TR EN

Dil Seçin

Ara

Okullarda Karakter Eğitimi İşe Yarıyor mu?

Okullarda Karakter Eğitimi İşe Yarıyor mu?

Doğru bir karakter eğitimi verilebilmesi için, okulların öğrencileri nesne olarak görmeyi bırakıp onları gerçekten birer insan olarak kabul etmeleri gerekir.

Eğitimin hedefi ne olmalıdır? Öğrencilerin neredeyse hepsi, bu soruyla yüz yüze geldikleri zaman “iyi bir iş sahibi olmak ve para kazanmak” diye cevap veriyorlar. Bir eğitimci olarak, “Eğitimin hedefi öncelikle öğrenmek için fırsat oluşturmaktır.” diyen sadece iki ya da üç öğrenciye rastladım şimdiye kadar.

Amerika’da 1983 yılında “Risk Altında Bir Millet” başlığını taşıyan bir raporda şu ifade yer almıştı: “Toplumumuz ve eğitim sistemimiz, okullaşmanın temel hedeflerine yönelik bir körlük yaşıyor gibi görünmektedir.” Rapora göre, “temel hedefler” Amerika Birleşik Devletleri’nin “15 yıldır sürmekte olan endüstriyel verimlilik düşüşünü” yeniden eski seviyelerine çıkarabilmek ve büyük fikirler üreten ve tüm insanlığa büyük maddi faydalar sağlayan seçkin ülke konumunu yeniden kazanabilmek maksadıyla “yüksek yeteneklere sahip işçiler” yetiştirmektir.

Kanada’da benzer bir bakış açısı halihazırda geçerlidir. Kanada Ulusal Meslek Birlikleri’ne göre okulun esas sorumluluğu “temel yetenekleri öğretmektir.”

Karakter eğitimi hareketi içinde yer alan bazı kimseler bile, bariz bir şekilde, ancak mesleğe faydası olması ölçüsünde karaktere vurgu yapıyorlar. Okulu ötedenberi okuma, yazma ve matematik öğretmekten ibaret gören insanlar tarafından belki de böyle bir bakış açısı, övülmekte ve takdir edilmektedir.

Doğal olarak, okullar öğrencileri gelecekteki kariyerleri için yetenek ve bilgilerle donatmalıdır. Okulların “temel hedeflerinin” bunlarla sınırlandırılması, dar görüşlü bir yaklaşımdır.

Bu hedefler, okulları fabrika ve öğrencileri de onların ürünü gibi gören maddeci bir dünya görüşünün yansımalarıdır. Aynı fikirde olan Postman, günümüzde okulların ekonomik fayda, tüketicilik ve teknoloji tanrılarına hizmet ettiklerini ve eğitimin metafizik boyutunu önemsemediklerini söylemektedir.

Okulların bu maddeci bakış açılarının kendine has neticeleri de gerçekleşmektedir. Şiddet, okullarda artıyor. Liselerde öğrencilerin %75’i, en azından bir dersin sınavında kopya çekiyor; %40’ı mağazalardan hırsızlık yapıyor; ve yine %40’ı “iyi bir iş sahibi olabilmek için yalan söyleyebileceklerini” ifade ediyorlar. Kopya üniversitelerde de artıyor; bir on yıl öncesinde bile mühendislik okuyan öğrenciler arasında kopya çekme oranı %82 idi.

Bir profesöre göre, bundan daha kötü olan şey, “öğrencilerin kopya çektiklerinden dolayı artık yüzlerinin kızarmıyor olmasıdır.”

Eğitimin hedeflerini yeniden düşünürken ben şöyle bir neticeye ulaştım: Eğitim, öğrencilerin gelecek kariyerlerine hazırlanmalarını göz ardı etmeden, onların yaşamaya değer bir hayat yaşayabilmelerine imkân veren beceri ve donanımları kazandırmayı hedeflemelidir.

 

AMERİKA’DA KARAKTER EĞİTİMİ

ABD’de ve dünyanın pek çok yerinde eğitim, öğretme erdeminden kopup birbirleriyle bağlantısı olmayan dersler sistemine (müfredat) kaydı.

Whitehead, bu konuda şunları söyler:

İdeallerin zayıflaması, insanlık adına çağlar boyunca yürütülen çabaların başarısızlığa uğradığına dair üzüntü verici bir göstergedir. Antik dönemde okullarda felsefeciler hikmeti elde etmeye çalışırlardı; modern okullarımızda ise bizim mütevazi hedefimiz öğrencilere bazı konuları öğretmektir. Antik dönemde yaşayanların hedefi olan ilahi hikmetten, modernlerin bir başarı zannettiği konu konu ayrılmış kitaplara bağımlılığa gerileyiş, çağlar boyunca ayakta tutulmaya çalışılmış bir eğitimin başarısızlığına işaret etmektedir.

Whitehead’in bahsettiği “ideallerin zayıflaması” fark edilmemiş değildir. Mesela, Blain and Levell’a göre, Amerika Birleşik Devletleri’nde “batı toplumunda ahlaki bir kriz” yaşandığı algısından ötürü, okullar, dine referans yapmadan öğrencilere bazı değerler kazandırmaya bir teşebbüs olarak karakter eğitimi üzerinde durmaya başladı. Bu teşebbüs, bazı çatışmaları kışkırttı; onlardan biri, öğrencilere kazandırılmak istenen değerlerin dinden ayrı tutulmasının imkânsız olduğuydu. Bazı insanlar, karakter eğitiminin kardeşi olan yurttaşlık eğitiminin, daha önemli konulara ayrılması gereken zamanı çalan anlamsız bir ifade olduğunu öne sürdüler. Başka bazıları ise, yurttaşlık eğitiminin evrensel ölçekte düşünmeyi baltalayan bir boyutu olduğunu iddia etti. Bir diğer itiraz ise, karakter eğitiminin öğrencilerde kalıcı davranış değişimi sağlayamadığıydı.

Özellikle, 1960’lı yıllarda ahlaki rölativizm genel anlayışa hakim olunca, eğitim kurumları değer-bağımsız müfredatlar hazırlamaya başladılar. Buna göre ahlak, öğretmenin öğretebileceği bir alan olmaktan ziyade, her öğrencinin kendi standartlarını geliştirebileceği bir alan olarak kabul edildi. Ve bu anlayış, tam bir başarısızlıkla sonuçlandı.

Yakın tarihe geldiğimizde karakter eğitimi, yeniden okulların gündemine girmiş bulunuyor. Bununla birlikte, karakter eğitimiyle kimin ne kastettiği birbirinden çok farklı. Bazıları için, öğrencileri iş hayatına hazırlaması çalışması; bazıları içinse disiplin sorunlarını azaltmanın bir yöntemi.

Dolayısıyla, bu eğitimde esas ilgi alanı, okul ortamında öğrenme konusu olmaya devam etmektedir. Yoksa, kimsenin öğrencilere gerçekten karakter aşılamaya niyeti yok.

 

DÖNÜŞTÜRÜCÜ EĞİTİM

Revell’e göre, karakter eğitimi programlarının etkinliği ve verimliliği hala belirsizliğini korumaktadır. Yedi ilköğretim okulu ve beş lise olmak üzere toplam 12 okulda yaptığı araştırmalarda Revell, vatandaşlık ve kimlik meseleleri üzerine yoğunlaştı ve lise öğrencilerinin “Karakter Eğitiminin teşvik ettiği belirli karakter özelliklerine yönelik alaycı ve şüpheci tavırlar sergiledikleri”, cazibe merkezi olmayan okullardaki öğrencilerin ise bu eğitime “düşmanca duygular besledikleri” sonucuna vardı.

Bunda, öğretmen yetiştiren okullarda karakter eğitiminden hiç bahsedilmemesinin de rolü var. Karakter eğitimi fizik, coğrafya gibi derslere benzemediği için teorik olarak öğrencilere kazandırılması imkânsız. Dolayısıyla eğitimciye büyük rol düşüyor.

Ayrıca, karakter eğitimi programları büyük ekseriyetle öğrencilere odaklanmakta ve okul personelinin karakterlerini dikkate almamaktadır. Bu konuda, Huebner bakın ne diyor:

Evvela, sınıflarda ahlaki ve manevi değerler üzerine yürütülen son tartışmalar, yanlış noktalara odaklanılarak yapıldı. O tartışmalarda ifade edilen söylem, ahlaki ya da manevi diye işaret edilebilecek özel bir şeylerin olduğunu varsaymaktadır. Bu varsayım yanlıştır. Okullarda yapılan edilen her şey veya okul faaliyetlerine yönelik yapılan her türlü hazırlık, zaten manevi diye ifade ettiğimiz şeyle irtibatlıdır.

Okulda yapılan tüm faaliyetlerin kendine göre ahlaki neticeleri vardır. Okullarda ahlaki ve manevi değerleri öğretme ihtiyacına yapılan derin vurgu, öğrencilerin maneviyatı ve ahlakında bir çökmeyi değil, bizzat okulların maneviyatında ve ahlaki faaliyetlerinde bir bozulmayı ima etmektedir. Okullar, ahlak ve maneviyat değerlerini öğretmede ısrarcı davranarak, kendi hakim oldukları sistem içindeki değerler karmaşasını örtmektedirler.

Okullar kontrolleri altında bulunan ve değişmesi gereken ahlaki ve manevi iklimlerini değiştirmeye çaba göstermemektedirler. Öğretmenlerin eleştirme ve farklı önerilerde bulunma özgürlüğü hissetmemeleri, müdürlerine ve yöneticilerine karşı bir nevi köle konumunda olduklarının bir işaretidir.

Ahlaki ve manevi değerleri normal müfredatın ve okul faaliyetlerinin dışında görmek, ihtiyacı karşılamaktan uzaktır.

Yapılması gereken şey, maneviyatın ve ahlakın her şeyde nasıl reddedilmekte olduğunu ortaya koymak için eğitim camiasında daha derin araştırma ve incelemeye girişmektir. Okullarda yaşanan problem, çocuklara ahlaki ve manevi değerlerin öğretilememesi değil, okulların ahlaki ve manevi değerlerin belli bir kasıt veya niyet dahilinde yaşandığı yerler olmamalarıdır.

Bu çerçeveden bakınca, öğrencilerin, okulların kendilerini değil ama öğrencileri dönüştürme çalışmalarını (karakter eğitimi programlarını) alaya almaları son derece normaldir.

Hiç şüphesiz, toplumların ahlaki faaliyetleri ve maneviyatları da önemli. Karakter eğitiminin başarılı olabilmesi için, bizim basit bir şekilde sadece ideallere dönmemiz yeterli değildir; aynı zamanda, bu idealleri okullarımız ve topluluklarımız içinde niyet ve kasıtla yaşamak zorundayız.

Bu olmadığı takdirde, karakter eğitimi değer kazandırmaktan çok, itaat üretmeye yarayan endoktrinasyondan (zihin formatlamadan) daha fazla bir anlam ifade etmeyecektir. Ve işe yaramayan her teşebbüs alaycılığı, şüpheciliği veya düşmanlığı daha da artıracaktır.

Doğru bir karakter eğitimi verilebilmesi için, okulların öğrencileri nesne olarak görmeyi bırakıp onları gerçekten birer insan olarak kabul etmeleri gerekir. Bunun için ise, okulların ve eğitimcilerin bizzat kendilerinin, kendi branşlarıyla ilgili uzmanlıklarının yanı sıra müspet karakter özellikleri ve sevgiyle de donanmış olmaları şarttır.

 

(Charles NELSON , Kean University)