Şehirler... Doğduğumuz şehirler... Doyduğumuz şehirler... Acısıyla tatlısıyla yaşayıp biriktirdiğimiz hatıralarla ünsiyet kesbettiğimiz, zamanla da kendilerine aidiyet duygusu geliştirdiğimiz yerleşim alanları... İnsanın anlam dünyasında farklı bir yere sahip olan ve kendini güvende hissettiği yerler... Mekan bilincinin yansımaları...
Caddeler, sokaklar, parklar, bahçeler, evler, dükkanlar, tarihi eserler, anıtlar, ibadethaneler, eğitim kurumları, kültür merkezleri, köprüler, çeşmeler... Her birinin insan hayatında yeri var. Hayata ekonomi merkezli bakıldığında, düzenli bir işleyişe sahip olan gelişmiş şehirler denince akla ilk gelen husus yoğun üretim tüketim ilişkileri ve daha fazla iş imkanı oluyor... Halbuki şehir medeniyet demek... İnancın, maneviyatın, temel değerlerin, tasavvurun hayatın her alanına yansıdığı bir atmosfer... İnsanın hem maddi hem manevi açıdan kendisini geliştirme imkanı bulduğu anlam dünyası ve güvenlik alanı...
11 şehrimizde büyük yıkımlar meydana getiren ve nice can kayıplarına yol açan 6 Şubat depremleri “asrın felaketi” olarak hafızalarımıza kazındı... Kahramanmaraş, Gaziantep, Kilis, Hatay, Adıyaman, Osmaniye, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya, Elazığ ve Adana... Medeniyetler beşiği olan vatanımızın farklı güzelliklerine zenginliklerine ayna olan şehirlerimiz... Bir sarsıntı... Onun şokunu atlatamadan gelen ikinci bir sarsıntı... Yerle bir olan siteler, evler, dükkanlar, parklar, cadde ve sokaklar... Dehşete düşüren yürek dağlayan yıkım görüntüleri... Şehirlerin yeniden yapılanması ve hayatın normale dönmesi için girişilen enkaz kaldırma çalışmaları da bir başka fotoğraf olarak kaldı zihinlerimizde... Havadan çekilen görüntülere baktığınızda gördüğünüz arada tek tük binaların kaldığı kocaman boş araziler... Cadde-sokak adları, ev-apartman numaraları, dükkan-işletme adresleri vs yok bu görüntülerde... Mahalle veya semtlerin sınırları da kestirilemiyor bu koca boşlukta... Hazin bir manzara... Bereket, böyle zor zamanlarda daha da güçlenen bir devlet- millet dayanışması geleneğine sahibiz. Yaralar sarılıyor, şehirler yeniden inşa ediliyor... Hayatın yeniden normale döneceği anlamlı ve güvenli günlere kavuşulacağına dair umutlar ayakta tutuyor ve güç katıyor bu mücadeleye...
Yıkılan şehirlerin devasa boş araziler olarak kaderlerine terk edilmeleri, oralarda yeniden hayatın yeşermesi için hiçbir çaba gösterilmemesi düşüncesi düşüyor akla... Deprem şehirleri yerle bir ederek öncelikle maddi unsurlara yönelik bir zarar vermiş olur. Sonrasında ihmal ve yeniden ihya çabasının yokluğu ise çok daha derin manevi bir yıkıma mahkum etmek anlamına gelir. Çünkü tarihi kültürel kimliğin alamet-i farikası olan eserlerin yok olması, başka bir deyişle medeniyet kodlarının silinmesi, o coğrafya ile kalbi bağların zayıflamasına ve giderek anlam dünyamızdan uzak düşmesine yol açar.
Bir de zihin dünyalarımızda gerçekleşen depremlerle yıkılan, zamanla yüreklerimizden uzak düşüp silinen ve bizim için ifade ettiği anlamı kaybettiğimiz şehirler var... Tarih ve medeniyet bilincinin diri tutulması noktasında yapılan ihmallerle düşülüyor bu duruma... Coğrafya bilinci de bundan bağımsız değil... İspanya dediğinizde akla ilk gelenler boğa güreşleri, flamenko dansı, siesta uygulaması ve domates festivali olur herhalde... Gezilecek görülecek yerler deyince de karşımıza Madrid, Barcelona, Sevilla, Valencia, Bilboa, Cordoba, Granada çıkar... Endülüs sadece nostaljik bir tur bölgesi olarak varsa zihinlerimizde, tarihi tecrübeden bugüne bir değer taşımanın yolu kapatılmış olmaz mı? Döneminde cazibe merkezi olan şehirler bu şekilde manevi enkaz durumuna düşmezler mi? Çünkü bugünkü Cordoba, zamanının bilim ve kültür merkezi Kurtuba’dır. Valencia şehri, Belensiyye’dir. Bugünkü Sevilla şehri, medreseleri ile himaye edilen sanat ve ticareti ile muazzam gelişme kaydeden İşbiliyye’dir. Granada şehri, Endülüs’teki son İslam toprağı Gırnata’dır. Bu şehirleri kendi dönemlerinde yükselen değer haline getiren kodların iyi bilinmesi, bugünün dünyasını yorumlamada ufuk açıcı olabilir. Yine aynı coğrafyadan Cebelitarık Boğazı bize cesur gözüpek İslam komutanı Tarık bin Ziyad kadar, günümüzde Akdeniz’le Atlas Okyanusu’nu birleştiren stratejik bir boğaz olduğu gerçeğini hatırlatmalı mesela. Cebelitarık’ın İspanya’nın güneyinde yer aldığını ve İngiltere’nin denizaşırı toprağı olduğunu bilmek kadar, stratejik öneme sahip Boğazın siyasi egemenlik bakımından kontrolünün İspanya, Fas ve Cebelitarık özerk bölgesi üzerinden Birleşik Krallık’ın elinde olduğunu bilmek de dünya dengelerini anlamada bizi farklı bir noktaya taşıyacaktır.
Küreselleşme ve dijitalleşme ile sınırların kalktığı/görünmez olduğu, aidiyet duygularının zayıfladığı ve insanların bir tür “gezgin” hale geldiği zamanlardayız. Bu kaygan zeminde şehir, mekan ve coğrafya bilincine sahip olmak, ayakların yere sağlam basması ve farkındalıkla yaşamak anlamına geliyor. Bu nedenle maddi depremlerin yol açtığı yıkımlar kadar manevi depremlerle oluşan manevi yıkımlara karşı teyakkuz halinde olmak ve yine yeniden onarımdan ve ihyadan vaz geçmemek gerek vesselam.