TR EN

Dil Seçin

Ara

Peygamber Aşığı Bir Yahudi

Peygamber Aşığı Bir Yahudi

Şam'da, ihtiyar bir Yahudi vardı. Tevrat okurken, Hz. Peygamberimizin adına rastladı mı, ya silerdi ya da orasını keserdi.

Yine birgün Tevrat’ı açtı. Hz. Peygamberimizin adını okuduğu yerde görünce yine sildi; fakat ertesi günü sildiği ismi tekrar orada buldu.

Yahudi’nin gönlü daraldı…

Bu hali ertesi güne kadar devam etti.

Sonra gönlünden dedi ki: “Güneşi balçıkla sıvayamam! Bu yol gösterici, gerçek olmalı.”

Kalktı, doğruca Medine’ye vardı.

Medine’ye ulaştığında yazın sıcak zamanıydı. Gönlü yanık halde Hz. Peygamber’in (asm) mescidine varınca Hz. Enes’e rastladı.

Ona, “Ey yüreği temiz kişi, bana yol göster, beni Peygamber’e götür.” dedi.

Hz. Enes, ağlayıp inleyerek onu mescide götürdü.

Mescidde sahabiler oturuyorlardı.

Ebubekir Sıddık (ra), mihrapta ridasını sırtına almış oturmakta… Tahkik erleri olan sahabe de çevresinde…

İhtiyar Yahudi, mihrapta oturan Ebubekir Sıddık’ı (ra) Hz. Peygamber sanıp, “Ey Allah’ın Elçisi, bu yolunu yitirmiş ihtiyar sana selam veriyor.” dedi.

Oradaki herkesin Hz. Peygamber’in (asm) adını duyunca gözlerinden yaşlar boşandı, bir tufandır koptu.

İhtiyar Yahudi’nin de yüreği dağlandı.

Onlara, “Ben garibim.” dedi, “Yahudiyim, şeriatten bir nasibim yok. Söylenmeyecek bir söz mü söyledim ki, sizi bu kadar ağlattım?”

Ona, Hz. Ömer cevap verdi:

“Sen hiçbir şey yapmadın; bu ağlayışın sebebi senin düşündüğün şeyler değil. Yalnız bir hafta oldu ki, Hz. Peygamber dünyadan gitti. Dilinden onun adını duyunca canlarımız gamla ıztıraba düştü. Onun iştiyakıyla kimi vakit ateşler içindeyiz, kimi vakit de ayrılığıyla zemheriye uğramadayız. Âlemi aydınlatan o göz nuru gitti de biz bugün, onsuz, zerrelere döndük. Öylesine ulu bir denizden ayrıldık ki, onsuz bir katreden aciz bir hale düştük.”

İhtiyar Yahudi bunu duyunca dövünmeye, elbisesini parçalamaya başladı. O onlardan daha fazla ağladı, göz yaşları döktü. Ayrılık diye diye yaslara boğuldular…

Sonra coşkunluk denizleri yatışmaya başlayınca, Yahudi dedi ki:

“Bir dileğim var. Onu yerine getirin. Hz. Peygamber’in bir giysisini verin bana. Yüzünü görmek nasip olmadı, bari kokusunu alayım.”

Bunun üzerine Hz. Ömer, “Giysisini gidip Zehra’dan istemek gerek.” dedi.

Sonra o gamla, o dertle Cennet Hatunu’nun evine vardılar. Birisi kapıyı çaldı. İçeriden, “Benim gibi bir yetimin kapısını çalan kim? Benim gibi hüzünlere batmış birisinin kapısını kim çalıyor?” diye sordu.

Belli ki Fatıma Zehra da derin üzüntüler içerisindeydi.

Kendisine olan biteni anlattılar.

Hz. Zehra da onlara şöyle dedi ki: “Peygamber hakikati söyler. Adalet sahibi Allah’a can verirken dudağının ucuyla bu durumu haber vermişti bana. “Yolda bir aşıkım geliyor.” demişti; “Fakat o iyi niyetli insan yüzümü göremeyecek. Bu hırkayı ona bağışla; güzellikle, hoşlukla selâmımızı ilet ona.” buyurmuştu.”

Hırkayı Yahudi’ye verdiler; giyindi; Hz. Peygamber’in kokusu kendisine gelince bir hoş oldu. Kokusu sahibine delil oldu. İhtiyar Yahudi, İslam’a geldi, Müslüman oldu. Muhammed Mustafa’nın (asm) kabrine gitmek istedi. Onu kabre götürdüler. Gönlü orada daha da coştu, kabardı. O temiz yürekli, kendisi ihtiyar ama gönlü genç Müslüman orada yere oturdu; Hz. Peygamber’in kabrinin kokusunu alınca, yere yıkıldı.

Tertemiz canını oracıkta verdi.

İşte, ey Peygamber Sevdalısı! Sen de sevgilinin iştiyakıyla onun emaneti olan davasına sahip çık, burada sünnetine uygun yaşa ki, ahirette de sevdiğinle beraber ol…