TR EN

Dil Seçin

Ara

Giden Sensin, Sen!

Giden Sensin, Sen!

İnsan bu dünyaya yaratıcısını tanımak üzere gönderildi.

“Kardeşim, dayımın hatırına cuma namazına gitmiş dün... Caminin içi doluymuş... Dışarıda bir yer bulup oturmuşlar... Hoca sürekli gafillerden söz etmiş... Bizimki dizleri uyuştuğu için iyi dinleyememiş ama gafleti de merak etmiş... Geldi bana sordu... Aymazlık falan dedim ama terim anlamını bilemedim.”

Gaflet, dalgınlıktır, dalıp gitmektir, habersizliktir, boş bulunmaktır, olup biteni sezmemektir. Kul olduğunu unutmaktır, başına gelecekleri önceden düşünmemektir. Gaflette olana gafil denir. 

Malum, insan bu dünyaya yaratıcısını tanımak üzere gönderildi. İbadetle, güzel ahlakla, iyi ameller, güzel eylemler, hayırlı işler yaparak ebedi cenneti kazanacak. Elindeki sermayesi de, ömür. 

Ömür ise bir rüzgar gibi geçiyor. Hayat binası yıkılıyor. Bir uyku, bir rüya, bir hayal gibi her şey... Ecel, sabırsız bir aslan gibi kapıda, ha geldi ha gelecek. Ölümün yaşı yok, her yaşta her başa geliyor. 

İnsan ne yapıyor peki? Oyunla geçiriyor hayatını, sermayesini boş yere zayi ediyor. Ömür binasının her gün bir taşı düşmekte. Ama can gafil, can yatıyor, binasının harabeye döndüğünü görmüyor. 

Görmek de istemiyor. Keyfini bozmaktan korkuyor. İyiler iyi atlara binip gittiler. Gafil, kervandan geri kaldı, uyuyor bir ağaç altında. Ve uyandırılmak istemiyor. 

İşte böyle bir yolcu gibi insan evladı... Gaflet deryasında bir balık... Günübirlik işlerle ya da eğlencelerle vaktini boşa harcıyor. Bir de şikayet ediyor zaman geçmiyor diye. Kendisine verilen sermayeyi ateşe atan, yakan, yavaş yanıyor diye de sızlanan bir mirasyediden farkı yok gafilin.

Yanan ömrüdür, bilmiyor. Geçip giden kendisidir, anlamıyor. Bu günler, aylar, yıllar hep vardı, Allah diledikçe de var olacak. “Giden zamandır, ben kalıcıyım” kuruntusuna kapılan, kendisini sabit, baki, kalıcı zanneden insanlar hep gelip gittiler. 

Senden önce de vardı gökte bulut, yerde deniz. Sen yokken de baharlar, yazlar gelirdi. O zaman da insanlar, zaman geçti, yok geçmiyor, derlerdi. Oysa ne de çabuk geçiyor zaman. Sular seller gibi. Ve giden zamanlar geri gelmiyor. 

Onlar yok şimdi, bir başka diyara gittiler. Yerlerinde biz varız. Gökyüzüne bakıyor, bulutları görüyoruz. Yere bakıyor, denizi, ağaçları, dağları görüyoruz. Dağlar gibi sabit sanıyoruz kendimizi. Fakat heyhat!