TR EN

Dil Seçin

Ara

Hak Üçlüsü: Kâinat, İnsan ve Kur'an

Kur’an ülkesinde seyahat ederken, bir hak üçlüsü ile karşılaşır insan. Âlemlerin Rabbi, defaatle gökleri ve yeri hak ile yarattığını buyurur: İnsan da hak ile yaratılmıştır. Ve Kur’an hak ile indirilmiştir.

Kainata, insana ve Kur’an’a dair bu ‘hak ile’ kaydı, insan için, Kur’an-insan-kainat arasındaki denkliği ve uyumu fark etme davetiyesi niteliğindedir. Âlemlerin Rabbi, kainatın da, insanın da, Kur’an’ın da aynı özden beslendiğini ve üçü arasında mutlak bir uyum olduğunu bize bildirmektedir. Kainatı yaratan O’dur. Kainat içinde insanı yaratan da O’dur. Kainat içinde yarattığı insana kainat içinde ne için ve nasıl yaşadığı takdirde kainatın ve kendisinin varoluş gayesini gerçekleştireceğini Kur’an ile bildiren de O’dur.

Kainat, insan ve Kur’an arasındaki bu denkliğe binaen, Kur’an, Hz. Peygamberi müşriklerin iddiaları karşısında defaatle teselli eder. Onlar istedikleri kadar zanlarının peşinde koşup dursunlar, kainat Allah’ın varlığını da, birliğini de göstermekte; kendi üzerinde görünen tecellileri ile, O’nun güzel isimlerini insana güzelce bildirmektedir. Bizatihi insan da, hem maddi yaratılışı, hem iç alemleri ile, O’nun varlığının ve birliğinin bir delilidir. O yüzden, Kur’an ile gelen hak davete kulak tıkayan veya hatta dil uzatan münkirlere karşı, Âlemlerin Rabbi, kainatın ve insanın bu hakka olan şahitliklerine işaret ederek Peygamberini teselli etmektedir: “Sen yüzünü hanif olarak dine çevir. Allah’ın insanları yaratmış olduğu fıtrata; ki onda bir değişiklik bulamazsın.” (Rum, 30:30)

Kainatın ve insanın Kur’an ile bildirilen hakikati nasıl doğruladığı, yine Kur’an’ın bildirdiği üzere, İblis’in ve onun yolunda gidenlerin yaptıklarına bakılarak da anlaşılır. Ayetlerin bildirdiği üzere, İblis’in en büyük çabası, hak ile yaratılmış kainatta hak ile yaratılmış insanın hak üzere inen Kur’an’la yaşamasının önüne geçmek için, gerçekleri saptırmaktır. Hakkı bâtıl, bâtılı hak gibi gösterme çabasındadır İblis. Açıkça, “Onları saptırmak için her halde Senin doğru yoluna oturacağım. Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de çoğunu şükredici bulmayacaksın” demektedir. (A’raf, 7:16-17)

Ama daha bu sözünde, aczini itiraf eder haldedir İblis. Ancak ‘saptırabildiği’ takdirde insanları ‘şükredici halde bulmayacağını’ iflah olmaz bir inatla Âlemler Rabbine söylerken, insanın özü itibarıyla sağlam, fıtratıyla şükre meyyal ve müstaid olduğunu da zımnen itiraf etmektedir. İblis, bu gerçeği, zımnen değil, aslında açıkça da itiraf etmektedir. Başka sürelerin yanında, Hicr süresinde de bildirildiği üzere, “Ey Rabbim! Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, kesinlikle ben yeryüzünde onlar için tezyinat yapacağım ve hepsini azdıracağım!” diyen İblis, kendi diliyle bir istisna kaydı da düşmektedir: “Ancak içlerinden ihlasa erdirilen kulların hariç!” (Hicr, 15:39-40). Buna cevaben, “Gerçekten senin, Benim o kullarım üzerinde hiçbir gücün yoktur; ancak, azgınlardan sana uyanlar müstesna!” diye buyurur Rabbü’l-âlemin.

‘İhlas,’ katıksızlık hali, safiyet ve arınmışlık ifadesidir. Demek ki, özünü koruyan, fıtratını bozmayan her insan, el’an imanla tanışmamış olduğu durumda bile, ‘potansiyel’ bir mü’min adayıdır. Onu özünde varolan hakikatle tanıştırmak zor değildir. Nitekim, en başta Kureyş’in içinde, gözlerine şirk perdesi düşürülmüş olsa bile özleri hala sağlam kalmış nice insan, ama Hz. Ömer gibi bir günde, ama Halid b. Velid gibi onyedi yıl içinde hakkı görüp ona hakkıyla teslim olabilmiştir. Fıtratını bozmamış bir insana karşı, bir süre çelmelese ve sendeletse bile, sonuçta İblis’in yapabileceği pek bir şey yoktur.

O halde, Âlemler Rabbinin karşısında “Hata ettim, affet.” demek yerine “Ben haklıydım.” gururuna saplanan, isyanını haklılaştırma gibi kör bir inada sarılan ve ancak Adem’in bütün evlatlarını düşürebildiği takdirde kendi haklılığını ispatlayabilir durumda olan İblis, stratejisini fıtratı bozmak üzerine kuracaktır. Çünkü fıtrat, ancak hak ile sükun bulur ve ancak hakkın teslimi ile teskin olur. İblis’in ise, bâtılını hak gibi gösterebilmesi için hakkı gizlemesi veya bâtıl gibi göstermesi gerekir. Dolayısıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak gösteren fıtrat, İblis’in düşmanıdır.

Nitekim, “Ve mutlaka onları saptıracağım ve her durumda onları düşürüp, olmayacak kuruntularla aldatacağım.” diye yemin eden İblis, doğrudan fıtratı hedef alan stratejisini şöyle dile getirmektedir: “Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” (Nisa, 4:119)

Bu yemininden anlaşıldığı üzere, İblis’in hem hak üzere yaratılan mahlukatın fıtratı ile, hem de hak üzere yaratılan insanın fıtratı ile barışık değildir. Bilakis, fıtrata müdahaleyi, onu bozmayı, onu olduğu kemal halinden çıkarıp noksanlaştırmayı üstüne vazife bilmektedir. Çünkü, olduğu haliyle, ne kainatta hiçbir mahlukun üzerinden ehadiyet mührünü söküp atabilir, ne de Allah’ın onu yaratmış olduğu fıtrat üzere kaldığı halde insanı kalıcı surette aldatabilir. Yaratılışa müdahale etmeli, ‘kulakları yarmalı’dır ki, oradan önce şirke, sonra küfre bir yol bulabilsin. Allah’ın yarattığını değiştirmelidir ki, fıtraten mükerrem olup hakkı arayan, nitekim “kalbi ancak Allah’ı anmakla mutmain olan” insanı hak yoldan çekip alabilsin.

İblis’in, elbette farkında olalım diye Kur’an haber verdiği bu yemini adesesinden hadisata bakınca, genetiği değiştirilmiş gıdalardan görüntünün iktidarına ve dolayısıyla estetiğe yönelik ihtimama; eşcinselliği teşvike adanmış küresel ittifaklardan bâtılı hak gösterme yolundaki çabalara, nice olay ve nice olgu bambaşka bir anlam kazanıyor.

Elbette, panzehiri de:

“Sen, yüzünü hanif olarak dine yönelt. Allah’ın insanları yaratmış olduğu fıtrata; ki onda bir değişiklik göremezsin. İşte dosdoğru din, budur.” (Rum, 30:30)