TR EN

Dil Seçin

Ara

Pandemi Sürecinde Deprem ve İnsanlık Halleri

Pandemi Sürecinde Deprem ve İnsanlık Halleri

Korona virüs nedeniyle yaşadığımız pandemi sürecinde bir bilim kurgu filminin içindeyiz sanki… Görünmeyen bir düşman, yakın insan ilişkileri veya toplumsal hayatın olağan akışında hastalığın yayılma riskinin artması, dışarı çıkarken olmazsa olmazımız haline gelen maskeler, sosyal / fiziksel mesafe, sağlık sisteminin yetmez hale gelme endişesi, kontrollü hayat… Dünya adeta bir film platosu olmuş, bir senaryo yazılmış ve insanlara roller biçilmiş gibi…

Diğer yandan farklı coğrafyalarda farklı inanç ve yaşam tarzına sahip milyonlarca insanla birlikte, benzer insanlık hallerini tecrübe ettiğimiz bir süreç bu. Hayat bu kadar çabuk elden kayıverirmiş… Sağlıkla alınıp verilen bir nefes ne büyük nimetmiş… İstekleri, arzuları bitmek bilmeyen, sürekli bir ihtiyaç ve yoksunluk halinden şikayet etmeyi huy edinmiş insanoğlu meğer o kadar çok şeye ihtiyaç duymuyormuş hayatını idame ettirmek için. Hele ki kendini vaz geçilmez sanmak ve bunu takip eden kibir ve üstenci bakış ne büyük bir aldanışmış… İşte gözle görülmeyen bir virüs değil mi milyonlarca hayatı alt üst eden, bireysel ve toplumsal davranışları ve dahi alışkanlıkları değiştiren dönüştüren…

Evet, ibret nazarıyla ve ders almak niyetiyle baktığımızda, içinden geçmekte olduğumuz sürece dair böyle bir okuma yapılabilir.

Bir de madalyonun diğer yüzü var.

Küresel elitler veya seçkinler şeklinde adlandırılabilecek bir grup insan için ise, pandemi süreci başka bir anlam taşıyor, başka fırsatlara kapı aralıyor. Hayatı kıt kaynaklar ve sınırsız insan ihtiyaçları ikilemi üzerinden okuyanlar için, insan bambaşka bir anlama geliyor çünkü. Varoluşu itibariyle mükerrem olan insan, bu bakış açısında sadece üretim-tüketim ilişkileri ile anlam ifade ediyor. Üretim çarklarının dönmesine katkı sağladığı ve kazandığı geliri de tüketim alanında sarf ettiği ölçüde muteber… Hastalar, acizler, yaşlılar ise sisteme yük… Bu nedenle gözden çıkarılabilirler, üstleri çizilebilir… Zaten istatistiklerde bir rakam olarak varlar, can olarak değil… Yaklaşık 7 milyar olan dünya nüfusu içinde fazlalık ve tehdit olarak algılanmaları da bu yüzden…

Nitekim “sistemin işlemesi için 300-500 milyon insana ihtiyaç duyulduğu ve gerisinin fazlalık olduğu” ifade edilebilmiştir.

Yine birilerinin yaptığı hesaplara göre 2050 yılında 9 milyara ulaşmasını bekledikleri dünya nüfusunu “dünya bunu kaldırmaz” düşüncesinden hareketle %10-15 oranında azaltılabileceği de dile getirilmişti nitekim.

Oysa dünya üzerinde var olan bunca adaletsiz güç ve gelir dağılımından da, hep çözmeye çalışır görüntüsü vererek dikkat çektikleri çevre sorunlarından da o güçsüzler sorumlu değiller. Aksine tüm bunların faturasını kesecek birilerini arıyorlarsa aynaya bakmalılar.

Bir de küresel sağlık endüstrisinin aşı üzerinden yaptığı kazanç hesapları ve yeni teknoloji ile üretilmiş aşı sayesinde toplumlar üzerinde kurmak istedikleri kontrol mekanizmaları düşünüldüğünde ne kadar gayri insani bir yaklaşımla karşı karşıya olduğumuz daha iyi anlaşılacaktır.

Pandemi süreci öyle veya böyle devam ederken 6.6 şiddetinde depremle sarsıldık. İzmir ve çevresinde meydana gelen deprem haberiyle gündemimiz nasıl da değişiverdi… Yine beklenmeyen bir anda hazırlıksız yakalandı insanlar bu sarsıntıya.

Deprem yıkım, ölüm, acı, korku, telaş demek. Sadece yeryüzünün değil yüreklerin de sarsıldığı demler… İnsana acziyetini, Yaradan’a ve insan kardeşine olan muhtaçlığını, sarsıcı bir şekilde hatırlatan büyük hayat tecrübesi...

Acıyı paylaşmanın, birbirini teselli etmenin, ele ele vermenin, yaraları birlikte sarmanın, merhametin ve dayanışmanın ne kadar önemli olduğunun öğrenildiği ve öğretildiği dersler. Maddi manevi yardımlar seferber edildi, sadece görevliler değil gönüllüler koştu bölgeye bir yardımım dokunur düşüncesiyle… Kayıplar var ama mucize diyebileceğimiz kurtuluşlara da tanıklık ettik ettik. Ekipler canla başla gece gündüz demeden kurtarma çalışması içindeydiler. Bir ses bir işaret üzerine yanan umut ışığıyla hızlandırılan çabalar sonunda hayata yeniden merhaba diyen, adeta yeniden doğanlar için nasıl sevindik, nasıl mutlu olduk…

Yıkıntılar içinden saatler sonra kurtarılan hayatlar… Umutları yeşerten, yorgun yüreklere bedenlere güç katan kurtuluşlar…

Tanımadığımız, bilmediğimiz ama hayata tutunmalarına ekranlardan tanık olduğumuzda yüreğimizin sevinçle pır pır ettiği insanlar, kardeşlerimiz, evlatlarımız… Bir de o kurtarma çalışmasında bizzat emek sarf eden uykusuz kalan yorulanların duygu yoğunluğunu düşünün…

Velhasılıkelam, bir can dahi gözden çıkarılası değil… Bir canın kurtulması dünyalara bedel!

Bunu, ekonomik kaygılarla ve şahsi çıkar kavgası penceresinden dünyaya bakanlar, bu nedenle insanı kitleler halinde imha edilebilecek bir “şey” olarak görenler anlayamazlar.

Tercihini ve duruşunu haktan, hayattan, insandan, insanlıktan yana yapanlar iyi ki var.

Selam olsun, insan olarak yeryüzünde var edilmenin ne büyük bir nimet ve sorumluluk olduğunu idrak edip, kendisine bahşedilen hayatı insan kalma çabası ve güzel örnekliği ile değerlendirerek insanlık ölmedi dedirtenlere ve insanlığın geleceğine katkı sunanlara!