Korona virüs tehdidi nedeniyle maruz kaldığımız pandemi süreci yerel ve küresel çapta toplumsal hayatın işleyişini epey etkiledi. Makro planda olup bitenler, yeni şartlara uyum sağlama, hayatın idamesini mümkün kılmak için alınan tedbirler, yeni uygulamalar vs. Aylardır farklı bir insanlık tecrübesi yaşanmakta kısacası. Bu sürecin insan teklerinin hayatlarındaki yansımaları çok daha yoğun hissedildi. Günlük rutini belli olan, yarını birtakım planları gerçekleştirmeye odaklı bekleyen, hızlı yaşanan hayatın içinde düşünmeye pek fırsat bulamayan insanların, birdenbire değişen şartlar karşısında hissettikleri ilk şey büyük bir şaşkınlık ve ne yapacağını bilememe duygusunun eşlik ettiği güvensizlik ve endişe hali idi muhakkak. Gittikçe yavaşlayan, eve çekilen, sosyal izolasyonla başlayıp sosyal mesafenin korunması şeklinde insan ilişkilerinde farklı bir format gerektiren hayat tarzı, günlük çarkların akışına kendini bırakmış rutini sorgulama ihtiyacı hissetmeyen insanlara bütün bu olup bitenler ve kendi yapıp etmeleri üzerine düşünme imkânı sundu.
Başımıza gelenlerden ziyade onları nasıl karşıladığımızdır bizi etkileyen. Bu nedenle içinden geçtiğimiz süreci okuma ve anlama çabası önem arz ediyor ki başımıza gelenlerden ne öğrenebiliriz sorusuna cevap verebilelim. İnsanoğluna bahşedilen şartlara uyum sağlama kabiliyeti sayesinde de davranış değişikliği gerçekleştirilebilsin. Eğitimde de istendik yolla davranış değişikliğini sağlamak gibi bir amaç hedeflendiği hatıra geliyor. Hayat okulunda ömür boyu eğitimin devam ettiğini yakinen müşahede ettiğimiz günlerden geçiyoruz bir anlamda. Davranışların değişmesi için öncelikle düşüncelerin değişmesi gerekiyor. Kelimelerin ve kavramların anlam dünyamızdaki karşılığı ne mesela? Daha önce nasıl formatlanmıştık? Bunun farkına varmak önemli çünkü bugün yaşadıklarımıza verdiğimiz tepkileri belirleyen bu gibi düşünce kalıplarımız.
…
Hayatın eve sığdığı, evde hayat olduğunu söyleyen, evde kalmamızı salık veren spot cümlelerle her yerde karşılaşıyoruz değil mi? O zaman soralım, “Hayat nedir? Nerede nasıl yaşanırdı ki şimdi sık sık eve sığar şeklinde vurgu yapılıyor?” Bu soruların pandemi öncesi ve pandemi sonrası karşılıkları farklı olsa gerek. Çünkü neyi merkeze alıp hayatımızı onun etrafında örgütleyip düzenliyorsak, hayat bizim için o demek. Önceden LGS, YKS, başarı, mutluluk, zenginlik, her şeyin dahası ve yenisi idi belki de ana gündem maddemiz. Pandemi sürecinde gördük ki hayat; hastalar için sağlıkla alınıp verilen bir nefes, eve uğrayamayan sağlık çalışanlarının çocukları için anne babaya özlem, evden çıkamayan aile büyükleri için evlatların torunların uzaktan iyi haberlerini almak, devlet yönetiminden sorumlu olanlar için bu zorlu süreci en iyi şekilde yürütüp toplumsal hayatın normal seyrine dönmesini temin etmek anlamlarına gelebiliyormuş.
Ev dediğiniz de aile bireyleri için adeta bir uğrak yeri, çoğunlukla meşgul ve yorgun ebeveyn ve çocukların iletişim imkânı bulamadığı, yuva özelliğinden çok ederi üzerinden gözümüzde değer kazanan binalar haline gelmişti çoğu insan için. Bir de “eve kapatma kendini” mesajını alıyorduk doğrudan veya dolaylı yollarla. Sanki ev hayatı insan için istenmeyen tercih edilmeyen bir şeymiş gibi. Oysa pandemi sürecinde gördük ki, bu tehlikenin bertaraf edilmesi için insanlara beş yıldızlı otellere, lüks rezidanslara veya gelişmiş refah seviyesi yüksek ülkelere gidin denmedi, evlerinizde kalın diye salık verildi. Evin, insan teklerinin korunma ve savunma mekanizmalarını bir bir çökertip kendine mahkum eden mekanizmaların hâkim olduğu günümüz dünyasında, kadın erkek çocuk tüm aile bireyleri için halen “son sığınak” olduğu dersini aldık adeta.
…
İnsanların birbirini dinlemediği gibi hayatı paylaştığı, efendisi değil bir parçası olduğu doğaya ve diğer canlılara da kulak vermediği demlerdeydik. Pandemi süreci bu konu üzerinde de düşünme fırsatı sundu bize. Sanatçı hassasiyeti ile süreci yorumlayan birinin ifadesiyle: Yavaşlayan hayatın içinde doğa ve şehrin “Beni hatırla. Beni dinle” diyen sesini duyar hale geldik. İçimizden ve etrafımızda daha önce fark etmediğimiz zayıf sesleri de. Bu vesileyle bilinen bir Kızılderili hikâyesini hatırlayalım.
“Bir gün New York’ta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar, gruptan biri Kızılderili’dir. Yolda yürürken, insan kalabalığı, siren sesleri, yolda çalışma yapan işçilerin ve araçlarının çıkardığı gürültüler, araçların korna sesleri arasında Kızılderili, kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar. Arkadaşları bunca gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler.
Aralarından bir tanesi inanmasa da Kızılderili ile birlikte kalır. Kızılderili, bulunduğu caddede geriye doğru gider ve karşı caddeye geçer. Arkadaşı da arkasından takip eder ve o binaların arasında bir kaç tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar. Arkadaşı Kızılderili’ye;
– Senin insanüstü güçlerin var bu sesi nasıl duydun? Diye sorar,
Kızılderili ise bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini izlemesini söyler.
Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlayarak atar. Bozuk para sesini duyan birçok insan bir anda yere bakarak düşen paranın kendi parası olup olmadığını kontrol etmeye başlar.
Kızılderili arkadaşına dönerek,
– Gördün mü? Önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin” der.
…
Pandemi sürecinin verdiği “Hayat Bilgisi” dersinden her yaştan insanın payına düşen kazanımlar var aslında. En çok da gittikçe yozlaşan dünyada değerleri hatırlamamıza vesile oldu bu süreç. Hayatı anlamlı ve yaşanılır kılan değerler… Önce insan, önce can sağlığı diyebiliyorsak içtenlikle, ben değil biz bilinci kuşanmışsak, bir bütünün parçası olduğumuzu, hayatın bizim etrafımızda dönmediğini, sınırlarımız olduğunu, kendisine, başkalarına, doğaya ve Rabbine karşı sorumluluk sahibi bir varlık olarak vurdumduymazlık yapamayacağımızı, haddimizi bilmemiz gerektiğini hatırladıysak ne mutlu bize. Bu insani farkındalık ile bireylerde iyiye doğruya yönelik bir davranış değişikliğinin gerçekleşmesi zamanla toplumsal hayatın da değerler anlamında iyileşmesini getirecektir. İnsanca yaşanan bir hayat, insanlığı yaşatmanın en güzel yolu değil mi zaten?