Derse girdiğim sınıflarda öğrencilerime, “Mona Lisa tablosu mu daha güzel, yoksa tabloya ilham veren modeli Mona Lisa’nın kendisi mi?” sorusunu sorduğumda genellikle hep Mona Lisa tablosu cevabını alıyorum.
“Peki” diyorum, “Mona Lisa tablosu size gülümser mi veya sizi sevebilir mi?” Öğrencilerim şaşkınlıkla “hayır” diyor. “Oysa tabloya ilham veren Mona Lisa, yüz güzelliği yanı sıra ruh güzelliği, sevgisi, zekası, inceliği ve şefkati ile olağanüstü bir güzellik mucizesidir.”
Aslında ilk insanlardan itibaren adına şiirler, kitabeler yazılan ve sanatın üç ana konusundan birini teşkil eden aşk ve hüsnün kaynağı bu ilahi güzelliktir.
Batıda gelişen Estetik bilimi ve sanat felsefecileri, doğadaki güzelliklerin sanat güzelliği olarak ifade edilemeyeceği görüşünü savunurlar. Onlara göre sanat bilinçli bir elden çıkar. Yani insanların tasarımlarını sanat olarak kabul ederler. Doğadaki güzelliklerin, bilinçli bir tasarım olduğu gerçeğine gözlerini kaparlar.
Mona Lisa tablosu için yüzlerce yıldır övgüler dizip Mona Lisa’nın canlı güzelliğini sanat güzelliği olarak ifade etmeye yanaşmazlar. Mikelanjelo’nun Musa heykelinin sanatı karşısında heyecana kapılırken, Hz. Musa’nın denizleri yaran muhteşem heybetini görmezden gelirler. Tabiatın baştan başa Bilinçli Tasarım eserleri ile dolu olduğundan bahsetmezler.
Mona Lisa, Resim Sanatı denince akla ilk gelen eserdir. Eserin ünü ve namı sanatkârını bile aşmıştır.
Müzisyen, mimar, mühendis, heykeltıraş, ressam ve mucit gibi yönleri ve projeleri ile sanat ve bilim dünyasının vazgeçilmez ismi Leonardo Da Vinci’yi ressam olarak bütün dünyada meşhur eden bu eserdir.
Rönesans, Avrupa ve dünya tarihi için büyük bir devrim olmakla birlikte Batı sanatının da bir nevi başlangıç tarihi sayılır. Ortaçağ karanlığı diye adlandırılan Romanesk ve Gotik dönemlerin ardından 'yeniden doğuş' olarak adlandırılan bir döneme geçmek Avrupa sanatı, bilimi ve felsefesi için bir dönüm noktası olmuştur.
İlk insanların mağara duvarlarına kazıdıkları çizgilerle başlayan resim serüveni, Rönesans sanatçılarında doruk noktasına ulaşmıştır. Bu tarihsel gelişimi kısaca özetlersek, tarih öncesi çağlarda, taş devri ve maden devri insanlarından günümüze kalan eserler içinde çok şahane resim ve heykeller vardır. İnsanların yaratılıştan gelen yeteneklerini, daha ilk çağlardan itibaren mükemmel olarak ortaya koyduklarını görmekteyiz.
Eski Mısır, Yunan ve Mezopotamya sanatı muhteşem örneklerle doludur. Batı sanatına yönelişimizle dikkatimizden kaçan Hint, Çin, Japon, Afrika ve Arap sanatı da yine harika sanat örnekleri ile insanların yeteneklerinin dışavurumudur.
Roma sanatının doruk noktasında olduğu bir dönemde ortaya çıkan Hıristiyanlık ile birlikte Avrupa’da resim sanatında realist-gerçekçi Roma üslubu veya İdealist Yunan geleneğinin terk edildiğini ve Ortadoğu’dan Hıristiyanlıkla beraber minyatür üslubunun da beraberinde Avrupa’ya geldiğini görürüz. Tam 1500 yıl Avrupa’da hakim olan bu üslup nihayet Rönesansta son bulmuş ve Avrupa tekrar Yunan ve Roma üslubuna dönmeyi yeniden doğuş olarak adlandırmıştır.
Da Vinci, Mikelanjelo, Rafael ve Donetello (heykeltıraş) gibi Ninja Kaplumbağalar ile bütün dünyaya öğretilen Rönesans ustaları ve Almanların büyük ressamı Dürer gibi büyük ustalar Rönesans’ın resim sanatında perspektif, ölçü, kompozisyon, ışık-gölge, hacim gibi plastik elemanları geliştirmişlerdir.
Rönesans öncesinde sanatçının üslubu, kimliği ve imzası öne çıkmayıp anonim bir sanat anlayışı hüküm sürmekte iken, Rönesans’la birlikte sanatçının üslubu, kimliği ve imzası ön plana çıkmıştır.
Da Vinci ve Dürer gibi ressamların anatomi ve çeşitli bilim dallarına ilişkin çizimleri bilimsel gelişmelerde de etkili olmuştur. Sanat, bilim ve felsefe alanında başlayan Rönesans’ta da Vinci’nin katkısı şüphesiz büyük olmuştur.
Ancak bütün bunlara rağmen Mona Lisa tablosunun nasıl bu kadar ünlü olduğunu bunlar açıklamaz. Çünkü Da Vinci’nin son akşam yemeği, madonna (Hz. Meryem) leda gibi muhteşem yapıtları arasında bu eserinin meşhur olması ve Mona Lisa üzerinde geliştirilen spekülatif yorumlar onu hâlâ bilinmez ve gizemli kılmaktadır.
Mona Lisa, (İtalyanca ve İspanyolca: La Gioconda; Fransızca: La Joconde), gibi adlarla meşhur olan bu portrenin modeli dönemin önemli kişilerinden biri olan Francesco del Giocondo’nun eşi Mona Lisa’nın tabloda resmedilen kişi olduğu düşünülmekle birlikte portedeki yüzün aslında Da Vinci’nin kendi yüzü olduğunu da iddia edenler çıkmıştır.
Delacroix adlı 18. yy romantizm ressamının “Biz romantik olduktan sonra dağlar daha bir güzel oldu.” sözünden, sanatçının sanatı ile tabiattaki ilahi güzellikleri keşfettiğini ve ayna olduğunu anlayabiliriz.
Şüphesiz ilk insandan günümüze nice güzel yüzler gelip geçmiştir. Sanat Tarihine mal olan yüzlerce resim ve heykel içinde bunların daha kalıcı olduğunu görmekteyiz. Mona Lisa bekli de bunun bir sembolüdür.
Bediüzzaman’ın “Elhasıl; sanat-ı hayaliyyesi ile tabiata şakirdlik etmek gerektir.” sözü ne kadar da Da Vinci’nin, “Sanatçı ilahi güzelliklerin veya tabiatın öğrencisidir.” sözüne benziyor.
Güzellik şüphesiz soyut bir kavramdır ve biz onu kendi anlayışımızla somutlaştırırız. Yunan mitolojisinin güzellik tanrıçası Venüs, bütün Avrupa sanat tarihinde etkili olmakla birlikte Afrikalı Potanto kabilesine göre çirkin kabul edilmiştir. Bu görecelilik içerisinde Mona Lisa’yı meşhur eden Da Vinci’nin sanatıdır şüphesiz. Bir şeyi sanat güzelliği yapan şey, şüphesiz bilinçli bir elden çıkmış olmasıdır.
Mona lisanın kendisi, canlısı, Mona Lisa Gülüşü yabana atılmamalıdır.