.
Sosyal hayattaki hediyeler böyle… Bir de kış mevsiminde bize hediye edilen bir ‘portakal meyvesi’ var. Peki bu hediye ne anlama geliyor ve karşılığında bizim ne hediye vermemiz gerekiyor? Sorusu aklımıza geliyor.
Bu gibi soruların cevabı için portakal meyvesinin nasıl meydana geldiğine şöyle bir göz atalım.
Bir portakal meyvesinin meydana gelmesi için önce bir insanın portakal meyvesini toprağa ekmeye niyeti olmalı ve uygun bir şekilde ekmeli. Tohumu ektikten sonra o tohumun gelişmesi için, toprak güneş ile ısınmalı, su ile muamele edilerek kabuk çatlatılmalı ve havadaki kullanılmayan azottan bakteriler vasıtasıyla nitrat gübresi yapılarak, bu tohumun yardımına koşturulmalı.
Bu tohumun çatlatılması için hücreler çoğalmalı ve bu çoğalma için gerekli olan karbonhidrat ve proteinler önceden bu tohum içerisinde depolanmış olmalı.
Tohumdaki hücrelerin çoğalması sırasında; hücrelerin bir nevi kaderi hükmünde olan ve DNA molekülünde yazılı olan ağaca has özelliklerin ve bilgilerin titiz bir replikasyon süreciyle, yani eski hücrelerdeki DNA moleküllerinden yeni DNA moleküllerinin yapılması ile tohumdaki bilgiler eksiksiz ve hatasız bir şekilde yeni hücrelere aktarılmalı. Bu çoğalma işleminde de toprak, ana kucağı kadar sıcak ve şefkatli olmalı ve bir annenin diğer çocuklar arasından kendi çocuğunu ayırıp hasretle kucaklaması gibi tohumu diğer tohumlar arasından tanıyıp ayırmalı ve ona özel muamele yapmalı.
Bu tohumun fidan ve ağaç olması için; bitkinin her gün, her saat ve her dakika, susadığında semadan yağmur gelmeli, acıktığında ise toprak gerekli besinleri köklerden süzerek vermeli, yaprak ve meyvelerin olgunlaşması için de güneş ısı ve ışığıyla itina ile çalışmalı ve meyveleri pişirmeli.
İşte ancak böyle hummalı çalışmalar sonucunda büyüyen ve serpilen ağaç; başlarımız üzerinde çeşitli ikramları bizim için hazırlıyor ve dallarının elleri ile bizlere taze taze portakalları uzatıyor. Bu portakallar da; güzel tatları, kokuları ve şekilleri ile iştahımızı açıp, kendilerini bizim için feda ediyorlar.
O tohum öyle gelişiyor ki, o tek çekirdek bir ağaç olup; dal, budak, yaprak, çiçek ve meyvelerle süslenerek, adeta kusursuz bir bahçeyi andırıyor.
Bir tohumun, ağaç olması sırasında; her adımda bir şuur, bir basiret, bir amaç, bir irade, bir ilim, bir kemal, bir hikmet ve bir fayda parladığı açıkça görülüyor. Halbuki yukarıda saydığımız sebeplerde, bu özelliklerin hiçbirisi yok. O halde “Sema ve zemini, rızkınıza iki hazine gibi müheyya edip oradan yağmuru, buradan hububatı çıkaran kimdir? Allah’tan başka koca sema ve zemini iki muti hazinedar hükmüne kimse getirebilir mi?” cümlesinin gösterdiği gibi bütün bu faaliyetleri yapan ve gerçekte bu nimetleri bizim elimize veren Allah’tır (cc).
Bu nimetleri portakal, mandalina ve elma vb. gibi sıralayabiliriz.
Bu konuyu Bediüzzaman Hazretleri de, “Rızkınız yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, şems ve kameri teshir eden, gece ve gündüzü çeviren Zâtın elindedir. Öyle ise, bir elmayı bir adama hakikî rızık olarak vermek, bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o Zât verebilir’’ sözleriyle vurgulamaktadır.
Öyle ise bu nimetlere bakıp, nimetlerin arkasında bu nimetleri bize veren Mün’im-i Hakiki olan Cenâb-ı Hakk’ı bilmeli, fiyatı takdir edilemeyecek kadar kıymetli hediyelerine karşı “Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikatla şükür etmeliyiz. Meselâ, nasıl ki bir adam, beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer. Ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: ‘Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?’ Birden der: ‘Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.” anlayışıyla bütün varlıklar adına bağlılığımızı ve teşekkürümüzü ifade eden ibadetlerimizi takdim etmeli ve bütün yaratılanlarla birlikte kulluk ve ubudiyet tavrımızı takınmalıyız.
Cenâb-ı Hakk’ı gereği gibi tanıyan ve ibadet edenlerden olmamız dileğiyle…