TR EN

Dil Seçin

Ara

Çöp / Hayatın İçinden

Çöp / Hayatın İçinden

Orta yaşın üstündeki emekli bir öğretmen, torun ziyareti için oğlunun İstanbul’daki evine gidecekti. İki şehir arasında sadece bir saatlik yol bulunsa bile, her zaman olduğu gibi birkaç gün öncesinden hazırlık yaparlar; peynirinden pirzolaya, sucuğundan pastırmaya, hatta köylü pazarından aldıkları meyvelere kadar her şeyi, itinayla hazırlayıp emektar arabalarına yüklerlerdi.

Bu ‘yükleme işi’ elbette adama aitti. Zaten hanımından ödü patladığından, ağır işlerin tamamı onun üzerindeydi. Bir yere gitmek üzere evden ayrılırlarken, hanımından biraz önce aşağı iner, torbaları taşıyarak bagaja yerleştirir, evde biriken çöpleri iki kat poşete koyup karşıdaki çöp bidonlarına atardı. Daha sonra arabanın camlarını temizler ve her şey tamamlandığında paşa paşa oturup eşini beklerdi.

O gün bütün bu işleri yapıp bitirdiğinde, üstü başı çok perişan birini gördü. Sakalları göğsüne, saçları omzuna kadar inen bu garip adam, içi çöple dolu bidonlara sokulmuş ve oradaki poşetleri tersyüz edip karıştırmaya başlamıştı. Fakat çöplerin bir kısmı yere dökülüyordu.

Öğretmen titiz biriydi. Hemen arabasının camını açarak:

“Atık madde topluyorsun herhalde.” dedi. “Ama bu arada yolu kirletiyorsun. Onları toplayan çöpçülere yazık değil mi?”

“Atıkları başkaları topluyor.” dedi adam. “Karnım çok aç, yiyecek bir şey arıyorum.”

Öğretmen bıyık altından tebessüm etti. Eski bir numaraydı bu, kimse yutmazdı. Çünkü adam kendisini acındıracak ve bir ‘yemek parası’ kopartıp gidecekti. En ucuz yemek de herhalde 10 liraydı. Bu oyunla saat başı bir kişiyi aldatsa, her gün yüz liradan ayda 3 bin lira ederdi.

Yani öğretmenlerin maaşından fazla...

Yine de kendisine nazik davranarak:

“Çöpte yiyecek bulunmaz!” diye seslendi. “Zaten bulsan bile onları yiyemezsin.”

“Kısmetimse yerim.” diye güldü diğeri. “Eğer Allah dilemişse ben de yerim, sen de yersin, hem de güle oynaya. Bu arada ne kadar çöp varsa karıştırırsın. Hem de mecburen.”

“Asla karıştırmam!” diye cevap verdi öğretmen. “Bunu yapmak için ahmak olmak gerekir.”

Çöp karıştıran adam, son sözlere kızdığından işini yarım bırakıp ilerdeki bidonlara doğru yöneldi. Öğretmense biraz rahatlamıştı. En azından adama para kaptırmamış ve ‘enayi’ yerine konulmamıştı.

Öğretmenin hanımı, biraz sonra evden inip arabaya yanaştı ve yüklenen poşetleri kontrol ederken:

“Seni defalarca ikaz etmiştim.” dedi. “Bütün torbaları üst üste yığıyorsun. Sonunda da meyveler turşuya dönüyor. Bütün ezikleri senin önüne koyacağım.”

Öğretmen sessizce durup bir ‘Lâ Havle!’ çekerken, hanımı bir çığlık atıp:

“Aman Allah’ım!” dedi. “Bu çöpler ne arıyor arabada? Etler de yok ortada. Geçen yıl olduğu gibi çöp yerine etleri atmışsın bidona.”

Kadının gözleri yuvasından fırlarken, öğretmen de oturduğu yerden fırlayıp, karşıdaki çöp bidonuna doğru koştu. O poşeti bulamazsa ‘patroniçe’ aylar boyu söylenip durur, beyninin etini yer, kısacası bu dünyayı ona zindan ederdi.

Bidonun içi, çocuk bezinden tutun da yemek artıklarına, tuvalet kâğıtlarından her türlü kire bulaşmış naylon torbalara kadar bin bir türlü malzemeyle doldurulmuştu. Fakat adam etleri çöp sandığı için, daha evinden çıkmadan onları iç içe iki poşete koymuş, ağzını da sıkı sıkı düğümlemişti.

Bidonu can havli ile karıştırıp dururken, yoldan geçenlerden biri:

“Kolay gelsin!” dedi yumuşacık bir sesle. “Bir şey mi kaybettiniz?”

Öğretmenin acelesi vardı tabi ki. Bu yüzden de başını bile kaldırmadan:

“Bir poşet bakmıştım!” dedi. “İçinde sucuk ve pastırma olan... Bir miktar da pirzola…”

“Ben yıllardır arasam da öyle bir poşete rastlayamadım.” dedi adam. “Zaten çöpten çıkanları yiyemezsiniz.”

Öğretmen ona bakınca, biraz önce konuştuğu garip adamı gördü. Ama yine işinin başına dönerken:

“Kısmetimse yerim.” diye tebessüm etti. “Eğer Allah dilemişse ben de yerim, sen de yersin, hem de güle oynaya. Biraz yardım et de şu poşeti bulayım.”