Mesleğinde çok ileri gitmiş, büyük başarılar kazanmış, saygın bir ruh doktoruydu adam. Ancak ilk çocuğu dünyaya geldiğinde, onca tecrübesine rağmen ne yapacağını şaşırmış ve ilk kez baba olmanın verdiği telâşla eli ayağı birbirine dolaşmıştı.
En az kendisi kadar iyi bir eğitim görmüş eşi ile birlikte, minik yavrularının her ihtiyacını karşılamaya, her sıkıntısını gidermeye çalışıyorlardı.
Bir gece yarısı bebek yine ağlayarak uyandı.
Bebeğin sesine önce annesi fırladı. Bir süre yavrusunu sakinleştirmeye çalıştıysa da, bebek sakinleşip susmak şöyle dursun, o minicik bedeninden beklenmeyecek kadar çok ses çıkartıyor ve ağlamasını artırarak sürdürüyordu. Derken baba da uyandı.
Genç anne uykulu gözlerle, yine kendisi gibi gözlerinden uyku akan eşinin yüzüne bakarak sordu:
“Şimdi ne yapacağız?”
Doktor, hemen kitaplığına koştu ve çocuk bakımıyla ilgili ne kadar kitap varsa raflardan indirip kucağına alarak koltuğuna oturdu. Büyük bir acele ile sayfaları çeviriyor ve minik yavrusunun neden böyle avaz avaz ağlıyor olduğunu bulmaya çalışıyordu. Zavallının kim bilir ne sıkıntısı vardı?
Genç anne, sabırsızlıkla eşinin işe yarar bir şeyler bulmasını bekliyor, bebek ise ağlamaya devam ediyordu. O sırada odaya bebeğin babaannesi girdi. Tecrübeli yaşlı kadın, daha ilk bakışta içeride neler olup bittiğini anlamıştı. Oğluna dönerek:
“Ben senin yerinde olsam, kucağımdaki o kitapları bırakır, yerine bebeği alırdım.” dedi.
(Selim Gündüzalp’in Sevgi Öyküleri-2 kitabından alınmıştır.)