TR EN

Dil Seçin

Ara

Dünyamız Isınıyor Mu?

Dünyamız Isınıyor Mu?

1988 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen 43/53 sayılı karar gereğince,  iklim değişikliği, insanlığın ortak bir tehlikesi ve kaygısı olarak dile getirilmiştir. Aynı yıl Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve Dünya Meteoroloji Örgütünün (WMO) ortaklığı ile, küresel iklim değişikliğinin ciddiyetini ve etkilerini araştırmak için Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) toplanmış ve hazırlanan rapor, İkinci Dünya İklim Konferansında tartışılmıştır. Tartışmalar sonucunda elde edinilen bilgi ve bulgular, insanlığın gerçekten önemli bir sorunla karşı karşıya kaldığını göstermiştir.

 

Geçmişten Günümüze Dünyanın İklimi

Uzmanların ifadelerine göre, dünya iklimi uzun asırlardan beri bazen ısınma, bazen de soğuma devrelerinden geçmiş ve içinde bulunduğumuz dönemde göreli olarak soğuma periyoduna girmiş olmalıydı. Ancak, sürdürülen bir seri araştırmalar ve gözlemler sonucunda, dünya ikliminin değil soğuk bir döneme; aksine tehlike yaratacak ölçüde ve ölçekte sıcak bir devreye girmiş olduğu anlaşılmıştır. 1860 yılından günümüze kadar gelen inanılır gözlem ve kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın, 0.5 - 0.7oC kadar arttığını göstermiştir.

Dünyanın uzun yıllara dayalı ortalama sıcaklığının 15oC olduğu bilinmektedir. Bu ortalama sıcaklığın, ondalık derecelerde bile artış göstermesi demek, arz yüzeyi üzerindeki her metrekare alanın sahip olduğu sıcaklık derecesinin yükselmiş olması demektir ki, bilim adamlarını endişelendiren, işte bu ortalama sıcaklıktaki ondalık artıştır. Sıcaklığın en hızlı arttığı dönem, son yirmi yıllık dönemdir. Ağaç halkaları, buz örnekleri, mercanlar ve okyanus tabanlarından alınan örneklerden açığa çıkan çarpıcı gerçek, 1998 yılının, geçtiğimiz 1.200 yıllık dönem içinde en sıcak yıl olduğunu göstermiştir.

Küresel ısınmanın başlıca aktörleri, karbondioksit, su buharı ve metan gazıdır. Bu gazlara “sera gazları” da denir. Bunların yanı sıra, azot oksitler ve kloroflorokarbonlar da sera etkisi yaparlar. Sera etkisi yapan gazların atmosferdeki bulunma oranları çok azdır. Ancak sanayi devriminin başlangıcından ve özellikle 20. asrın başından itibaren bu gazların atmosferdeki bulunma oranlarında sürekli bir artış olduğu bilinmektedir. Söz konusu gazların artışı demek, doğal dengenin giderek bozulması ve atmosferin ısı tutma kapasitesinin artması anlamına gelmektedir. Bunun sonucunda da gereğinden fazla ısınan atmosfer, yerden aldığı ısıyı tekrar yer yüzüne göndermekte, böylece geniş bir çerçevede küresel ısınma meydana gelmektedir.

 

Sera Gazları ve Dengesi

Güneşten dünyaya gelen ışınların yaklaşık ¼ oranı, bulutlardan yansıyarak uzaya kaçar. Işınların yarısına yakın bir oranı da atmosfer tarafından yutulur ki, bu olaya “soğurma” adı verilir. Gelen ışınların, ¼ oranı ancak yer yüzeyine ulaşabilir. Gelen ışınlarla ısınan dünya, tıpkı dev bir radyatör gibi enerjisini yaymaya başlar. Bu enerji uzun dalga boylu kırmızı ötesi (infrared) ışınlarla yayılır. Eğer dünyamız aldığı ısıyı iade etmemiş olsaydı, sürekli olarak ısınacak ve hayat bir anda yok olacaktı. Yüzeyden kaçan bu enerjinin tamamının da uzaya kaçması bazı sakıncalar ortaya çıkarabilir. Atmosferde ancak gereği kadar mevcut olan sera gazları, arzdan geri dönen bu enerjiyi tutmakta ve gerisin geriye arza geri göndererek, geceleri yüzeyin aşırı soğumasının önüne geçmektedir.

İşte son yıllarda ortaya çıkan iklim değişikliğinin hep gündemde kalan ana konusu, bu gerçekte düğümlenmektedir. Doğal olarak olması gereken düzeyden daha fazla mevcut olan sera gazları, olması gerekenden daha sıcak bir ortam sağlamakta ve böylece güneş ışınlarıyla ısınan, ama içindeki ısıyı dışarıya bırakmayan seralara benzeyen dünyamızda doğal denge giderek bozulmaktadır.

Uzaydaki yapay uydulardan elde edilen bulgulara göre, dünyamızın yaydığı enerjinin dalga boyundan hareketle, yer yüzey sıcaklığının değeri bulunabilir. Bu metotla elde edilen sıcaklık değeri, -18oC’tır. Oysa sürdürülen diğer hesaplama teknikleri ile gözlem verilerinden anlaşıldığına göre, yer sıcaklığı aslında ortalama olarak +15oC değerinde bulunuyor. Bu açık farkın atmosferin ilk tabakası olan troposferin, sıcaklığı tutma özelliğinden kaynaklandığı belirtiliyor.

 

İnsan Etkinlikleri ve Sera Gazları

Sera etkisini azaltmak için su buharını değiştirme imkânımızın olmadığını söyleyen uzmanlar, özellikle karbondioksit gazı üzerinde duruyorlar. Bilim adamlarının tahminlerine göre insanlar, yer altındaki karbon (kömür ve sıvı yakıtlar) stoklarını yavaş yavaş kullanarak atmosfere aktaracak. Sürdürülen gerçekçi projeksiyonlara göre, 2050 yılında atmosferdeki karbondioksit gazının 1850’deki düzeyinin iki katına çıkması beklenmekte. 2100 yılına gelindiğinde bu oran 3 katına çıkacak. Bu durumda kaçınılmaz olarak dünyanın ortalama sıcaklığı 1 ila 5 derece kadar artacak. Bunun anlamı ortalama yüzey sıcaklığının, 16-20oC dereceler arasında salınmasıdır.

Bazı uzmanlar ise, daha yakın bir gelecekle ilgilenmekte ve 2015 yılında insan etkinlikleri ile atmosfere karışan karbondioksit miktarının, 1990’daki değerinin bir buçuk katı kadar artacağını ifade etmektedir.

Dünyadaki İklim Sistemi

Dünya iklimi, son derecede karmaşık ve çok sayıdaki faktörlerin birbirleriyle etkileşmesi sonucunda ortaya çıkan, matematik prensiplere dayalı bir sistemdir. Atmosfer, okyanuslar, denizlerdeki akıntılar, kutuplardaki buzullar, ormanlar, çöller ve yanardağlar bu sistemin vazgeçilmez aktörleri arasında sayılabilir.

Örneğin, Avustralya kıtasının iki katı büyüklüğündeki Antarktika kıtasının hemen hemen tamamı, başka bir deyişle, %98’i, buzla kaplıdır. Dünyadaki buzların %70 oranı bu kıtada bulunur ve temiz suların %70’ini içerir. Bu soğuk yapısıyla Antarktika, dünya iklimini düzenlemekte belki de birinci derecede rol oynar. Sistemin soğutucu bir elemanı olduğundan, dünya rüzgâr sistemlerinin oluşturulmasında önemli bir katkıya sahiptir.

 

İklim Dengeleri Bozulursa

Ancak bu mükemmel dengenin işlemesinde küresel ısınmanın olumsuz rolünü dikkate alan uzmanların hazırladıkları senaryolarda bazı ürkütücü sonuçlar açığa çıkıyor. Küresel ısınmanın her yörede düzgün ve eşit ağırlıklı olarak gözlenmeyeceğini ileri süren bilimciler, sıcaklık artışını daha çok yukarı enlemlerde ve özelikle kutup bölgelerinde daha etkili olacağını iddia ediyorlar. Bu bölgelerdeki sıcaklık artışının dünya ortalamasının iki katı kadar olacağı tahmin ediliyor. Diğer bir ifadeyle, dünya ortalama sıcaklığı, 3-5 derece artarsa, kutup bölgelerindeki ortalama artış, 7oC olacak. Doğal olarak bu durum, kutuplardaki buz ve  buzulların erimesini de beraberinde getirecek. Buzulların giderek erimesi, deniz suyu seviyesinin yükselmesi anlamına geleceğinden, bazı sosyal felâketlerin gündeme gelmesi kaçınılmaz olacak.

Yapılan hesaplamalar sonucu ve sürdürülen modelleme çalışmalarına göre, dünyamızdaki 3-4 derecelik bir sıcaklık artışı, 2050 yılında deniz seviyesinin en azından 35 cm kadar yükseleceğinin habercisi sayılıyor. Bunun anlamı ise son derece açık: Kıyı şeritlerinin değişmesi sonucunda, sahil kentlerinde yaşama ve barınma âdeta imkânsız hale gelecek. Örneğin, 2100 yılına yaklaşıldığında deniz yüzeyindeki artışın 60 cm’ye ulaşması beklendiğinden, önemli ölçüde toprak kaybı görülecek. Daha şimdiden Bangladeş, Maldiv adaları, Pakistan ve Endonezya başta olmak üzere bazı ülkelerde belirli işaretlerin ortaya çıktığı anlaşılıyor. Sahil kesimlerindeki toprak kaybı nedeniyle, temiz su kaynaklarının önemli bir bölümünün de denizlere karışması tehlikesi baş gösterecek.

Temiz su sorununun belki de 21. yüzyılda insanlığın üzerinde duracağı en önemli konularından biri olması bekleniyor. Çünkü artan dünya nüfusunun yanında, yüksek sıcaklık artışı nedeniyle görülecek aşırı buharlaşma ve kuraklık sonucunda, göl ve ırmak sularında, %20 oranında bir azalmanın söz konusu olabileceği yargısı giderek yaygınlaşıyor.

İklim Kuşaklarının Yer Değiştirmesi

Küresel ısınma sonucunda ortaya çıkması beklenen bir diğer olumsuz etken de, iklim kuşaklarının bugünkü durumunu kaybederek değişik yörelere kayması şeklinde olacak. Hazırlanan iklim modelleri, Güney Avrupa Ülkelerindeki yaz yağmurlarının azalacağını gösteriyor. Kış aylarında kar yağışlarında da miktar ve süre olarak azalma olacağı; hatta karın toprakta kalma süresinin de azalacağı belirtiliyor.

Son yıllarda sürdürülen araştırmaların ortaya çıkardığı sonuçlara bakılırsa, ısınan bir dünyada iklim farklılıklarının baş göstereceği, bunun yanında orman yangınlarının artacağı, taşkın frekanslarının yükseleceği, sıcaklık dalgası gibi aşırı olayların da sık sık tekrarlanacağı öne sürülüyor.

Bunun bir sonucu olarak da, doğal yaşamın önemli derecede değişikliğe uğrayacağı, çok sayıda hayvan ve bitki türünün bu aşırılığa dayanamayıp, yok olabileceği; böcek ve kuş türlerinde azalmalar görüleceği yayımlanan tebliğler ve bildiriler arasında bulunuyor.

 

İklim ve Sağlık

Bunların arasında belki de en can alıcı konuların başında, kuşkusuz sağlık geliyor. Sürdürülen araştırmalardan öğrenildiğine göre, sivrisinekler 17oC’nin altında uzun süre yaşayamazlar. Sivrisineklerin en fazla bulunduğu bölgeler nispeten sıcak olan bölgelerdir. Bu bölgelerdeki insan nüfusu, toplam dünya nüfusunun, %60’nı oluşturuyor. Eğer, ortalama sıcaklık, 5oC artarsa, sivrisineklerin doğal yaşam kuşakları daha da genişleyecek.

Bu durum, her yıl fazladan 1 milyon insanın sıtmadan ölmesini kaçınılmaz hale getirecek. Bazı bölgelerde aşırı ısınma nedeniyle virüs türlerinde değişiklik olabileceği, bunun sonucunda da salgın hastalıkların baş göstereceği bildiriliyor.

 

Sera gazı salınımını azaltacak, günlük hayatta alınabilecek bazı önlemler şöyle sıralanabilir:

- Her yıl en azından bir ağaç dikmek. Bir ağaç ömrü boyunca 1 ton karbondioksit emmektedir.

- Standart ampulü, tasarruf ampulü ile değiştirmek, yılda 75 kg karbondioksit tasarrufu sağlıyor.

- Daha az araba kullanıp, daha sık yürüyüp, bisiklet kullanmak ve toplu taşıma araçlarından daha çok faydalanmak. Araba kullanılmayan her 2 kilometre için 0,75 kg karbondioksit tasarruf edilecektir.

- Otomobillerin hava ve yakıt filtrelerinin her zaman temiz olmasına dikkat etmek. Kirli filtreler fazla yakıt harcanmasına yol açmaktadır.

- Geri dönüşüme katkıda bulunmak. Evlerden çıkan çöplerin sadece yarısını geri dönüştürerek yılda 1200 kg karbondioksit tasarrufu sağlanabilir.

- Lastikleri kontrol etmek. Düzgün şişirilmemiş lastiklerle alınan yol %3 oranında sarfiyatı artırır. Buradan sağlanacak her 4 litre benzin tasarrufu, 10 kg karbondioksiti atmosferden uzak tutar.

- Daha az sıcak su kullanmak. Suyu ısıtmak için çok fazla enerji kullanmak gerekiyor. Daha az su tüketen bir duş başlığı ile 175 kg, giysileri soğuk su ya da ılık suda yıkayarak da 250 kg karbondioksit tasarrufu yapılabilir.

- Ambalajları fazla olan ürünlerden kaçınarak çöpü yüzde 10 oranında azaltmak 600 kg karbondioksit tasarrufu yaptırır.

- Su ısıtıcısını ayarlamak. Isıtıcıları kışın 2 derece yukarı, yazın 2 derece aşağı ayarlamak. Bu basit ayarlamayla yılda 1000 kg karbondioksit tasarrufu yapılabilir.

- Elektronik cihazları tamamen kapatmak. Evde ortalama 8 saat stand by konumunda bırakılan TV, DVD, müzik seti gibi elektronik cihazlar, yılda 450 kg karbon gazının atmosfere yayılması anlamına gelir.

- Güneş enerjisi ile çalışan sistemleri kullanmak. Bu çok büyük tasarruflar sağlar.

- Orman içlerinde yakıcı ve yanıcı maddelerle piknik yapılmasını engellemek. Önceden hazırlanmış yiyeceklerin tüketilmesine dikkat etmek.

- Ormana atılan ve mercek görevi yaparak yangın çıkmasına neden olan cam kırıklarının toplatılması için gönüllü toplayıcı ekipleri oluşturmak. Bunu yerel yönetimler oluşturulabilir.

 

Sonuç

Atmosferdeki sera gazlarının kontrol edilmesine yönelik çalışmalar son 15 yıldan beri devam ediyor. Son olarak 1977 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde toplanan 160 ülkeden gelen on bin dolayında bilim adamı, uzman, çevreci ve hükümet yetkililerin katıldığı uluslararası konferansta konular tüm açıklığı ile gündeme geldi. Konferans sonunda “Kyoto Protokolü” olarak adlandırılan bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma hükümlerine göre; gelişmiş ülkeler, başta karbondioksit ve metan olmak üzere sera gazı üretimlerini, 2012 yılına kadar, 1990 yılı düzeylerinin en az %5 oranında azaltacaklar. Tek başına dünya sera gazı üretiminin dörtte birini atmosfere yayan ABD için, bu oran %8; Japonya için %6 olarak belirlendi.

Kyoto Protokolüne göre, söz konusu anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için, en az 55 ülke parlamentosunun anlaşma maddelerini kabul etmesi gerekiyor. Mayıs 2000 tarihine kadar ancak 22 ülkenin protokolü kabul ettiği bildirildi. Gelişmiş ülkelerin yanında gelişmekte olan ülkeler de sanayileşmek arzusu içinde olduklarından ve fabrika bacalarını kapatmak istemediklerinden ortaya önemli bir tartışma konusu çıkıyor. “Kim sorumlu ise o tedbir alsın” deniyor. 1990 yılı rakamlarına göre, Güney Kore, Hindistan, Brezilya ve Çin gibi gelişmekte olan ülkeler, aynı yıl atmosfere bırakılan toplam 6 milyar ton karbondioksitin yaklaşık %36’sını paylaşıyorlar. Hazırlanan projeksiyonlara göre, 2015 yılına gelindiğinde gelişmekte olan ülkelerin bacalarından çıkan karbondioksit, 4 milyar ton olacak. Bu değer, tüm karbondioksit miktarı olan 8 milyar tonun tam yarısı kadar.

Bütün bu bilgi ve bulgular, insanlığın gerçekten önemli bir sorunla karşı karşıya kaldığını göstermiştir. Hatta yakın bir gelecekte, 2015 yılında insan etkinlikleri ile atmosfere karışan karbondioksit miktarının, 1990’daki değerinin bir buçuk katı kadar artacağı ifade edilmektedir. Bu sorun insan kaynaklı olduğuna göre, gerek fert, gerekse devlet bazında tedbirler alınmalı. Çevreci enerjilere öncelik verilmelidir. Kim sebep olduysa o tedbir alsın da dememeli çünkü aynı dünyada yaşıyor ve aynı sonuçlardan etkileniyoruz.