Hayat boyu kurduğumuz insan ilişkilerinin temelinde, anne-babamızın kendi aralarındaki ilişki veya bizim onlarla ilişkilerimiz yatar. Genelleme yaparsak, bir insanın babasıyla ilişkisi, hayat boyu erkeklerle olan ilişkileri için, annesiyle ilişkisi ise, hayat boyu bayanlarla olan ilişkileri için, temel bir belirleyicidir. Ve çocuklukta yaşanılan aile ortamı da, kuracağı yuvayı ciddi oranda şekillendirir.
Tipik ve abartılı bir örnekle başlayalım: Bir bayan hastam, kocasından yakınarak gelmişti. “İçki içiyor ve dayak atıyor.” Görüşmede öğrendim ki, bu ikinci evliliğiydi ve ilk eşinden de yine içki ve dayak sebebiyle ayrılmıştı. Bu kez babasını sordum. “Ben küçükken babam da içki içer ve annemi döverdi” dedi.
Tesadüf mü bu? Değil. Olsa olsa bir ‘kendini doğrulayan kehanet’ vakası. Açalım:
Hepimiz bu dünyaya, insanlarla ilgili herhangi bir yargımız olmaksızın geliriz. “Hayat nasıldır, insanlar neyden korkar, kadın nasıl davranmalıdır, baba nasıl olmalıdır?” gibi temel konularda, hiçbir ön bilgimiz yoktur. Ve ailemizin içinde gözlerimizi açar, onları izleyerek, farkına varmadan, temel kabullerimizi oluştururuz.
İlk izlenimlerin ne kadar önemli olduğu ise malumdur. Düşünün, bir insanı ilk gördüğünüz gün, diyelim ki biraz pasaklı idi. O kişi zihninize öyle yerleşir artık. Sonra onu defalarca görseniz ve her seferinde tertemiz olsa da, içinizde bir ses, “Bu aslında pasaklı birisi. Ama şimdilik idare ediyor. Yakında kokusu çıkar.” der.
İşte biz, aile ortamında, hayat ve insanlar hakkındaki ilk ve temel izlenimleri alırız. Hem de yıllarca. İleri yaşlarda bunların değişmesi artık zordur. İsterseniz şunu deneyin: “Erkek (veya kadın) dediğin, nasıl olmalı?” diye sorun birkaç kişiye. O kadar farklı cevaplar alırsınız ki. Sonra “Peki neden?” diye sorun. Çoğu “Bilmem, bence öyle.” der. Oysa sebep, kişinin kendi anne veya babasıdır. Az sorgulasanız, anlarsınız.
İşte bu önyargıların oluşumundan sonra, hemen daima ‘kendini doğrulayan kehanetler’ başlar. Yani örneğin kişi, kendi cinsinden olan ebeveyninin evlilikte yaşadığı sorunları, kendisinin de yaşayacağından için için korkar. Fakat yine bu yüzden, fark etmeden, bu sorunları davet de eder.
Diyelim ki baba sinirli, sık sık öfke patlamaları yaşıyor. Anne ise çilekeş ve karamsar olsun. (En çok rastladığım örnek bu.) Bu tabloyu göre göre büyüyen bir kız çocuğu, büyüdüğünde kendisinin de huysuz bir koca yüzünden eziyet çekeceğini düşünür. Ve:
1- O kızın zihnindeki erkek figürü, gergin bir kişidir. Eğer gayet kibar bir adam bu kıza evlenme teklif etse, kız onun için “Bu ne biçim erkek? Amma da yumuşak. Erkek dediğin böyle mi olur?” gözüyle bakar ve reddeder. Asabi bir tip ona talip olunca da, onun bu yapısını doğal bulup kabullenir.
2- Ya da eşi çok sinirli biri olmasa dahi, ön yargıları daima bir kenarda bekler. Çok nadiren olan, doğal bir öfke anında da, “Sen de asabisin işte.” deyip eşini yaftalayabilir.
3- Veya eşi sakin olsa dahi, her an parlayacağını düşünerek tetikte bekler. En ufak bir gerilimde, sanki dövüşecek gibi pozisyon alır. Bu da eşini, o beklediği tavra doğru çeker, adım adım.
Meşhur bir fıkra: Genç, kız arkadaşına demiş:
- Seni seviyorum.
- İnanmıyorum, sevmiyorsun.
- Niye inanmıyorsun? Gerçekten seviyorum seni.
- Hayır, yalan söylüyorsun. Sevmiyorsun beni.
- Tamam ya, sevmiyorum madem.
- Biliyordum beni sevmediğini. Ühü...
Aynı böyledir çoğu ilişki. Kendini doğrulayan kehanet yani. Ve ailemizde gördüğümüz kalıplar, biz fark etmeden, hayat boyu bizi izler ve etkiler.
Bir bayan hastam, eşinin kendisiyle konuşmadığından yakınmıştı. Ama kendisi de benimle diyaloğunda sık sık, “ne bileyim, anlamıyorum” türü cevaplarla, konuları geçiştiriyordu. Pek rahat ve verimli bir diyalog kuramıyorduk. Sonra öğrendim ki, küçüklüğünde kendi anne-babası arasında da iyi bir diyalog yoktu.
Ona hayalî bir deney önerdim: “Farz edin ki, evdesiniz ve eşiniz geldi. Onu karşıladınız. Diyelim ki, kafasına taş düşmüş ve tam istediğiniz gibi, diyaloğa açık bir hale gelmiş. Ne konuşurdunuz onunla?”
“Hoş geldin, nasılsın filan derdim.”
“Sonra?”
“İyiyim, sağol derdi.”
“Sonra?”
“Eeee...”
Ve derin bir sessizlik oldu. Aklına hiç bir şey gelmedi. Ne üzerine, nasıl konuşurdu, hiç bir şey diyemedi. Haksız da değildi tabii. Karı-koca nasıl sohbet eder, bunu kendi ailesinde bile görmemişti ki. Ama o an fark etti ki, kocası da bu işin esas kaynağı değil. Ve kafasındaki önyargılarla ilgili konuşmaya başladık. Önceleri zorlandı. Ama başardı sonunda. Ve şu anda da çok uyumlu bir çiftler.