TR EN

Dil Seçin

Ara

Korkutma Tedavisi

Korkutma Tedavisi

Neden Allah Kuran’da insanları sık sık korkutup tehdit ediyor?

Geçenlerde Bediüzzaman’ın ‘İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi’ adlı eserinin orijinalini okurken, bir cümle dikkatimi çekti: “Öyle bir cünunum var ki, Divan-ı Harp, dehşet ve tahvifiyle tedavisine muktedir olamadı.” Günümüzün ifadesiyle: “Öyle bir deliliğim var ki, askeri mahkeme bile korkutarak tedavi edemedi.”

Psikiyatrist olduğum için, akıl hastalıkları ve tedavisinden bahseden bu ifade ilgimi çekti. Risalelerdeki birçok cümlede derin ilmi prensiplere işaretler olduğunu bildiğim için de, üzerinde durma ihtiyacı hissettim. Açıktı ki, bu cümlede Bediüzzaman, akıl hastalığının korkutma ile tedavi edilebileceğini ima ediyordu.

O an aklıma, ortaçağ Avrupasında akıl hastalarına işkence yapıldığına dair rivayetler geldi. Bugünden o zamana bakıp, “Ne kadar yanlış yapmışlar. İnsanlık dışı bir yöntem.” demek kolay ama, biraz düşününce, olayın ilk anda göründüğü gibi olmadığını fark etmek mümkün.

Neden akıl hastalarına işkence yapıyorlardı, düşünelim. “İçlerindeki kötü ruhları çıkarmak için.” denilir. İyi de, kötü ruhlarca istila edildiği düşünülen binlerce kişiyi çıra gibi yakanlar, akıl hastalarını neden yakmamış da, onca masrafa girip, hastaneler yapıp, işkence aletleri kurup, korkutarak tedavi etmeye çalışmışlar? Bu çok mantıksız değil mi? Bunu yapanların hepsi de aptal, sadist veya sapık mıydı? Hem eğer bu yöntem hiç bir işe yaramasa, bunu yüzyıllarca devam ettirirler miydi? Yoksa gerçekten amaçları o hastaları tedavi etmekti de, ‘korkutma’nın akıl hastalıklarına iyi gelen bir tarafı mı vardı?

Burada aklıma, 99 İzmit depremi sonrası gözlediklerim geldi. O feci olay sonrasında çoğu psikiyatrist arkadaş gibi ben de “Eyvah, akıl hastaları bu olaydan sonra herhalde iyice bozulurlar.” diye düşünmüştüm. Oysa tam tersi olmuştu. Çoğu hasta deprem sonrasında çok belirgin bir düzelme göstermişti. O dönemde şaşkınlıkla sorduğum “Nasıl olur?” sorusu, aklımın bir köşesinde kalmıştı hep.

Şimdi anlıyorum ki, muhtemelen sebebi şuydu: Daha önce hayalî düşmanlarla uğraşan, gerçek dışı hezeyanlarla meşgul olan zihinler, somut bir tehditle, göz önündeki açık zorluklarla yüzleşince, hayal dünyasından gerçeğe dönmüşlerdi. “Evim yıkılır mı?” korkusu, “Uzaylılar bana mesaj mı yolluyor?” korkusunun önüne geçmişti. Yani açık, net düşmanlar ve korkular, hayalî düşman ve korkuların önüne geçiyor, onları ikinci plana atıyordu.

İşte burada da Kuran hakkında çok sorulan bir sorunun cevabı belirdi. Hep sorulur: “Neden Allah Kuran’da insanları sık sık korkutup tehdit ediyor?” Bunun bir cevabı da şu olsa gerekti ki: İnsanları hayalî ve anlamsız korkulardan kurtarmak için.

Zira insanın ruhunda korku damarı yaratılıştan var. Her insan mutlaka bir şeyden korkar. Hiç olmazsa, korkmaktan korkar. Öyleyse bu korku damarını doğru yere yönlendirmek gerekir ki, anlamsız konularda harcanmasın. Örneğin bu dünyada şeytana uymaktan, hesap gününde mahcup düşmekten, ahirette ise cehennem azabından korkan bir kişinin, “Uzaylılar beni öldürecek.” türünden anlamsız korkulara fırsatı kalmaz tabii ki.

Rabbimiz bize korku damarını, kötülük ve tehlikelerden sakınalım diye vermiş. Ve Kuran’da bizi tehdit edip korkutuyor ki, korkulması gerekenden korkalım, anlamsız hayallerden değil.

Elbette burada bahsettiğimiz konu, korkunun hikmetlerinden sadece birisidir. Esas hikmeti ise bilinen bir benzetmeyle anlatılır: Nasıl ki bir anne, kendisinden tehlikeli biçimde uzaklaşan çocuğunu, “öcü var, köpek geliyor” diyerek korkutup kucağına çağırır, aynen öyle de, Rabbimiz de bizi korkutarak kendi şefkatine sığınmaya teşvik ediyor.

Öyleyse, Kuran’daki korkutma ayetleri sayısınca Allah’a hamd olsun.