İslam Dini; tüm kâinatın insanın mutluluğu için yaratıldığını, insanınsa Allah’a ibadet için var edildiğini ifade eder. Hayatın tümü ibadet manası içinde değerlendirildiğine göre, ihtiyaçların yerine getirilmesi de ibadet manzumesindendir.
Dinimiz, ister dünya, isterse ahiret için olsun çalışmayı emretmektedir. Zira değişmez ilahi kural “İnsan için ancak çalıştığı vardır, onun da karşılığını görecektir.” ayeti kerimesinde iki husus öne çıkmaktadır. Birincisi çalışmak, diğeri ise insan kelimeleridir. Yani Müslüman denmemiş, hangi insan neye çalışırsa ona erişecektir.
Çalışmak esastır
Asrısaadetteki İslami anlayış, muhacir ve ensarın kardeşliğinden itibaren daima yüzsuyu dökmemek ve elinin emeğini yemek olarak tezahür etmiştir. İstemek ve almak daima alt kategoride zikrolunmuştur. İzzet ve vakar üstte olmaktır. Allah Resulünün, istemeye gelenlere öncelikle iş temini ve meslek tarifi yapmak sünneti, günümüzde unutulmuş ve terk edilmiştir. Bu sebepledir ki hazların tükenmez arzuları karşısında, dağlar olsa dayanmayacaktır. Çalışmak bir anlamıyla, harcamayı da kontrol altında tutacağından, cimrilik ve israftan korunmanın ana yolu çalışmaktır, çalışmaktır.
İman; zekât vermeyi emrederken, zımnen çalışmayı da teşvik etmektedir. Zira “Zekâtlarını vermek için faildirler/çalışırlar.” ayeti bu hakikate işaret etmektedir. Zekât verebilecek kuvvet ve sermaye, yardım almayı da haram kılmaktadır. Tüm insanlığa ve özellikle Müslümanlara gereken husus, ihtiyaçlarını çalışarak temin etmesidir. Çalışmak için öncelikle meslek sahibi olmayı ve kişilik olarak da eminlik ahlâkına ulaşmayı gerektirir. Serbest meslek sahibiyim demek, hiçbir işten anlamıyorum demektir. Bu da insan için en büyük utanç vesilesidir. Eskiden şeyhlerin ve padişahların başka meslek ve uğraşları olurdu.
İslâm dini ve iş hayatı
İslam Dininde çalışmanın kurallarından bir diğeri de emeğin hakkını verebilmektir. Hem de “alın teri” kurumadan ödenmelidir. Zekât vermekle mükellef olmadan önce, çalışanlarına, başkasına ve zekâta muhtaç olmayacak şekilde ödeme yapabilmektir. “Yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek ve mümkünse binek ve mesken temin edebilmektir.” Onların bizim kardeşimiz olduğunun şuurunu maaş ve ücret ödemede de gösterebilmektir. Onbinlira zekât ödeyeceğine çalışanlarına asgari ücretin üstünde ödeme yapıp, zekât tutarını sekizbin lira vermek sonuç bakımından daha doğrudur. Hakları ödemek, infaktan daha öncelikli bir husustur. Hak ödemenin ecrinin (karşılığının), girişine taş yuvarlanmış mağaraların açılmasına vesile olduğunu, duaların anahtarı olduğunu unutmayalım.
İsraf daima insanı haksız harcamaya ve kazanca sevk eder. İsraf ve ihtiyacın sınırını bilmeyenlere ne sermaye yeter, ne de maaş ve infaklar kâfi gelir.
İhtiyaçlar ve harcamalar
İhtiyaçları fıkıh usul diliyle üç kısımda ele alabiliriz. Zaruriyyat, haciyyat ve tahsiniyyat. İnsan kendi kazanımıyla isterse üçüne de ulaşabilir, isterse bazısından feragat edebilir. Şu unutulmamalı ki, zekât ve infakla tahsiniyyat olan güzelliklerin/süslenmenin temin edilmesi doğru değildir. Haramdır demiyorum. İnfak suretiyle sadece zaruri veya ihtiyaç olanlar temin edilirse, zekât ve diğer yardımlar tüm ihtiyaç sahiplerine yeter ve artar. Yardım alanların bu imkânları öncelikle zaruri ihtiyaçlara harcamaları gerekir, israfa ve günaha dâhil olanlara harcamamalıdır. Aldığı yardımlarla gereksiz mutfak ihtiyacı, mobilya, telefon, elbise vs. alınması, yardım yapanları da engellemektedir.
Bu sebepledir ki, yoksulluk eğer akıl ve izandan ise bunun sonucu daima israf ve hüsrandır. İhtiyaç sahiplerinin doğru tespit edilmesi gerektiği gibi, yardımı alanlar da ihtiyaçlarını dosdoğru tespit etmelidirler. Hatta bu kadarı bana yeter, artanını başkasına verin diyecek ahlâkı öğrenmeli ve öğretmeliyiz.
Nasıl ki yetimlerin rüşte erip ermedikleri kontrol edilecekse, yardım alanların da rüştüne özen göstermeliyiz. Kısacası sefih denecek derecede kendini idare edemeyenlere ancak yetecek rızkını ve güzel sözlerimizi ulaştırmalıyız. İnsanlar varlık bakımından derecelere ayrılırlar. Aşağıdan yukarı sıralayacak olursak, fitre vermekle mükellef olanlar, kurban kesmekle sorumlu olanlar, zekât vermekle ve hacca gitmekle mükellef olanlar diye sıralayabiliriz.
Yardımlar hakkında
Yardım dağıtmanın, minnet ve eziyet yüklemeyen kurallarını bulmalı ve ahlâkını oluşturmalıyız. Yardım kadar, yardım ahlâkı da önemlidir. İnsan olmanın onurunu zayi edecek yardımlar, toplumları kişiliksiz fertler haline getirirler. Yardım organizasyonunda görev almak ve görev yapmak, yardım alanların tespiti ve usulü kadar önemlidir. Sistemlerin şeffaf olması, yardım duyarlılığının devamlılığını sağlar. Günümüzün problemi toplamaktan çok dağıtmaktadır. Vermeyi teşvik eden hususların biri de dağıtımdaki hakkaniyet ve özendir. Yardımı ‘iç ettiler’ sözü, yapılan yardımların önünü kesecektir.
Bu hizmetlerde kullanılacak kelimeler de özenle seçilmelidir. Nasıl ki bir zamanlar bazı hasta insanlara sakat denirken, sonra özürlü dendi ve şimdi de engelli denmektedir. Yardım kampanyası kavramlarının da güzel seçilmesi önemli husustur.
Bu sebepledir ki hayatı yardım esasına göre değil, çalışma esasına göre dizayn etmeyi/tasarlamayı ilke edinmeliyiz. Aslında insanlara yapılan yardımlar, kendi imanımıza ve insanlığımıza yaptığımız yardımdır. Zira Kur’an’ın ifadesiyle kâfirler de kendi davaları için dün, bugün ve yarın daima infakta bulunmaktadırlar. Mademki inkâr edenler de harcamalarda bulunuyorlar, mümin olanların bu konuda daha hassas olmaları elzemdir. Yardımları ise, iki türlü düşünmek mümkündür: Birincisi, fertlerin ihtiyaçları için yapılanlar. Diğeri ise İslam davasının yücelmesi için yapılanlardır. Ailesi olmayanlar yetim de, savunucusu olmayan inanç yetim olmaz mı?