TR EN

Dil Seçin

Ara

Medeniyet Doğuran Ayrıntılar

Medeniyet Doğuran Ayrıntılar

Kur’an, bir hukuk düzeni kurmakla yetinmemiş, hukuk temeli üzerinde bir medeniyet inşa etmiştir.

 

“Mirasın taksimi sırasında, vâris olmayan akraba,

yetim ve yoksullar da orada bulunacak olursa,

onlara da terekeden bir şeyler verin ve gönül alıcı söz söyleyin.”

(Nisa Suresi, 8)

 

Miras ayetlerinin arasında yer alan bu ayet-i kerime, konuyu hukuk zemininden daha ileri seviyede bir zemine taşıyor ve orada büyük bir medeniyetin temellerini atıyor.

Bu ayetin öncesi ve sonrasında akrabadan kimlerin ne kadar miras alacağı, ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır. Bu ayetlerin ilk muhatapları ise, çok yakın bir zamana kadar hukuk nedir bilmeyen bir toplumun bireyleri idi. Kur’an onları o cehalet ve vahşet ortamı içinden almış, ilim ve hikmetle yoğurmuş, doğruluk ve adalet duygusunu zerrelerine kadar işlemiş, bir insan ömrünün bir bölümü içinde dünyaya örnek teşkil edecek hale getirmişti. Miras ayetleri de dahil olmak üzere, beşerî ilişkileri düzenleyen hükümler, bu terbiye sürecinin önemli bir parçasıydı.

Allah, böylece her hak sahibine hakkını veriyor, kullar da, ne bir eksiği ve ne bir fazlasıyla bu hakları gözetmek yükümlülüğünü üstlenmiş oluyorlardı.

Fakat Kur’an, işi burada bırakmadı. Eğer bırakılmış olsaydı, yine adalet esası üzerine bina edilmiş, herkesin hukukunun belirlendiği, çizgilerin çizildiği, sınırların korunduğu, hakların koruma altına alındığı bir toplum vücuda getirilmiş olurdu. Ama o kadar. Belki kimse kimsenin hakkına tecavüz etmez, ama onun ötesinde bir güzellik ortaya koymak için bir şevk de duymazdı.

Kur’an ise, bir hukuk düzeni kurmakla yetinmemiş, hukuk temeli üzerinde bir medeniyet inşa etmiştir. Onun kurduğu dünyada adalet her şeyin temelidir; orada haklar her şeyden azizdir. Fakat bu kadarı, Kur’an medeniyetinin hedefi değil, sadece başlangıcıdır.

 Kur’an medeniyetinin asıl hedefi fazilettir ki, insanlığın en yüce meziyetleri ancak öyle bir hedefe yönelen bireylerin yarış ve yardımlaşmalarında ortaya çıkar.

Nitekim başka bir ayette, “Aranızda fazileti ihmal etmeyin” (Bakara Suresi, 237) buyurularak insanlar açıkça bu hedefe yönlendirilmiştir.

...

Şimdi de konumuz olan şu ayetin ele aldığı kimselere bir bakın:

Miras taksimi sırasında her nasılsa orada bulunan uzak akraba, yetimler, yoksullar. Yani, mirasta herhangi bir hakkı bulunmayan kimseler. Hangi sebeple orada bulunduklarına ise Kur’an değinmiyor; belli ki buna önem vermiyor. Belki bir üzüntüyü paylaşma, belki dağıtılan şeyden bir miktar nasiplenme ümidi, belki daha başka bir sebep. Kur’an buna değil, orada bulunan kimselerin gönüllerine önem veriyor. Bir uzak akrabanın, bir yetimin, bir yoksulun oradan bir hayal kırıklığı içinde ayrılmasını istemiyor. Onun için, onlara da birşeyler verin diyor. Verirken de, baştan savarcasına vermeyin, gönüllerini alın, güzel söz söyleyin diyor.

Görünüşe bakılırsa, bu, ayrıntının da ayrıntısı niteliğinde bir cüz’î meseledir ki, bugünün egemen zihniyetiyle bakacak olursak, Âlemlerin Rabbinden indirilen bir kitap içinde bu kadar “önemsiz” ayrıntıların yer almasına akıl erdiremeyiz.

Oysa bizim nazarımıza ayrıntı olarak görünen o tür hadiseler, insanlık tarihinde bir benzeri daha görülmemiş bir İslam medeniyetine beşiklik eden şeyin ta kendisidir. Bu ayetlerin inişinden birkaç sene sonra gerçekleşecek olan fetihlerden tutun, yüzyıllar sonra dünyanın dört bir yanında vücuda gelecek olan vakıflara, imaretlere, sadaka taşlarına, kuş saraylarına varıncaya kadar, beşeriyet âlemini bugünkü medeniyetin hayalinin bile erişemeyeceği yükseklikte eserlerle süsleyen bir medeniyeti, Kur’an’ın bu ayrıntılar üzerine bina edilmiş dersleri vücuda getirmiştir.

Ancak şurası da bir gerçek ki, bu ayetler, kendi kendilerine eser ortaya koyacak değildir. Onlar, karşılarında, kendilerine açılmış gönüller ister, kendilerine teslim olmuş ruhlar ister.

Yeryüzüne bir “İslam medeniyeti” armağan eden Kur’an, eğer bizim hayatımızda da öylesine köklü bir tesir icra edecek ise, bu, öyle bir teslimiyetle bizim ona yönelmemiz halinde mümkün olacaktır.