TR EN

Dil Seçin

Ara

Doğum Ve Hemen Sonrası

Yavruların hayatta kalmasında hamilelik ve doğum sürecinde yaşanan farkların etkisi büyüktür.

Afrika’da bir antilop yavrusu, hayata gözlerini açtığında kendisini göç etmekte olan bir sürünün içinde bulur. Hemen etraflarında ise sırtlan, leopar gibi yırtıcı hayvanlar öncelikle onun gibi yeni doğmuş güçsüz hayvanların peşindedir. Yavrunun fazla vakti yoktur. Hem göç etmekte olan sürüye uyum sağlamak, hem de kendisini yakalamaya çalışan yırtıcı hayvanlardan kurtulmak için 3-5 dakika içerisinde ayakta durmanın yanı sıra, yürümeyi ve hatta koşmayı başarmalıdır. Aksi takdirde, şu dünyada süreceği ömür 3-5 dakikayı geçmeyecektir. Bu süre içinde annesinin de kendisine yardımcı olması mümkün değildir. Âdeta tek kişilik bir kurtuluş mücadelesidir bu. Görünüşe bakılırsa, bütün sebepler antilop yavrusunun aleyhinedir.

Fakat bir mucize gerçekleşir. Antilop yavrusunun hayatta kalması için tüm sebepler sözbirliği etmişçesine bir araya gelir ve yavrunun hayatta kalmasını sağlar. Doğduğunda ayakta duramayan yavru, dakikalar içerisinde ayakta durmayı, ardından yürümeyi ve hemen ardından da koşmayı başarır. Eğer birkaç dakika daha gecikmiş olsa, yırtıcı hayvanların sabah kahvaltısı olması işten bile değildir.

Sebepler açısından bakıldığında, bu tabloda görülen fiziksel kapasite, gerçekten çok şaşırtıcıdır. Bir insan yavrusunun ortalama sekiz ayda ayakta yürümeyi başardığını düşündüğümüzde, antilop yavrusunda görülen gelişme için ancak mucize denebilir. Sinir sistemi, kas ve kemiklerin gelişimi ve hareketi sağlayan organlar arasındaki uyum gibi çok karmaşık yapılar bütünü, o büyüklükteki bir balonun şişirilebileceği bir süre içerisinde tüm gelişim ve koordinasyon sorununu halleder ve yavru antilobu bir sırtlandan kaçabilecek kadar hızlı koşar hale getirir.

En az fiziksel mucize kadar bu tabloda etkili olan bir diğer mucize ise, hayvanın gösterdiği ‘şuur düzeyi’yle ilgilidir. Yavru antilop hayata gözlerini açalı henüz dakikalar olmasına rağmen, sanki anne karnında öğretilmiş gibi—ki öyle olduğu görülüyor—daha önce hiç görmemiş ve karşılaşmamış olduğu hayvanlar içerisinde kendisine hangilerinin düşman olduğunu ‘bilmekte’dir.

Bu bir eğitim süreci sonunda olmadığına göre, besbelli ki yavru antilop doğuştan verilen bir refleksle, yırtıcı hayvanlardan kaçma davranışı sergiliyor. İşte bu da yavrunun isteği ve iradesi dışında, onun hayatını korumak için ‘kendisine verilmiş’ bir kazanımdır.

 

REFLEKSLERDEKİ MUCİZE

Hayvanlar âlemine baktığımızda, pek çok davranışın bu türden ‘refleksler’ olduğunu görmek şaşırtıcıdır. Refleksler özellikle doğumdan sonraki ilk dakikalarda hayatî önemde bir rol oynarlar. Tamam mı ya da devam mı sorusunun cevabını, çoğu zaman refleksler verir.

Anneleri tarafından iki ay önce sahil toprağının yaklaşık 60 cm altına bırakılan deniz kaplumbağası yumurtalarının hayata tutunması da, yavru kaplumbağalara doğuştan verilmiş olan refleksleri sayesinde gerçekleşir. Âdeta derin bir mezarı andıran yerden üstelik bedenleri bir yumurta kabuğuyla çevrili oldukları halde 5 cm’lik boya sahip yavru kaplumbağalar üç günlük bir kazı sonrasında toprak yüzeyine ulaşır. Hiç tanımadıkları anneleri çok uzakta olan yavrular, acaba toprak yüzeyine çıkmaları gerektiğini nasıl ve nereden öğrendiler?

Hemen peşinden, bu küçük ve sevimli yavrular deniz ışığına duyarlı olma refleksleri sayesinde suya doğru birbirlerini ezercesine koşturmaya başlarlar. Suya kavuşmaları her zaman hayatta kalmaları anlamına gelmese de, içlerinden en az yarısı, nesillerini devam ettirmek üzere, kendilerini Golf Stream’in ılık akıntısına bırakmayı başaracaktır. Ve belki ondan daha azı, okyanusta geçirdikleri uzun senelerden sonra anneleri gibi 500 kiloyu bulan bir ağırlığa erişecekler.

Gelişim psikolojisi alanında refleksler irade ve istem dışında gerçekleşen âni tepkiler olarak tanımlanır. Yani bir antilop yavrusu daha önce hiç görmediği bir sırtlandan kaçarken ya da bir kaplumbağa yavrusu suda yansıyan ışığa doğru yönelirken—ateşe değen bir elin hızlıca çekilmesinde olduğu gibi—kendi iradesi ve isteği dışında hareket etmektedir.

Reflekslerin ikinci bir özelliği ise, ‘iradî’ ve ‘öğrenilmiş’ olan hareketlerle kıyaslandığında daha ilkel ve kalitesiz bir hareket türüne karşılık geliyor olmasıdır. Yani refleksler hareket skalasının en altında yer alırlar. Gelgelelim, hareketin akletmekten, iradeden ve öğrenmekten en uzak olan bu coğrafyasında, binlerce yıldır, başta hayvanlar âlemi olmak üzere yeryüzünün en doğru tepkilerinin aralıksız tekrarlanıp durduğu gerçeği, akılları sarsıcı niteliktedir.

Tıpkı akıl ve irade sahibi insanlar baraj yapmaya başlamadan önce su samurlarının nehir yataklarında barajlar kurmaları; denizaltı icat edilmeden önce balinaların ses (sonar) yöntemiyle rotalarını çiziyor olmaları gibi.

Ve tıpkı doğumun hemen ardından memeli kategorisindeki bütün yavruların hayatta kalmalarında en hayatî rolü oynayan ‘emme refleksi’nde olduğu gibi!

Bilindiği gibi, insan da dahil olmak üzere tüm memelilerin yavruları, hayata gözlerini açtıkları andan itibaren bir refleks olarak süt emmek üzere annelerinin memelerine tutunuyorlar. Daha cenin halinde olan kanguru yavrusu bile, henüz açılmamış gözleriyle kendisinden çok uzakta kesenin içindeki memeye doğru akılalmaz bir yolculuğa çıkıyor ve sonunda küçücük ağzını memenin ucuna dayıyor. Yavruları hayata tutunduran bu eylemleri sırasında ne yaptıklarından habersiz olduklarını kabul etmek bize acayip görünebilir ama gözümüzün önündeki gerçeğin tam da buna benzediğini inkar edebilecek durumda değiliz.

Hiçbir yavru, doğduktan kısa bir süre sonra kendi aldığı bir kararla annesinin memesine yapışıyor değildir. Ama yaptığı bu davranış, onun hayatta kalabilmesi için yapabileceği davranış seçenekleri arasında en doğrusu.

Mahlukatın iradesine bırakılsa sergilenemeyecek olan ‘doğru davranışların’ onun istemi dışındaki bir alanda korumaya alınması, doğrusu, evrim teorisyenlerini de öteden beri tam bir açmaza itiyor. Evrim mekanizmasının daha akıllı, daha güçlü, iradesini kendi menfaatine daha ‘doğru’ kullananlardan yana çalıştığını göstermeye çabalayan evrimciler için refleks, bu anlamda tam bir baş belası. Çünkü davranışlarının neredeyse tamamı refleks ve refleks benzeri eğilimlerden oluşan hayvanlar âleminde, yapıp ettiklerini hayvanın ‘zekâsı’na, ‘iradesi’ne, anlayış kabiliyetine ve onun yüksek kavrayış seviyesine bağlayamamak, evrimin temel dayanaklarını ve felsefesini yerle bir ediyor.

Fakat bu nokta, evrimciler tarafından bilinçli bir şekilde görmezden gelindiği gibi, karşıtlarınca da yeterince işlenmedi bugüne kadar.

 

HAYVANLARDA ANNE GÖZETİMİ

Bir yavrunun hayatta kalması, kendisi kadar annesinin hareket ve tavırlarına da bağlıdır. Yavruların tehlikelerle dolu olan ilk aylardaki acizliği, annesinde harekete geçirdiği annelik duyguları sayesinde, şaşırtıcı bir biçimde o yavrunun hayatta kalabilmesi için en büyük kozlarından biri olabiliyor.

Tabiatta güç kadar acizliğin de işe yaradığına delil olan bu durum, fok balıklarının nezdinde ayrı bir anlam ve güzellik kazanmakta.

Yavrusunu doğuran anne fok balığı, yavrusunu önce etraftaki tilki ve avcı kuşlardan koruduktan sonra, onu yaklaşık bir hafta boyunca emziriyor. Bu süre boyunca yavru giderek gürbüzleşirken, anne de giderek güçten düşüyor. Anne fok, açlığa dayanabildiği ölçüde yavrusunun yanından ayrılmıyor ve onu emzirmeye devam ediyor. Eğer fok balığı bu fedakârlığı yapmamış olsa, yavrunun yaşama tutunması asla mümkün olmazdı.

Benzer bir annelik rolü, kutup ayılarınca da yerine getirilmektedir. Kış uykusu boyunca kilosunun yaklaşık yarısını kaybetmiş olan anne kutup ayısı, yavruları belli bir büyüklüğe erişene ve buz üzerinde yürüme becerisi kazanana kadar, av aramaya çıkmaz. Ancak açlığa dayanamayacağı bir noktaya gelince, yavrularını da yanına alarak yuvasını terkeder. Belki böyle bir mecburiyetle karşılaşmamış olsa, anne kutup ayısı yavrularına fedakârlıkta bulunmaya devam edecekti, kim bilir?

Bu iki örnekte de görüleceği üzere, hiçbir hayvan memeliler kadar yavrusuyla ilgilenmez. Memeli hayvanların yavrularını bir dışsal dölleme yoluyla (yumurtayla) değil, içsel döllemeyle dünyaya getirmeleri, onların diğer hayvanlara göre yavrularına bağlılık hissetmelerinde önemli bir etkide bulunur.

Doğumun hemen ardından gerçekleşen yavru yalama merasimi ise, içinde pek çok faydayı barındırır. Anne refleksif bir hareketle yavrusunu yalarken, kendisi de farkında olmadan, hem yavrusunun kokusunu ayırt etmeyi başarır hem de yavrusunun kokusunun yayılmasını ve yırtıcı hayvanların gelmesini önler.

Özellikle sürü halinde yaşayan hayvanlarda doğumun hemen ardından anne ile yavrunun bu yöntemle birbirini tanıması hayatî öneme sahiptir. Oyun esnasında ya da bir saldırı sonrasında annesinden ayrılan yavru, bu sayede kalabalık içinde yeniden annesine kavuşma imkânı bulur.

 

HAYATTA KALMADA FARKLI DOĞUMLARIN ETKİSİ

Yavruların hayatta kalmasında hamilelik ve doğum sürecinde yaşanan farkların da etkisi büyüktür.

Genel olarak yırtıcıların tehdidi altında olan otçul hayvanların hamilelik süresi daha uzundur. Ortalama 7-8 ayı bulan bu süre, filde 22 aydır. Bu hayvanların yavruları, deyiş yerindeyse, çocukluk dönemlerinin bir kısmını annelerinin karnından geçiriyorlar. Doğduklarında ise, çok kısa bir süre içinde ayağa kalkıp ait oldukları sürünün bir parçası gibi hareket edebiliyorlar.

Aslan, kaplan, leopar, kurt, tilki gibi yırtıcılara gelince, bu hayvanların hamilelik süresi daha kısadır ve ortalama 3-4 aydır. Yeni doğan bir aslan yavrusu, doğduğunda gözleri açılmamış ve yürüyemez haldedir. Önündeki en büyük tehdit ise, yine kendi türünün bir yetişkinidir. Tamamen aciz görünümüyle yavru, başta annesi olmak üzere etrafında şefkat duygularının kabarmasını sağlar, bu da onun hayatta kalması yönünde önemli bir yardımdır. Eğer aslan yavrusu da bir antilop gibi nispeten gelişkin bir şekilde doğmuş olsaydı, belki de yeni bir rakipten haz etmeyen ailesi içinde hoş karşılanmayacak ve o saniyede öldürülecekti!

Doğum farkları içinde en ilginç olanlarından biri, yunus balığının doğumu esnasında gerçekleşir. Tüm memeli doğumlarında önce yavrunun başı dışarı çıkarken, yunuslarda bu tam tersidir. Ancak tam da bu sayede yavru yunus deniz altında boğulmaktan kurtulur. Doğum biter bitmez hiç vakit kaybetmeden yardımcı (ebe) yunusların nezaretinde su üstüne çıkar ve ciğerlerine ilk defa doyasıya oksijen doldurur.

Tüm bunlar olup biterken, yavrular ve anneleri, kendilerinin düşünüp bulmadığı birtakım refleksif eğilimlerin etkisi altında hareket eder ve her defasında kendilerinin hayatta kalmalarını sağlayacak ‘en doğru’ davranışı isabet ettirirler. Bu ise düşünenler için çok anlamlıdır.