İnsanlar birbirlerine karşı çok acımasızlaşabiliyor. Bir bıçağın kanatabileceğini, bir yumruğun karşısındakinin canını acıtabileceğini fark etmeyen insanlar var. Bizim bir silkenişle, bir toparlayışla yeniden merhamet toplumu olmamız lâzım. Başkasının canını acıtabileceğimizi, ahlâkın hepimiz için gerekli olduğunu hissedebilmemiz lâzım.
Bunun için de içimizde ve aramızda merhamet hayat bulmalı. Mesela, 'merhamet odaları' kurulabilir.
...
Merhamet odası demek şu demek; acıyı çekenle acıyı çektirenin buluştuğu, konuştuğu yerler. Çünkü merhametin asli bileşenlerinden bir tanesi de affedebilmek; affedebilmek demek, kin tutmamak demektir. Unutmama, ama kinini de tutmama, içimde o kini tutmuyorum, o kini bırakıyorum, ben o kinle yaşamaya mecbur değilim. İçimde öfke, nefret, kin olmadan da var olabilirim ve işte o nefret şu bakımdan asli bir parçasıdır. Affettiğim kişiye ‘Sen bu kötülüğün bir parçası olamazsın, sen bundan daha fazlasısın.’ diyorum. ‘Allah senin kalbine bir merhamet duygusu verebilir, gerçi vermiştir ve sen yeter ki sen onu kullanmayı bil. Bu kötülükle anılmaya lâyık değilsin, daha fazlasını ve iyisini yapabilirsin.’ İşte affediciliği çoğaltmak da merhamet unsurlarından birisi olsa gerektir.
Merhamet odalarımızda acı çekenle çektiren buluşabilir. Dolayısıyla herkes birbirini birinci elden dinleyebilir. Bazen hayal ediyorum, keşke diyorum, koskoca bir ülkede merhamet odaları kursak. Katillerle maktullerin aileleri konuşsa, insanlar bir başkasına ne kadar ızdırap verebildiğini hissetse, eziyet edenlerle eziyet çekenler buluşsa, birebir canlı örnekler üzerinden karşımızdaki insana neler yaşattığımızı hissedebilsek. Bütün dünyanın işte buna ihtiyacı var. Birbirini dinlemeye, birbirine kulak kesilmeye, birbirini öğrenmeye ihtiyacı var. Birbirinin haliyle hallenmeye ihtiyacı var. Merhamet özü itibariyle bana sorarsanız bu demektir. Başkalarının sana yapmasını istemediğin şeyi, sen de başkalarına yapma.
Okullarımızda merhameti hüküm ferman kılmamız lâzım. Artık cezalandıran öğretmen tipinden, merhametli öğretmen tipine geçmemiz lâzım. Temsillerle, dramalarla merhamet eğitimi verebilmemiz gerek okullarımızda. Drama eğitimi bizim okullarımızda neredeyse yok. Misallerle, kıssalar üzerinden, oyunlar üzerinden eğitim çocuklar için fevkalade bir eğitimdir. Eğitim sadece cebir, aritmetik, coğrafya öğretmek değildir, eğitim aynı zamanda karakteri ve seciyesi düzgün, diğerkâm çocuklar yetiştirebilmektir. Hep kendisi için isteyen çocuklar değil, başkasına da hizmet etmeye talip çocuklar yetiştirmektir. İşte öyle çocuklar yetiştirirsek çocuklar okullarda çeteleşmez, birbirinin göğsüne bıçak saplamaz. Çocuklar gençler bazen okullarımızda sokaklarımızda birbirlerine karşı çok acımasızlaşabiliyor. Bir bıçağın kanatabileceğini, bir yumruğun karşısındakinin canını acıtabileceğini fark etmeyen bir nesil geliyor. Ben nesli dedikleri bir nesil, sadece ben diyen bir nesil...
Dün akşam bir psikolog arkadaşımla seyahat ederken dedi ki; ‘Bir delikanlı görüyorum, bir bürokrat çocuğu.’ Çocuk şöyle diyormuş: ‘Babam bunca sene bürokratlık yaptı, çalıp çırpmadı, biz de şimdi sıkıntı çekiyoruz, eğer bir gün ben bürokrat olursam çalıp çırpacağım çocuklarıma bu sıkıntıyı yaşatmayacağım.’ Bakın Türkiye’nin krizi budur işte, Türkiye’nin krizi tam manasıyla bir ahlâk krizidir. Bizim bir silkelenişle, bir toparlayışla yeniden merhamet toplumu olmamız lâzım. Başkasının canını acıtabileceğimizi, ahlâkın hepimiz için gerekli olduğunu hissedebilmemiz lâzım.
Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında çok ilginç çalışmalar var. Askerlerin sadece yüzde yirmisi yüzlerini görebildikleri birine ateş edebiliyor, yüzde sekseni edemiyor. Buradan da bilim adamları şöyle bir sonuç çıkarıyor. Bir başkasını öldürmemek insanın ruhuna kodlanmıştır. İnsan diğer insan kardeşinin gözlerinin içine bakarak kolay kolay onu öldüremez. O yüzden savaş tacirleri çok gelişmiş cihazları kullanıyorlar. Artık bir düğmeye basıp karşınızdakini görmeden öldürebiliyorsunuz. O yüzden bu kadar vahşi mekanizmalar geliştiriyorlar. İnsan bir başkasının gözünde kendi macerasını görebildiği için, kendi arkadaşını görebildiği için, bir başkasına kıyamayan bir varlık aslında. İş, sadece o derinimizde saklı duran merhamet hazinesini, Cenâb-ı Hakk’ın bizim kalplerimize yerleştirdiği ve resulleriyle bize öğrettiği, onu nasıl işleyeceğimizin, nasıl açığa çıkarabileceğimizin bilgisini bize verdiği o derin hazineyi, o büyük bilgeliği açığa çıkarabilecek gayret ve cesareti gösterebilmekte.