TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsan Ve Tabiat

İnsan Ve Tabiat

Tabiat insan hayatını kolaylaştıracak ve gelişmesini sağlayacak örneklerin sunulduğu çok geniş bir araştırma alanıdır.

Muhteşem bir ölçü ve denge ile yaratılan varlık âleminde dünya, hayatın mümkün olduğu tek gezegendir. Atmosferden yeryüzüne, denizlerden toprak altına kadar gözle görülen veya görülemeyen yaşam alanlarında çok farklı canlı türleri kendilerine has prensiplerle işleyen sistemler içinde hayatlarını devam ettirmektedirler.

Birbirinden bağımsız ve farklı görünen bu alt sistemlerin her biri bütün ekosistemin sağlıklı ve dengeli bir şekilde işlemesi açısından birbirini tamamlayıcı vazife görürler. Topraktan biten her türlü bitki, gökyüzünden indirilen su, toprak altından çıkarılan madenler ve doğal kaynaklar, hayvanlardan sağlanan iş gücü, besin veya endüstriyel kaynaklar hep yeryüzünün müstesna varlığı olan insan hayatının idame etmesi noktasında hizmet etmektedirler.

İnsan da tabiatın aktif bir parçasıdır ve sistemin tüm unsurları ile dolaylı veya doğrudan etkileşim halindedir. İnsanın tabiata bakış açısı ve onunla geliştirdiği ilişki biçimi kendisinin ait olduğu medeniyet kodları ile yakından ilgilidir.

İslam perspektifinden bakıldığında tüm unsurlarıyla doğa ve kâinat, Allah’ın sanatını, kudretini ve birliğini ifade eden bir ayetler bütünüdür. İnsan, gözlerinin önüne serilen bu ayetleri okumaya ve anlamaya davet edilir.

Her şeyin bir ölçü ve denge içinde yaratılmış olması anlamlılığa ve amaçlılığa işaret ettiğinden, insan tabiat ayetlerinden kendisinin de anlamsız ve amaçsız bir varlık olmadığı dersini almalıdır.

Tabiat aynı zamanda insan hayatını kolaylaştıracak ve gelişmesini sağlayacak örneklerin sunulduğu çok geniş bir araştırma alanıdır. Ekosistemdeki çeşitlilik ve farklı unsurların bir arada kendi varlıklarını sürdürerek bütünün sağlıklı işleyişine katkıda bulunmaları örneği, toplum hayatında da farklılıkların birlikteliğinin pekâlâ mümkün olabileceği şeklinde bir okumanın kapısını aralayabilir.

Yine İslam perspektifi tabiata emanet bilinciyle yaklaşılması ve geçmişten alınan bu emanetin gelecek kuşaklara bırakılacak bir miras olarak görülmesi terbiyesini verir. Günübirlik hesaplarla doğal kaynakların israf edilmesi, ihtiyaç dışında kaynakların kullanımı, kaynaklara erişim amacıyla başkalarına zulmetme ve her türlü sömürü bu terbiyeden geçmiş insanların hayatlarından uzak olan tutum ve davranışlardır.

Modern seküler zihniyetle, insanın varlık dünyası ile olan ontolojik bütünlük ve birlikteliği parçalanmıştır. Aşkın’la bağın kopması insanın emanet bilincinden uzaklaşmasına ve varlık üzerinde tahakküm hakkına sahip olduğunu iddia etmesine yol açmıştır. Tabiatla ilişkisini bu şekilde anlamlandıran insan tipi için tabiat, üzerinde her türlü tasarrufta bulunabileceği kendi mülkü hükmündedir. Böyle bir yaklaşım doğal dengeleri bozmak, türlere zarar vermek hatta yok etmek, kaynakların kıt ama ihtiyaçların sonsuz olduğu ön kabulünden hareketle başkalarının doğal kaynaklarına göz dikerek sömürmek, haklarını gasp etmek, gerekirse bu uğurda kan dökmek gibi zulümlerin zemin bulmasına sebep olmaktadır.

Modern seküler zihniyetin doğaya hâkim olunarak ilerleme kaydedileceğine dair iddiası, doğal döngü içinde seyreden ve insanın fıtratı ile uyumlu bir hayat tarzı yerine, suni ve problem üreten bir hayat tarzı ortaya çıkarmıştır. Şair’in “Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu” dizeleriyle ifade ettiği bu gerçeklik insanlar kadar diğer tabiat unsurlarının da mutsuz, huzursuz ve dengesiz olmalarına yol açmaktadır.

Tarımda kullanılan teknoloji ve kimyasallarla artık her mevsim üretilen ve ulaşılabilir hale gelen “ürünler” artık nimet olarak görülmemekteler. İnsanlar beklemeden özlenmeden ellerinin altında buldukları şeyleri sıradanlaştırmakta ve şükür mefhumu hayatlardan çekilmektedir.

Bu şekilde her şeyin her zaman ulaşılabilir olması olgusu gittikçe sabır eşiklerini düşürmekte ve çok çabuk tepki veren, tahammülsüz, şikâyeti seven mutsuz bireyler gün geçtikçe artmaktadır. İnsanları madden ve manen hasta eden bu açgözlülük bununla kalmamakta aynı yıl içinde birkaç kez ürün almak için kimyasala boğulan toprağın “ölümü” gibi korkunç bir netice vermektedir.

Tabiatın önemli unsurları olan hayvanların da can taşıyan ve hürmet edilmesi gereken varlıklar olduğu düşüncesinden uzaklaşan insan için, onların hormonlarla kısa sürede büyütülüp piyasaya sürülen “beyaz et” olarak görülmeleri, kozmetik alanında yeni ürünlerin öncelikle kendileri üzerinde test edilerek çoğunlukla sakat bırakılmaları veya öldürülmeleri, şık ve pahalı giyim kuşam, ayakkabı, çanta, aksesuarlara malzeme temin etmek üzere katledilmeleri gibi pratiklerin hayatın normali haline gelmesi söz konusu olabilmektedir.

Tabiata hâkim olmayı öngören bu zihniyetin bir sonucu olarak hayata dair pek çok unsurun insan eliyle “standartlaştırılması” gündeme gelmektedir. Doğal yetişme şartlarında farklı şekillerde ve boyutlarda gelişebilen sebzelerin, birer endüstriyel ürün gibi algılanıp paketleme ve taşıma sırasında kolaylık sağlanması için tarım teknolojileri ve kimyasalları kullanılması yoluyla birbirinin aynı boy ve gramajda üretilmesi bu standartlaştırmaya örnek verilebilir.

Doğallıktan gittikçe uzaklaşma, mekanikleşmiş insanlardan meydana gelen toplum yapılarına evrilmeyi getirecektir. “Hayatın tadı tuzu kalmadı” şeklinde ifadesini bulan hoşnutsuzluk, tabiatla olan ontolojik bütünlüğümüzün zarar görmesi neticesinde yaşadığımız yabancılaşmanın ifadesidir. 

Bu nedenle insan ve toplum hayatlarında birbirinden uzak gibi görünen birtakım sorun alanlarının aslında aynı tasavvurdan beslenen bir aklın inşa ettiği hayat tarzı içinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçlar olduğunu söyleyebiliriz. Toplumu anlamak ve farklı alanlarda yaşanan sorunlara çözüm üretmek için yapılan okumalar bütüncül ve dengeli bir bakış açısına sahip olmayı, başka bir ifadeyle vahyin ilk emrine icabet etmeyi gerektiriyor. “Oku. Yaratan Rabbin adıyla.”