Eğer toplumsal cinsiyet eşitliğini “kadın ve erkek biyolojik olarak eşittir” olarak anlıyorsanız yanlıştır.
Çünkü kadın ve erkek, yasalar ve fırsatlar yönünden eşittir ve eşit olmalıdır. Biyolojik olarak eşit değildir; çünkü genleri farklıdır. Psikolojik olarak eşit değildir; çünkü duygu ifadeleri farklıdır.
KADIN VE ERKEK BEYİNLERİ FARKLI ÇALIŞIR
Kadın beyni dişildir; üstün tarafı şefkat kahramanı olmasıdır, empati yönünden erkekten üstündür, duygusal okuryazarlığı daha yüksektir, korkuya direnci azdır, bu nedenle anneliği daha iyi yapar, çocuğunu daha iyi korur, konuşma becerisi daha ileridir, bunun için çocuğu daha iyi büyütür. Estetik algıları üstündür, bu sebeplerle sosyal çeşitliliği kadın beynine borçluyuz. Müzik, sanat, resim yetenekleri daha öndedir. Sonuçtan çok süreci düşünür. Üzüntüsünü doğrudan ağlayarak daha kolay ifade eder. Aşk denildiğinde romantizmi görür.
Erkek beyni ise erildir; mantık, muhakeme, analiz ve hesaplama yönünden kadın beyninden bir adım öndedir. Bunun için daha atak ve atılgandır. Süreçten çok sonuca odaklı çalışır. Ben merkezci çalışmaya yatkındır, hemen çıkar hesabı yapar. Üzüntüsünü öfkelilik olarak ifade etmeye yatkındır. Aşk denildiğinde erotizmi öncelikler.
Eril ve dişil beyinler yaş ilerledikçe ve kişiler istedikçe ön beynin güçlenmesi ile olgunlaşır. İki bakış birbirini tamamlamaya göre çalışır. Duygu ve mantık dengelenir, sonuç ve süreç algısı gelişir, kişiler biz bilinci geliştirirse iyi bir takım/aile olurlar. Anne, baba, eş ve iş insanı rollerini öğrenirler.
Çünkü rol paylaşımı biyolojik değil sonradan öğrenilmedir. Kimlik duygusu, etnik, sosyal, kültürel veya cinsel olsun kimlikler sonradan öğrenilir doğuştan, yani fıtrî değil öğretidir, edimseldir.
EŞLEŞME BİYOLOJİK, EVLİLİK KÜLTÜRELDİR
Biyolojik cinsiyet doğuştan, cinsel kimlik kültüreldir.
Rekabetçilik ve tamamlayıcılık sonradan öğrenilir.
Eğer tarafların yetiştiği ortam kadın erkek ilişkisini rekabetçi bir ilişkiye çevirmişse, bunlar bir arada yaşayamazlar. Kadın-erkek ilişkisi kadın ve erkek savaşlarına dönmüştür.
Feminizm eğer kadının özgürleşme hareketi ise doğru ve faydalı olabilir; eğer kadın-erkek rekabeti ise kapital sistemin rekabetçiliğinin aileye yansımasıdır ve aileye zarar verir.
Kadın-erkek ilişkisinin, tamamlayıcı ilişki olduğunu savunan kültürlerde mutlu aileler orta çıkar.
TUZAK KAVRAMLAR VE AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÇÖZÜMÜ
1- İstanbul Sözleşmesinde kadın erkek eşitliği kavramı tanımlamamıştır.
2- İstanbul Sözleşmesi Kadın kavramını 18 yaşın altındaki kızlar için de kullanarak, halen anne babanın doğal vesayetinde olan gençlerde “rastgele cinselliği” teşvik etmesi bizim doğrularımız olamaz.
3- Eş yerine partner kelimesini kullanarak, evlilik ve nikah karşıtı ideolojileri desteklemiştir; bu bizim doğrularımız olamaz.
4- Şiddet kavramını, erkek cinsiyet kimliğine indirgemektedir. Toplumsal cinsiyete dayalı, kadına yönelik şiddet nedir? Kıskançlık paranoyası şiddeti, patolojik aşk şiddeti, ‘Kriminal’ kişinin şiddeti, klinik vakaların şiddeti, hepsini “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” veya erkek şiddeti olarak tanımlamak İstanbul Sözleşmesinin tarihi yanılgısıdır. Erkek karşıtlığını destekleyen bir sözleşme adaleti sağlayamaz.
5- Eşi evden uzaklaştıran tavsiyeler yerine öncelikle zorunlu tedavi ve rehabilitasyon yapan yasalar ve yöntemler önerilmeli idi. Kadın ve erkek ilişkisinin hak ve özgürlük odaklı değil, güç odaklı olduğunu savunan kültürlerde aile bağları ve değerleri zayıflar, şiddet olayları ve boşanmalar artar, çocuklar mutsuz yetişirler.
6- Şiddeti fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddet olarak ayrı ayrı belirtip tanımlamasının yapılmaması bulanık bir kavram olarak aile içi ilişkilere zarar vermektedir. Sorunların çözümünde ‘ombusmanlık’ anlamında ‘aile hakemlik kurumunu’ teşvik etmeyip kutsal kitabımızda olan bu kavramı, bir seçenek olarak sunmaması bizim değerlerimize aykırıdır. Çünkü boşananların %20’si geri dönmektedirler. Sonuç olarak evlenmekten korkan insanlar artmakta ve Batı kültüründe çok yaygınlaşıp %50’nin üzerine çıkan, nikahsız beraberlik ve çocuk sahibi olmak gizlice teşvik edilmektedir.
7- Şiddetle mücadele için kimlik savaşları önerilmesi yanlıştır. Şiddetle mücadele, şiddete şiddetle karşılık vererek olmaz, uzman yardımını artırmakla olur.
Aile kutsal değil birey kutsaldır diyen kişiler evlenmemeliler. Çünkü kimse kutsal ve değişmez değildir. Çünkü evlilik takım çalışmasıdır. Güç ve kişilik çatışmasını hızlandıran feminizm öğretisi ailenin en büyük düşmanıdır. Bu öğreti bazen pembe bazen yeşil renkte ortaya çıkabilir, yani kültürel rengimize girip bizi içerden yaralayabilir.
8- Kadın ve erkek biyolojik cinsiyet olarak farklı genetik yapıdadır.
Taraflar, sosyal ve cinsel kimlik olarak kültürün öğretisine sahiptirler.
9- Aile içi şiddetin kök nedeni araştırıldığında ego savaşları, sorun çözme yöntemi geliştirilememesi ve bağımlılık gibi etkenler vardır.
Bununla ilgili hiçbir çalışmayı önermeyen sadece ceza yöntemlerini sözleşmenin %80’ine yazan, Batı değerlerini bize dayatan bir sözleşme yeni doğrulara da uymamaktadır.
10- Rol paylaşımı bozuluyor mu?
Eğer küresel ideoloji olarak toplumsal kimlik eşitliği adı altında kadın ve erkek kimlik öğretilerimizi değiştirirsek, önümüzdeki on yıllarda aileyi bir arada tutan rol paylaşımı bozulacağı için evlilikler hızla dağılacak, insanlar evliliği ayak bağı olarak görecekler ve dünya nüfusunun artışı duracaktır.
Toplumun yapı taşı ve güvenli alanı yani sığınağı olan aile dağıldığı için toplumun ruh sağlığının bozulması mukadderdir.
11- Eğer toplumda ve ailelerde kadına ve çocuklara yönelik şiddet artıyorsa, bunun çözümü, erkek karşıtlığı ile rekabeti artırmak mı, yoksa kadın-erkek ilişkisini düzeltmek mi?
Namus algısının erkek zulmünü artırdığı doğrudur, ama namusun erkek ve kadın için eşit önemde olduğunu savunmak yerine anayasal bir kavram olan ırz ve namus karşıtı söylemler, oyuna gelmektir, aldanmaktır.
Aile içi şiddetti önlemek amacı ile çıkarılmış bu sözleşme ceza yasası niteliğindedir, bu konuda namus algısı ile ilgili eğitim ve toplumu bilgilendirme ikinci planda kalmıştır.
12- Ensest, pedofili, eşcinsel evlilikler sosyal öğretilerdir, her kültür kendi kimliğinde özgür olmalıdır, onaylamama haklarını önlemek hiledir. Homofobi cinsiyet ayrımcılığıdır doğru ama evlilik karşıtlığı olan heterofobi de cinsiyet ayrımcılığıdır bunu da görmemek sinik felsefedir, hesap içinde olmaktır. Yerel olmadan evrensel olamayız yerelliğimizi korumak zorundayız.
13- Her türlü şiddet lanetlenmelidir, şiddeti hak arama ve sorun çözme yöntemi olarak öneren öğretilerle mücadele etmek yerine, şiddeti sadece erkek kimliğine indirgeme algısı oluşturmak adil değildir. Niyet okumasıyla, erkekleri şiddet uygulayabilir diye potansiyel suçlu olarak gören anlayış “kadının beyanını yorumsuz şekilde yeterli gören anlayış” adil değildir. Erkek beyanının da aynı şekilde yeterli görülmemesi masuniyet karinesine aykırıdır.
…
Bu sebeplerle toplumsal cinsiyet eşitliği küresel bir ideolojidir, kabul edip etmemek sosyal politikaları belirleyenlerimizin sorumluluğundadır ve vebalindedir.
Lütfen İstanbul Sözleşmesinin bize dayattığı toplumsal cinsiyet eşitliği kültürel psikolojik savaşının sonucunu görelim. Cinsiyet eşitliği değil, cinsiyet adaletini savunalım.
Bu nedenlerle İstanbul Sözleşmesi değiştirilmesi için Avrupa Parlamentosu Genel sekreterliğine, teklif yazılmalıdır. Sözleşmenin 72. maddesi bu yetkiyi ülkelere vermektedir. Sözleşmenin faydalı yanlarını muhafaza ederek toplumumuzu koruyan bir yöntemler üretilebilir.
Aile bütünlüğüne önem veren politikalar geliştirmezsek torunlarımız bize iyi gözle bakmayacaktır; tabi eğer ortada toplum kalırsa.