TR EN

Dil Seçin

Ara

Allah İnancı Ve Çocuk

Çocuklara Allah kavramını vermenin en ideal zamanı çocuğun ‘Allah’ ile ilgili sorular sormaya başladığı zamandır.

 

Resul-i Ekrem Efendimizin (asm.) en sadık dostu olan Hz. Ebu Bekir’in (r.anh.) Allah ile ilgili bir cümlesi hep dikkatimi çekmiş ve beni düşündürmüştür. Çünkü Ebu Bekir’in bu cümlesinde ‘şirk’ gibi ciddi bir tehlikeye işaret vardır.

Cümle şu:

                        “Allah’ın (cc.) Zatı hakkında düşünmek işraktır;

                        O’nun Zatı’nın bilinemeyeceğini bilmek gerçek idraktir.”

Buradaki ‘işrak’ kelimesi ‘gizli şirk’ anlamına geliyor ki, inanan bir kalbi ciddi olarak ürpertmeye yetiyor. Konuya bu açıdan bakıldığında çocuklara Allah kavramını nasıl vereceğiz? Hata yapmanın en tehlikeli olduğu konu bu olsa gerek.

Kanımca çocuklara Allah kavramını vermenin en ideal zamanı çocuğun ‘Allah’ ile ilgili sorular sormaya başladığı zamandır. Çocuklar belirli bir gelişmişlik düzeyinden sonra bir takım özelliklere haiz olurlar. Bunların başında çocukların görmedikleri şeylere de rahatlıkla inanmaları gelir. Bir diğeri ise sonsuz bir merak duygusuna sahip olmalarıdır. Çocuk her şeyi merak eder ve sorular sormaya başlar. Ben bu döneme çocukluğun ‘filozofluk dönemi’ adını veriyorum. Genel olarak soru sorma yaşı 2 yaşın sonlarına doğru başlayarak 4-5 yaş dolaylarında artarak devam eder. Bu dönem çocuğun manevi dünyasını beslemek adına en uygun dönemdir.

Her doğum bir başlangıçtır. Yenidoğan bir bebek evrendeki nesneleri öğrenecek, sesleri duyacak, tatları tadacak, kokuların farkına varacak, kelimelerin anlamını kavrayacak bir adaydır. Bu aday, tamamen yabancı bir yere gelmiştir. Ülfet ettiği hiçbir şey yoktur ve karşısına çıkan her şeyi merak eder bir durumdadır. Yerinde duramaz; nesnelere dokunur, kurcalar, atar, tutar, inceler, ısırır, anlamaya çabalar ve saire. Tüm bunlar çocuğun evrenle bağlantı kurması, evrenin içinde oluşu anlamlarına gelir.

Çocuk evrenin içine girmiştir; öğrenme yoluyla yavaş yavaş evren de çocuğun içine girmeye başlar. Şu an kendimize baktığımızda, daha doğrusu tecrübelerimize baktığımızda, evrenin bizim içimizde oluşunu rahatlıkla görebiliriz. Biz yanımızda olmasa da bir karpuzun tadını, ahşabın kokusunu, bir papatyanın şeklini, rüzgârın serinletici etkisini, ayı, yıldızları, güneşi, galaksileri ve benzerlerini içimizde taşırız. Bir anlamda yaşadıklarımız sonucunda evren bizim içimize girmiştir.

Evrenin içine giriş, doğumla birlikte anneye bağlanma olarak başlar. Bunu babaya bağlanma, ilişki halinde olduğu nesnelere bağlanma ve geniş manada evrendeki tüm varlıklara bağlanmaya doğru bir gidiş izler.

Örneğin, diyelim ki bir baba çocuğuna bir kuş aldı. Çocuk kendisine alınan bu kuşa bağlanır. Yanında değilken bile o kuş çocuğun içindedir artık. Kuşu ölse bile çocuk onun özelliklerini içinde tutabilir. Yıllar sonra da olsa hatırlayabilir.

İşte bu ve bunun gibi yaşantılar evrene bağlanmaktır. Bu bağlanışlık çocukların duygusal zekâlarının gelişimi için çok önemlidir. Ancak duygusal anlamda zekânın gelişmesi için bağlanmanın tutarlı, manidar ve geniş olması gerekir. Nesnelerle sığ ve yüzeysel ilişkiler çocukların dünyalarında boşluk hissi oluşturabilir. Tıpkı biz yetişkinler gibi. Günümüzde sadece çocuklar değil biz yetişkinler de nesnelerle, genel olarak duyularımızı kullanmadan sığ ve yüzeysel olarak ilişki kuruyoruz.

Derin, anlamlı, tutarlı ilişki duyuların kullanılmasını gerektirir.

Elimize aldığımız bir kavunu yerken düşünmeden yiyoruz. Kokusu hissedilmeyen, şekli incelenmeyen, sadece tadına endeksli bir yiyiş bu. Hâlbuki aynı kavunu, yemeden önce şöyle bir koklasak, şeklini, kabuğunun desenini incelesek, içindeki çekirdeklerin dizilişini fark edebilsek kavunla kurduğumuz ilişki derin, anlamlı ve tutarlı olurdu.

Burada önemli olan şey bağlantı kurulacak nesnenin mümkün olan tüm özelliklerinin çocuğa fark ettirilmesidir. Bunu yapmak çocuğun beş duyuyu fark etmesini sağlayıp çocukların duygusal zekâlarının gelişimine katkı sağlamakla kalmaz; aynı zamanda derin ve anlamlı ilişki sayesinde çocukların dikkat ve odaklanmalarını da geliştirir.

Yüzeysel ve sığ ilişki insanı sıkar, bıktırır, bezdirir. Nesnelerle bu şekilde “kullan-at” mantığıyla kurulan ilişkiler insanda bir süre sonra bıkkınlık oluşturabilir.

Anne babalardan ---genellikle ergen çocuk sahibi anne babalardan--- sıklıkla “çocuğumuz ne yapsak sıkılıyor”, “hiçbir şeyden memnun olmuyor”, “hiçbir şeyle tatmin edemiyoruz” tarzı şikâyetler duyuyoruz. Bunun temelinde bu yüzeysel ve sığ ilişki türünün yattığı kanısındayım. Evrenle sağlam ilişki kuramayan çocuğun tatminsizliği normaldir. Çünkü evrenden soyutlanmış gibidir.

Çocuklarda sağlam bir Allah inancının yerleşmesi, bir Yaratıcı fikrinin oluşması için bu bahsedegeldiğimiz, evrenle bağlantı kurma durumunun yakın bir ilişkisi vardır. Çocuklarda güven duygusu annenin ilgisi, şefkati, merhameti sonucunda gelişir. Ancak ilerleyen yıllarda çocuk anne ve babasının da tıpkı kendi ve diğer insanlar gibi ölümlü olduğu, aciz, çaresiz olduğu gerçekleriyle yüzleşecektir.

Burada güven duygusunun sağlam olması için evren ve Allah ilişkisinin iyi kurulması gerekir. Çocuk için evren karmaşık, kırıcı, kocamandır. Çocuğun ruhsal dünyası yetişkinler kadar sağlam değildir; daha kırılgan ve duyarlıdır.

Evrenin bir sahibinin olduğu, her şeyi gören, gözeten bir varlığın oluşu, yediği yiyecekleri var eden bir varlığın oluşu, onu seven, ihtiyaçlarını gözeten bir varlığın olduğu gerçeği çocuğun kalbini teskin eder, güven duygusunu temellendirir.

Allah, Kur’an-ı Kerim’inde “Kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin olur” (Ra’d, 28) buyurmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken şey Allah fikrinin sadece yetişkinler için bir ihtiyaç olmadığının farkına varılmasıdır. Çocuklar bir Yaratıcının varlığına biz yetişkinlerden daha çok ihtiyaç hissederler. Burada önem arz eden konu Allah fikrinin çocuğa nasıl verileceğidir.

Allah (cc.) kendi varlığı ile ilgili bilgileri Kur’an ve Peygamberimiz Resul-i Ekrem (asm.) aracılığıyla bizlere bildirmiştir.

Allah’ın birçok isim ve sıfatı vardır. Bunlar arasında esirgeyen, bağışlayan, rızık veren, gözeten, koruyan, şekil veren, affeden, karşılıksız iyilikler eden, haklılara hakkını veren, cömertlik eden, dua ve isteklere cevap veren.. gibi isim ve sıfatları olmakla birlikte; öldüren, zulüm etmeksizin cezalandıran, intikam alan, daraltıp sıkan, kıtlık veren, dilediğini kahreden gibi isim ve sıfatları da vardır.

Çocuklara Allah fikri benimsetilirken Allah’ın çocuklarda güzel duygular oluşturacak isim ve sıfatlarına vurgular yapmak yerinde olacaktır.

Bunun yanı sıra çocuğa Allah’ın büyüklüğünü, sevdiği her şeyi O’nun var ettiğini, güzellikleri ve iyilikleri var ettiğini anlatarak işe başlamak yararlı olacaktır.

Çocuklara, istenmeyen şeyler yaptıklarında söylenen; “Allah taş yapar”, “Allah seni yakacak”, “Allah seni sevmeyecek”, “Yalan söylersen Allah dilini keser” tarzı söylemler, çocukların Allah inancına balta vuran yaklaşımlardır. Böyle yetişen bir çocuk ilerde Allah’ın iyilikleri ve güzellikleri var eden, seven, koruyan, esirgeyen, bağışlayan gibi özelliklerini kavramada, bunları anlamlı kılmada sorunlar yaşayacak; Allah’ı kötü özellikli bir varlık olarak bilecektir. Bu tarz yaklaşımlar çocuğu Allah’a karşı soğutmakla kalmaz aynı zamanda kendini suçlu hissetmesine, ruh sağlığının bozulmasına da sebebiyet verebilir.

Anne babaların çocuklara Allah inancını yerleştirmeye çalışırlarken dikkat etmeleri gerekenler kuşkusuz bunlarla sınırlı değildir.

Bunların yanı sıra çocukların anne babalarını model alarak gelişmeleri gerçeğinden hareketle ‘kendi inancımızı, çocuğa aktarmadan önce, sorgulayıp netleştirmeliyiz’ diye düşünmekteyim. Eğer inanç konusunda; hem düşünce bazında hem de eylem olarak tutarlı bir inanışa sahipseniz bunun olumlu sonuçlarını çocuğunuzda görme olasılığınız da o oranda artacaktır.

Bunun yanında çocuğa Allah’tan bahsetmekten çekinmemelidir. Çocuklara daha önce de belirttiğimiz gibi, görmedikleri şeylere inanma yeteneği verilmiştir. Eğer ona “Allah bizi seviyor, bize yiyecekler veriyor” derseniz çocuk buna tüm kalbiyle inanır. Çocuklar, yetişkinlerin onlara söylediği fikirlere çoğunlukla inanırlar. Çünkü yaratılışları buna müsaittir.

Çocukların Allah ile ilgili soruları karşısında her şeyi biliyormuş edasında olmamalıyız. Bildiğimiz konulardan sorduysa cevaplayalım; ancak bilmediğiniz konularda cevaplar vermekten kaçınmalıyız. Eğer bilmediğimiz bir soru ile karşılaşırsak bilmediğimizi söylemeliyiz. İmkânımız varsa kitaptan açıp ona okumalıyız. Bu bizi çocuk karşısında küçültmez; aksine ona, bilmediğini bilmenin erdem olduğunu benimsetmiş, bilinmeyen bir konuda kitaplara başvurulması gerektiğini de öğretmiş oluruz.

Allah inancını anlatırken tabiattan yararlanmalıyız diye düşünüyorum. Allah’ı ve O’nun isim ve sıfatlarını çocuklara öğretmenin en güzel yollarından birisi de tabiattır. Çünkü Allah’ın birçok isim ve sıfatının yansıdığı yer tabiattır.

Örneğin; Allah’ın “Musavvir” ismi “varlıkları istediği şekil ve surette var eden” anlamına gelmektedir. Tabiattaki varlıklardan istifade edilerek; mesela bir kozalak ele alınıp, şekli incelenip, bu şekli ona Allah’ın verdiği anlatılabilir.

Yine aynı şekilde Allah’ın “Rezzak” ismi “varlıklara rızıklarını veren, her varlığın ihtiyacına göre rızıklar yaratan” anlamlarına gelmektedir. Üzüm yiyen bir kuşun, süt içen bir kedinin, dondurma yiyen bir çocuğun, gören bir gözün, işiten bir kulağın, inanan bir kalbin ve benzerlerinin rızkını Allah’ın var ettiği ve bu ‘var edişi’ bizleri sevdiği, gözetip kolladığı için yaptığı anlatılabilir. Böyle bir anlatış çocuğun Allah’ı tanıması ve sevmesi ile sonuçlanacaktır; bi-iznillah.